"Kirpinin Zerafeti" - Muriel Barbery


 Kuşlar göçe koyulur, ırmaklar çağlar, birer birer dökülür yapraklar. Kimi kışı bekler kimi baharı... Her şeyin bir zamanı vardır ve binlerce yıldır insan, yeryüzünden hiç ders almamıştır, tuhaftır. Muriel Barbery, "Ama her şey vaktinde gelir. Beklemeyi bilen için her şey vaktinde gelir." der. Demesi kolay biliriz de beklemek öyle zor ki sevgili okur. Öyle zor!

                                                                      💮


Mücadeleyi Reddederken
   Çok kitap okudum... 
   Yine de bütün alaylılar gibi ne anladığımdan asla emin olamıyorum. Bir gün oluyor tüm bilgiyi bir bakışta kavramışım gibi geliyor. Sanki aniden görünmez dallar doğuyor ve kendi aralarında benim tüm dağınık okumalarımı birbirine bağlıyormuş gibi oluyor. Sonra anlam aniden gizleniyor, özü kaçırıyorum ve aynı satırları boşuna tekrar tekrar okuyorum. Her okuduğumda anlamı biraz daha kaçırırken, kendimi mönüyü dikkatli okuduğu için karnının doyduğuna inanan yaşlı bir deli sanıyorum. Bu yetenek ile bu körlüğün bağdaşması alaylılık özelliği sanırım. Kişiyi bütün iyi eğitimlerde görülen emin rehberlerden yoksun bırakan alaylılık, resmi söylemlerin çitlerle çevirdiği ve macerayı yasakladığı yerde, yine de bir düşünce sentezi ve özgürlük sunuyor kişiye. 
   Bu sabah mutfakta, önüme bir kitabı almış şaşkın şaşkın duruyorum. Münzevi girişimimdeki deliliğin beni kavradığı ve nihayet ustamı bulmuş olmaktan ama iki adım sonra da inkar etmekten çekindiğim anlardan birindeyim. 
   Adı Husserl. Ciddi, güç ve can sıkıcı, belli belirsiz de olsa Prusyalı bir şeyler çağrıştırdığından, eşlikçi hayvanlara ya da çikolata markalarına pek verilen bir ad değil. Ama bu beni teskin etmiyor. Dünya çapındaki düşüncenin olumsuz telkinlerine direnmeyi yazgımın bana herhangi bir insandan daha fazla öğrettiği kanısındayım. Dinleyin: Eğer şu ana dek beni çirkinlikten yaşlılığa, dulluktan kapıcılığa götüren kendi düşük yazgısına tevekkül gösteren zavallı biri olarak hayal ettiyseniz hayal gücünüz eksik demektir. Mücadeleyi reddettim elbette, bilerek geri çekildim. Ama ruhuma güvenerek, her türlü meydan okumaya karşı koyabilirim. Ad, konum ve görünüm bakımından yoksul biri olan ben, idrak gücüm içerisinde mağlup edilemez bir tanrıçayım. 
   Torbasız elektrik süpürgelerine uygun bir ad olduğuna karar verdiğim Edmund Husserl, benim şahsi Olimpos'umun kalıcılığını tehdit ediyor. 
   "Tamam, tamam, pekâlâ," diyorum iyice bir soluk alarak, "her problemin bir çözümü vardır, öyle değil mi?" 
   Ve kediye bakıyorum, cesaret bulmak umuduyla. 
   Nankör kedi cevap vermiyor. Kocaman bir parça domuz kavurmasını mideye indirdikten sonra artık büyük bir hayırhahlıkla hareket ederek koltuğu sömürgeleştiriyor. 
   "Tamam, tamam, pekâlâ," diye tekrarlıyorum aptalca ve şaşkın. Gülünç küçük kitaba yeniden bakıyorum. 
   Kartezyen Meditasyonlar - Fenomenolojiye Giriş. Kitabın adından ve ilk sayfalarından, daha önce Descartes'ı ve Kant'ı okumamış birinin fenomenolog bir filozof olan Husserl'i kavramasının mümkün olmadığı hemen anlaşılıyor. Ama Husserl'in Descartes'ına ve Kant'ına hâkim olmanın da transendantal fenomenolojiye girişin kapılarını açmadığı hemen belli oluyor. 
   Çok yazık! Çünkü ben sıkı bir Kant hayranıyım. Düşüncesinin, dehanın, kesinliğin ve deliliğin hayranlık verici bir konsantresi olması ve düzyazısı her ne kadar Spartalılara özgü sertlikte olsa da anlamına nüfuz etmekte pek güçlük çekmemiş olmam gibi karmaşık nedenlerim var. Kant'ın metinleri çok önemli metinler. Bence bunun kanıtı da sarı erik testinden başarıyla geçmeleri. 
   Sarı erik testi, insanın kolunu bağlayan gerçekliğiyle çarpıcıdır. Gücünü evrensel bir saptamadan alır: İnsan meyveyi ısırarak anlar. Neyi anlar? Her şeyi. Hayatta kalmaya mahkûm olan, sonra da bir akşam vakti zevki sezen, basit ve yüce şeylerin erdemlerine duyulan temel özlemi saptıran tüm yapay iştahların boşunalığını, söylemlerin yararsızlığını, kimsenin kaçamayacağı yavaş ve korkunç düşüşü, ama buna rağmen, sanatın zevkini ve korkunç güzelliğini insanlara öğretmek üzere elbirliği eden duyuların muhteşem şehvetini kavrayan bir insan soyunun ağır ağır olgunlaşmasını anlar. 
   Sarı erik testi benim mutfakta yapılır. Formika masanın üzerine meyveyi ve kitabı koyuyorum. Meyveyi kesip, kitaba girişiyorum. Birbirlerinin güçlü saldırılarına karşılıklı olarak direnirlerse, eğer erik benim metinden kuşku duymamı sağlayamazsa ve metin de meyvenin tadını bozmazsa, o zaman önemli bir girişimle karşı karşıya olduğumu anlarım. Yaldızlı küçük topların olağanüstü tadı karşısında, gülünç ve beş para etmez bir halde eriyip gitmeyen pek az eser olduğunu da belirtmeliyim. Bu yüzden istisnai. 
   "Berbat haldeyim," diyorum yine Lev'e, "çünkü Kantçılık konusundaki yeteneklerim, fenomenolojinin uçurumu karşısında hiçbir işe yaramıyor."
   Pek seçeneğim yok. Kütüphaneyi toplayıp getirmem ve konuya girişi saklandığı yerden arayıp bulmam gerekiyor. Okuru skolastik bir düşüncenin prangaları içine yerleştiren bu tür şerh ya da özetlerden genellikle uzak dururum. Ama şimdi durum, hık mık etme lüksünü gösteremeyeceğim kadar ciddi. Fenomenolojiyi kavrayamıyorum ve ben buna dayanamam.


                                                                     💮

Muriel Barbery - Kirpinin Zerafeti

Çevirmen: Işık Ergüden, Kırmızı Kedi Yayınları, s.42-44


0 Comments