DENEME BLOGU
  • Home
  • Download
  • Social
  • Features
    • Lifestyle
    • Sports Group
      • Category 1
      • Category 2
      • Category 3
      • Category 4
      • Category 5
    • Sub Menu 3
    • Sub Menu 4
  • Contact Us

Bizim olmayan hayatların içinde kendimize yarattığımız ufacık alanlara sevinir hâle gelmişiz. Hâlbuki yaşamak bizimdir. O ne der, öbürü ne ister diye diye başkasına ait bir ömrü tüketmek zorunda değiliz hiçbirimiz. Abasıyanık, "Küçücük hürriyetler değil, alabildiğine yüz verilmiş bir çocuk hürriyeti istiyordum." der. Uzun günler var düşünecek. Bir kere yaşıyor insan unutmayın.

                                      💮


Güneş tutulması esnasında doğan tek çocuk bendim. Dolayısıyla diğer insanların yapamadığı şeyleri yapan tek kişi olma ihtimalim yüksekti.  Belki de bundandı kimseye kolay kolay denk gelmeyecek olayları yaşama olasılığımın fazlalığı... Bu yüzden hep farklı hissettim kendimi; ya da bir şekilde hissettirildim. Yalnızca anacığımın gözünde değil, köydeki konu komşuların nazarında dahi ayrıcalıklıydım. Kimi içten bir gülüş içerisinde, kimi bana uzatılan en büyük elmada, kimi onca çocuğun içinde bi’ benim başımın okşanmasında fark ederdim. Bunların hepsi özel olduğumdan değil de, ruhumun eksik ve kırık dökük yanını onarmak içindi belki de. Kim bilir? İnsanın ruhu ne vakit eksik kalırmış tâ o zamanlarda tecrübe etmiştim. Yanıtı ise tek kelimeydi. Babasızlık...

   Siz hiç babanızın aynı anda var olup yok olduğunu bilir misiniz? Cevabınız hayır ise hiç bilmeyin o vakit garip bir şekilde can acıtan bu sızıyı. Ben babamı bildim bileli gemilerde çalışırdı vakti zamanında, yabancı ülkelere giden... Bir yılın topu topu iki ayı bizimle olur geri kalan sekiz ayda ise deniz ve mehtap daha fazla görürdü onu. Bu çocuk dünyama yapılan büyük haksızlık değil de neydi acaba? Babama en fazla ihtiyaç duyduğum anda yanımda olmaması, ettiğim kavgalarda değil yanımda arkamda dahi duramaması çok ama çok kötü bir duyguydu. Üzerinden geçen onca seneye rağmen o hissin eskimemesi yüreğimin üzerinde dönüp duran bir lanet olmasıdır belki de.
   Bir keresinde Muhtar’ın oğlu Avni; “ateşlenip hasta olduğum zaman canımın istediği her şeyi annem bulup buluşturur” demişti. O sözler zihnime, yüreğime bir kitabe misali öylesine kazındı ki; ilk fırsatta denedim. Önce hasta olup ateşlenmem gerekiyordu aklımdakini yapmam için. Ben de oldum… Sınıftan aldığım tebeşirleri ezip suyla yuttuktan sonra gün içerisinde istediğim ateşe kavuşmam zor olmadı. Anacığım yatak döşek yatırıp üzerime titrerken; gözleri nemli bana baktı. Onun içinde kolay değildi kadın başına çocuk büyütmek. Kederli bir iç çekişin ardından nasırlı elleri yüzümde dolaşıp hafifçe eğildi üzerime. “Bir isteğin var mı oğlum?” İstediğim soru nihayetinde gelmişti. Sesimi aramak için ağzımı açtığımda son derece paslı bir cızırdamayla döküldü kelimeler dudağımdan. “Babamı istiyorum anne.” 
   Gözünden önce bir damla yaş düştü ve hemen peşi sıra takip etti sağanakları. Ağladı annem. Anlamadım o zaman neden ağladığını, anlamda veremedim ayrıca. Zaten üzerinde dahi durmadım benim istediğim sadece babamdı. Babam… Avni ateşlenince istediği her şeyi bulup getiriyorsa anası, benim istediğim maliyeti olmayan bir şeydi ve benim anamda getirebilirdi öyle değil mi? Çünkü babamdı benim istediğim. Sadece babam. Sonuç itibarı ile ben o zaman sadece ateşlendiğimle kaldım çünkü ne babam geldi, ne de benim hastalandığımdan haberi oldu. Anacığımın yaptığı ilaçlarla sıkı bir terledim sonrasında attım ateşi; ama yüreğimdeki kor alev alev yanıyordu hâlâ. 
   Günler günleri, haftalar haftaları ve aylar ayları kovaladığında nihayet babamın yılda bir kez kullanabildiği o iznini tüketme zamanı gelmişti. Annem günler öncesinden hazırlıklar yaptı elde olan imkânlarla. Babamın en sevdiği yemekler sürüldü ocağa. Eski zaman, yokluk çok ve hâliyle lüks bir şeyler insanın en sevdiği yemekler olmuyor. Ya turşu kavurmasıdır veya mısır ekmeği, belki de açılan yufkalara dökülen şerbetli uyduruk bir tatlı… 
   Velhasıl o gün gelip çatınca vardı babam evimize. Zihnimde büyüttüğümden mi yoksa gerçekte öyle olduğundan mı hâlâ bilemem bunu ama o gün çok büyük geldi babam gözüme. Belki de yüreğimdeki hasretin darası onu oldukça ağır kılmıştı görüş alanımda. Yüreğim kuş misali bir çırpınış içerisinde sevinçle babamın dizlerine sarıldığımda şefkatle eğilip aldı beni kucağına. Sıkıca sarılıp öptü siyah saçlarımdan ardından da yanaklarımdan. “Kuşlar söyledi beni çok özlemişsin öyle mi?” Babamın sorusuna gülümseyerek başımı salladım. “Çok özledim.” Dedim sonrada ekledim. “Peki, kuşlar hasta olduğumu ve senin gelmeni çok istediğimi de söyledi mi?” Anlamadığım bir şekilde annemle bakıştılar, sonra garip bir karartı çöktü gözlerine ve ardından yine sarıldı. Neşeyle gülümseyip ben de sarıldım. “Aslan Babam.” Hemen karşılık buldu sözlerim. “Aslan Oğlum.”
   O gün hiç babamın dizinin dibinden ayrılmadım. Nereye gittiyse ben de gittim peşi sıra. Elini tutarken göğsümü şişirdim, son derece gururlu bir eda ile. Babam yanımdaydı çünkü. Kaç gün bu şekilde birlikte gezdik bilmiyorum, saymadım. Sayılı günler geçer misali sözünün vuku bulmaması adına saymadım… Nihayet bir sabah uyandığımızda babam; “Yarın bayram” dedi ve ekledi. “Bugün sana bayramlık almaya gidelim pazara. Ne istersen alalım olur mu?” Bir şey söylemeden gülümseyerek salladım başımı. İçim kıpır kıpır yaptım kahvaltımı. Annemin sürdüğü kuru yağlı ekmeği yedim. Zeytinimi iki ısırıkla tamamladım ve midemin diğer boş kısmını babamın yüzüne bakarak doyurdum. 
   Kahvaltımızın ardından hep birlikte Pazar yerine indik yürüyerek. Kimi omuzlarında taşıdı babam kimi elimden tuttu ve beraber attık adımlarımızı. İnanılmaz keyif almıştım, daha dün gibi hatırımda yüreğimin o pır pır heyecanı… Pazar alanına geldiğimizde eksiğim ne varsa aldılar, kimisinde beğenip beğenmediğimi sordular kimisinde hiç sormadılar, sanırım en uygununu aldılar. Zaten benim de giysilere dair hatırladığım tek şey hepsinin iki beden büyük oluşu ve anacığımın “e seneye de giyer” sözleriydi. Neticede o zaman alınan kazağın, kolu söküldüğünde üzerime anca oluşuydu, o yıllardaki kıtlığın kanıtı.
   İkindi vakti girmek üzereydi biz pazardan çıktığımızda. Neşe ile sekerek yürürken; tezgâhta parıl parıl parlayan şey çekti dikkatimi. Büyülenmişçesine yürüdüm ona doğru ağzım bir karış açık, gözlerimde son derece hayranlık anlatan bakışlar eşliğinde… Elimi uzatıp dokundum ve usulca gezdirdim parmaklarımı. Sonra başımı hafifçe kaldırdım babama doğru. “Çok güzel” dedim ve hemen ekledim “benim olabilir mi? Alır mısın bunu bana?” Babamın vereceği tepkiyi korkarak beklerken; aldığım yanıt gülümseme ve başını “evet” anlamındaki sallayış oldu. Bundan sonrası ise hızlı çekim misali gerçekleşti. Babamın fiyatını soruşu, parasını cebinden çıkartıp uzatışı, ardından file torbamıza koyup yanımıza alarak evin yolunu tutuşumuz.
   Yol boyunca anacığımın elindeki torbaya baktım, nasılda bana bakıp parıldıyordu. Ona her bakışımda kalbim kıpır kıpır yapıyorsa bu bir aşk olabilir miydi acaba? Sahi aşk neydi? Köyde bazen ablalar, abiler konuşur bizim aracılığımızla mektup yollarlardı birbirine. O halde mektup yollamak mıydı, yoksa atma türkü tüttürmek miydi aşk? Düşüncemle omuzlarımı silkerken; boş verdim önceki yarım yamalak öğrendiğim bilgilere.  şık olmak istemek ve onun varlığına ihtiyaç duymaktı bence. Ben eğer onu çok istediysem varlığına ihtiyaç duyduysam ona âşıktım ve o da benim ilk aşkımdı öyleyse. Hem ilk aşkım, hem ilk kalp tutulmam. 
   Heyecan kalbimi esir alıp yol boyunca beni soluksuz bırakırken; bedenimde ve ruhumda tarifsiz tatlar yaşamama sebep oluyordu. Akşam ezanı okunmadan eve varmıştık. Aldığımız bayramlıkları her gece yattığım divanın karşısındaki sedire dizdik, babamla. İlk aşkımı da koydum hemen yanı başına. Ekseri erken yatmayı sevmezken, şimdi bir an evvel uyumak istiyor sabah olunca doludizgin bir bayram yaşamak istiyordum ilk aşkımla. Bu heyecanımı anlayan annem evvela yıkadı beni. Her tarafımı beyaz sabunla köpürtürken; “her çocuk arife günü yıkandı mı arife çiçeği olur” dedi. Tabi yine anlamadım. Sahi bu büyükler neden çocuklarının kalbinden veya dilinden konuşmuyordu da bizlerin bunu kendi dünyamızda anlamamızı istiyordu bilmiyorum. Şimdi yetişkin olup bu ve buna benzeri sözleri hâlâ idrak edemiyorsam, gönlümün o yıllarda kaldığının emaresidir belki de bu…
   Annemin beni kurulayıp, pamuklu pijamalarımı giydirmesi ve babamın kucağına alarak divandan bozma, geceden geceye hazırlanan seyyar yatağıma yatırmasıyla gün son buldu artık. Işıklar kapanıp gözlerim ona takılı kalmış bir şekilde daldım uykuya. Gözümü açıp kapama ile geçen zamanın ardından gün ağarmış bayram sabahına merhaba demiştik sonunda. Oldukça neşeli geçen ve ne yediğimi hatırlamadığım kahvaltı sonrası giyindim bayramlıklarımı. Babamla bayram namazı için evden çıkmadan ilk aşkımı da aldım yanıma. E, onsuz gidemezdim, ben nereye o oraya. Birlikte sekerek yürüdük yolları, birlikte tırmandık onca merdivenleri ve birlikte girdik camiye. Yanı başıma iliştirdim onu. Arada bakıştık birbirimize...
   Kılınan namazın, cemaatin birbiri ile bayramlaşmasının ardından tekrar evin yoluna revan olduk babamla. Kapıda bizi bekliyordu annem; babamın elini öpüp bayramlaşınca ben de aynı şekilde öptüm babamın ve ardından anacığımın elini… Sonrasında hep birlikte gezdik büyüklerimizin evini ve onlarla bayramlaştık. Bu esnada tabi ilk aşkımda yanımdaydı hep. Dedim ya; ben nereye o oraya… Nihayet ziyaretlerimizi bitirip eve döndüğümüzde sokakta oynayan arkadaşlarımın yanına katıldım. Olgunda olsam çocuktum nihayetinde ve oynamak hakkımdı. Koşmaya başladık, tatlı bir eğime sahip olan güzel bayırdan aşağıya. Sanki dizlerimizin kesildiğini hisseder oluyor, arada çığlıklar koparıveriyorduk dudaklarımızdan. Ah nasılda güzeldi… 
   Sonrasında dere kenarına vardık. O gün akan suya baktığımda garip bir hüzün çöreklendi küçük yüreğime, şimdi dahi anımsadığım garip bir duygu eşliğinde... Geri dönmek istemiştim, sanki benden alıp götüreceği şeyleri sezmiştim. "Gel, suya ayaklarımızı sokalım." Avni'nin beni dürtükleyerek söylediği sözler üzerine iç çekerek geldim kendime. Başımı "tamam" dercesine sallayıp çok da iradem dâhilinde olmayacak bir şekilde adımlarını takip edip onunla birlikte oturdum düzlüğe. Ardından isteksiz bir şekilde çektim kucağıma ayağımı. Usulca dokundum ilk aşkım dediğim pabuçlarıma. Ayağımdan yavaşça çıkarıp bıraktım yanıma. Bir gözüm onlarda, diğer gözüm ayaklarımı ileri geri yapıp köpürttüğüm sularda. İçimden atamadığım hüzün öyle yoğundu ki arada Avni bana su fırlatsa da değişmiyordu bu. Fırtına öncesi sessizlik misaliydi her yer.
   Ben dalgın dalgın sulara baktığım sırada arkamızda koşturan çocukların sesi ve hareketleri artmış arada bize çarparak sendelememizi sağlıyordu oynadıkları plastik top… Dakikalar ilerledikçe bu temaslar artmış benim huzursuzluğumu ikiye katlar olmuştu. “Ben artık gideyim.” Diyerek Avni’ye düşüncemi bildirip karşılığında onun başını sallamasıyla aldığım cevabın üzerine ayağa kalktığım sırada top önce bana sonra pabucuma çarptı… Ve hiç olmaması gereken bir şey olup dereye düştü teki… 
   Gözlerim yuvalarında irice açılıp ona bakarken çoktan suyun kuvvetiyle aşağıya doğru salınmaya başlamıştı. “Ayakkabım.” Diyerek bağırıp hızla yalınayak koşmaya başladım, ayağımın altındaki çakıl taşlarını önemsemeden. Koştum, koştum, koştum. O güne kadar bildiğim tek hız türü; ışık hızıydı; ama o saniye bu bilgiye birde suyun akış hızı da eklendi. O kadar süratliydi ki yetişemedim ve kayboldu görüş alanımdan. Gözümden hızla yaşlar süzülürken tekrar döküldü dudaklarımdan canımı acıtan kelime. “Ayakkabım.” 
   Bir insan kayıp giden bir ayakkabı için bu kadar gözyaşı döker üzülür müydü hiç? Ben üzülmüştüm işte. Peki, bir insan bir ayakkabıya âşık olabilir miydi hiç? Ben olmuştum işte… Sebebi babamla birlikte almış olmam mı, yoksa babamın almış olması mı bilemem ama o kayıp giden ayakkabı benim ilk aşkım ve ilk kalp tutulmamdı. Herkes kendi yaşadığını bilip; ona üzülüp sevinirken; yaşadığım ilk kalp tutulmamı baş edemeyecek kadar büyük bir olay olarak görmem çok da manasız değildi bence o yaşımda. Yetmiş yaşındaki dedem dahi “bu hayatta ne yaşadın diye?” diye sorulmuş bir soruya “bu ahir ömrümde yaşadığım sadece bir gündür, o da bugündür.” Cevabını veriyorsa eğer; on senelik yaşamımda hissettiğim ve tattığım ilk aşk, ayakkabılarıma olanı ve en büyük acı da yine onu kaybetmem olması çok da olasılıksız değildi herhâlde... 


                                       💮


Esra Uzun - Kalbimdeki Tutulma


Şu asırda her şey öyle hızlı öyle hızlı ki, çabucak tüketiyoruz birbirimizi. Uzun sessizliklerle tanışıyoruz sonra. Konuşacak, gülecek, ağlayacak ve hatta kavga edecek meselemiz bile kalmıyor hâliyle. Tom McCarthy, "İnsanlar başkalarına kendileri hakkındaki her şeyi anlatsalardı çok sıkıcı bir dünyada yaşıyor olurduk." der. Galiba biraz yavaşlamak gerek.

                                                   💮


Burada tam anlamıyla sokak sesleri vardı: Uzaktan geçen arabalar, otobüsler, trenler, uçaklar, şehirlerin sahip olduğu o mutat bastırılmış harıltı. Yukarıda üçüncü katta çocuk, gamlarını sıralamaya başlamıştı Bunlar piyanistin penceresinden dökülüyordu ama merdiven boşluğunda duyulan kendi çalışı gibi boğulmuyor, yaz havasına saçılıyordu. Ciğerci kadının, neredeyse tam tepemdeki mutfağının dışındaki vantilatörden dışarı pompalanan dumanı görebiliyordum. Kendi banyo penceremin pervazını görebiliyordum ama camını göremiyordum: Açı çok dikti. Motosiklet meraklısı üç metre kadar solumda duruyordu. Somuna vurmayı bırakmış, şimdi çeviriyor bir şeyi gevşetiyordu. Motosikletin motorunun altında toprakta bir yağ lekesi oluşmuştu: Gölge gibi duruyordu ama daha yoğun bir şeydi. Bir süre bu lekeye bakarak motosikletinin yanında durdum ve "İşin bittiğinde onu öylece bırak," dedim.

   "Neyi bırakayım," diye sordu başını kaldırıp, biraz gözlerini kısıp bana bakarak.
   "O lekeyi bırak," dedim.
   "Ne demek bırak, yani," diye sordu.
   "Yani dağıttırma veya üstüne örttürme. Daha sonra onu kaydetmek isteyebilirim."
   "Kaydetmek mi," diye sordu.
   "Her neyse," dedim. "Şunun silinmesine izin verme. Anladın mı?"
   "Evet," dedi. "Tamam."
   Onun yanından ayrılarak salıncaklara doğru yürüdüm. "Kaydetmek" ile neyi kast etmiş olduğum onun üstüne vazife değildi. Neyi kast ettiysem kastetmiştim işte: Ona söylediklerimi yapsın diye para ödüyordum. Pis herif. Gerçi gerçekten de lekeyi kaydetmek istiyordum: Biçimini, tonunu. Bunlar önemli şeylerdi ve bunları kaybetmek istemiyordum. Daireme dönüp bu lekenin suretini çıkartabilmek için bir parça kâğıt almayı düşündüm ama bunu daha sonra, onun olmadığı bir zaman yapmaya karar verdim. Gerçi yağmur yağarsa... Salıncaklardan birine oturarak gökyüzüne çevirdim bakışlarımı. Yağacağa benzemiyordu: Tek tük dalgalanan bulutların geçtiği mavi bir gök vardı. Bir süre salıncaktan aşağıya süzüldüm, salıncak ileri geri sallanmaya devam etsin diye ittirdim ve sırt üstü salıncağın altına uzanarak tepemde, göğün altında sallanışını seyrettim. Dalgalanan bulutlar yavaşça, salıncak ise hızlı hareket ediyordu. Mavi kıpırtısızdı ama yüksekten uçan iki uçak, arkalarında bıraktıkları buhardan izle gökyüzünü parçalara bölüyorlardı, aynı Naz ile benim şehre raptiye ve iğnelerimizle yaptığımız gibi. Sırtüstü yatmaya devam ederek, kollarımı otların üzerinde iki yana doğru uzattım, o karıncalanma hissi bütün bedenime yayılıncaya kadar avuçlarımı açtım. Orada çok uzun bir süre her yanın karıncalanarak ve gökyüzüne bakarak yattım kaldım.


                                                💮


Tom McCarthy - Kalan

Çevirmen: Çiğdem Erkal İpek, Jaguar Yayınları, s.160-161


Dünya çirkinleştikçe, insan eskiyi özlüyor. Nerede o eski dünya nerede birbirimizi tüketmediğimiz akşamlar. O günleri görmeyenler bile zihninde bir kent kurmuş onu düşlüyor. İsmet Özel bir başka şiirinde "Yazık ki uzaktır kuşları, sokaklarıyla bizim olan şehir." derken -belki de- bundan bahsediyor. O uzaklarda esir alınmış şehir o uzaklarda bizi bekleyen huzur ve o sokaklar ve o kuşlar... Elbet var olmak için bir yol bulacak. Yıkılmayın sakın! 

                                      💮


Benim adım insanların hizasına yazılmıştır.

Her gün yepyeni rüyalarla ödenebilen bir ceza bu.
Keşke yağmuru çağıracak kadar güzel olmasaydım

Ölüm ve acılar çatsaydı beni
Düşüncem yapma çiçekler kadar gösterişli ve parlak
Sözlerim ihanete varacak doğrulukta olsaydı.
Anmaya gücüm yetseydi de konuşsaydım
Diri-gergin kasları konuşsaydım
“Kardeşler! ” deseydim “Kardeşlerim! ”
“Bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan
“Bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan
“Bakın yaklaşıyor...”
Yazık, şairler kadar cesur değilim
Çocukların üşüdükleri anlaşılıyor bütün yaşadıklarımdan
Gövdem kuduz yarasalarla birazcık yatışıyor.

Benim gövdem yıllar boyu sevmekle tarazlandı

Öyle bir çalımlarla gecenin çitlerinden atlardım
Bir güneş sayardım kendimi denizin karşısında
Çünkü çam kokularına sürtünüp ağırlaşan ruhların
İnanmazdım dosyalara sığacağına
Gittikçe ışıldardım dükkânlar kararırken
Hüznün o beyaz etrafına sakallarım batardı.

Benim adım bilinen cevapların üstüne mühürlenmiş

Ellerim tütsülenmiş
Evlerin yeni yıkanmış serin taşlıklarında
Dirgenler, bakraçlar, tornavidalar
Bende kül, bende kanat, bende gizem bırakmadılar
Ve içinden bir baş ağrısı gibi çınlamaktansa
Gövdem açık bir hedef kılındı belâlara.
Ve bu yüzden yakışıksız oluyor
İnsanları hummalı baharlar olarak tanımlamak
Ve bu yüzden göğsümde dakikalar
İnce parmaklar halinde geziniyor
Konvoylar geçiyor meşelikler arasından
Bir yaprak kapatıyorum hayatımın nemli taraflarına
Ölümden anlayan, ciddi bir yaprak
Unutulacak diyorum, iyice unutulsun
Neden büyük ırmaklardan bile heyecanlıydı
Karlı bir gece vakti bir dostu uyandırmak.

(1972)

                                      💮

İsmet Özel - Karlı Bir Gece Vakti Bir Dostu Uyandırmak

Erbain Kırk Yılın Şiirleri, TİYO Yayınları


Bazı anılar fena hâlde aklımıza kazınmıştır. Aylar, yıllar geçse bana mısın demez; her hatırladığımızda sanki o anı tekrar yaşarız. Nazlı Eray, "Anılar hiç yaşlanmaz ki. Hep onları anımsadığımız gibi kalır." der. Madem ki anılar yaşlanmıyor -belki de- onlarla barışmak gerekiyor. Bizi biz yapan değil mi yaşadıklarımız?

                                                   💮


 Gece zamanı. Ankara'daki evimin karşısındaki kaldırımdayım. Hafif bir gece yeli çıkmış, sokaktaki akasya ağaçlarının yapraklarını hışırdatıyor. Pencerelere bakıyorum. Ev kapkaranlık. İçeride kimse yok. Kaldırımda bir aşağı, bir yukarı yürüyüp arka tarafa, yatak odası pencerelerine bakıyorum. Kimsecikler yok. Ev karanlıklara gömülmüş. Daha İstanbul'dan dönmemiş. Hiçbir şeyden haberi yok. Evimi dışarıdan izliyorum. İki gün önce, yalnızken, bütün eşyalarımı taşıdım oradan. Çiçeklerimi, bana ait olan kasetleri, duvardaki batik tablolarımı, gece elbiselerimi, şifonları, şişe şişe parfümlerimi, fotoğraflarımı... Her şeyimi toparlayıp çıkarttım evden. 


   Ev şimdi yapayalnız. Yıllardır alıştığım yatak odamı, yatağımı örten üstü rengarenk tropik desenli nevresim takımlarımı, tuvalet masasının üstündeki renk renk, boy boy parfüm şişelerini, yattığım yerden izlediğim ufak televizyonumu, gece haberlerini; balkon kapısının yanında yerde, köşede duran, iki yıl önce Abidinpaşa'daki bir çiçekçiden almış olduğum, sürekli pembe katmerli çiçekler açarak bana mutluluk veren açelyamı: rafın üstündeki telefonumu; yanında duran, anne ve babamın sekiz dokuz ay önce çekilmiş fotoğraflarını eski halleri ile düşünüyorum.

   İki gündür televizyon izlemiyorum. Her gece odamda yapmaya alışkın olduğum şeyleri yapmıyorum.
   Oda şimdi, Las Vegas'taki ucuz bir otelin kumarbaz müşteri tarafından özensizce terk edilmiş halini anımsatıyor. Her şey yerinden kalkmış. Boşlukların üstüne tozlar inmiş. Boş dolapların kapıları açık. 
   İşte şimdi, karanlık kaldırımda durmuş, evimi garip duygular içinde dışarıdan izliyorum. Kitaplar, kasetler, maskeler ve çiçeklerle dolu salon gözümün önüne geliyor. Duvarlardaki çeşitli ülkelerden gelmiş maskeler sanki bir ağızdan bağırıyor bana, "Gelsene, nereye gittin?" diye. 
   Salondaki mermerden şöminenin üstündeki içi pilli, bir İtalyan'a ait olan kurukafa, var gücü ile sesleniyor: "Gelsene evine! Neredesin, ne yapıyorsun? Niçin evini karanlıkta, dışarıdan bir hırsız gibi izliyorsun?"
   "Susun!" diyorum. "Susun lütfen!" Olduğum yerde tir tir titriyorum. Oysa gecenin havası sıcak. Sesimi duyunca, hepsi bir ağızdan daha hızlı bağırmaya başlıyorlar: 
   "Oradasın, ağacın arkasındasın! Görüyoruz seni!" 
   Kurukafanın da sesi ne güçlüymüş. 
   "Mutfakta akşamları, sevdiğin tahta masanın başına oturup kendi kendine müzik dinleyerek kafesteki kuşlarını izlediğin saatleri hatırlıyor musun?" diyor. "Frijiderden bir kutu süt açıp içer ya da uyumak için odana gitmeden önce hafif bir neskafe yapardın kendine. Mavi Çin porselen fincanından yudumlardın onu. Saat tam on iki olunca, duvardaki takvimin yaprağını kopartır, üstündeki resme şöyle bir bakar, o günkü niyetini okurdun. Sonra da kuşların yanında duran, Bodrum'dan, Hasan'ın serasından getirdiğin kaktüsüne çok az su verirdin. Neredesin şimdi?" 
   "Susun!" diye bağırıyorum. "Susun. Bunalıyorum. Yaşamımın hiçbir devresinde evimi böyle dışarıdan seyretmemiştim. Susun!"


                                                   💮


Nazlı Eray - Uyku İstasyonu

Everest Yayınları, s.35-36




Ortalık bir yığın tuhaf insanla dolu. Neredeyse herkes şirazeden çıkmış. Artık gördüğümüz, duyduğumuz meseleler birazcık delirtse oh diyoruz, her şey yolunda, razıyız rezaletin birazına! Bütün bunlar mutsuz, huzursuz, güvensiz bir hâle sokuyor bizi. Farkında olmadan eriyor ruhumuz. Tanizaki, "Ancak insan bir kere şüphe duymaya başladımı neye inanacağını pek bilemez." der. Yaşadığımız şey tam olarak bu. Neye inanacağımızı şaşırdık. Kitaplar da olmasa...

                                                  💮


Ne hata! Olağandışı bir kadının çekip gitmesine göz yummuştum. Aklım başımdan gitmiş bir hâlde, yılgınlık içinde yere vuruyordum ayaklarımı. Günlüğün sayfalarını çevirdikçe her türlü betimlemeye karşılık düşen daha fazla fotoğraf çıkıyordu karşıma. Yavaş yavaş küçük ayrıntılara yoğunlaşmaya başlamışlardı, bazı bölümler ayrıca büyütülmüştü: Burnunun biçimi, gözlerinin şekli, dudaklarının, parmaklarının biçimi, kolunun, omuzlarının, sırtının ya da bacaklarının kıvrımları, bileği, topuğu, dirseği, dizi, hatta ayak tabanı... Her birine sanki Eski Yunan heykeli ya da Nara'daki Budist imgelermiş gibi yaklaşıkmıştı. Bu açıdan bakıldığında Naomi'nin vücudu bir sanat eseriydi ve benim gözümde Nara'nın Buda'larından bile mükemmeldi. Gözlerim fotoğraflarda takılı kaldıkça içime derin, dinsel bir şükran duygusu da dolmaya başladı. Nereden esmişti aklıma da böyle ayrıntılı fotoğraflar çekmiştim sanki? Bir gün gelecek bu fotoğrafların hüzün dolu anılara dönüşeceğini mi sezinlemiştim yoksa o zamanlar?

   Naomi'ye duyduğum sevgi ve özlem artan bir hızla büyümeğe devam ediyordu. Gün sona ermişti; pencerenin gerisinde Çoban yıldızı yanıp yanıp sönmeye başlamış, dışarıdaki hava iyice soğumuştu. O sabah saat on birden beri ne yemek yemiş ne de şömineyi yakmıştım; o kadar keyifsizdim ki, ışıkları yakmak bile gelmemişti içimden. Kararmakta olan evin önce ikinci katına çıkıp dolaştım sonra da birinci kata indim. "Sersem!" diye haykırdım, elimle kafama vurdum, suratımı sessizliğe gömülmüş, terk edilmiş atölye odasının duvarına yapıştırdım ve "Naomi! Naomi!" diye seslendim; sonunda, dilimde hâlâ tekrarlayıp durduğum adı, yüzükoyun yere uzanıp kaldım. Bir şekilde yolunu bulup onu yeniden geri getirmeliydim. Koşulsuz teslim olacaktım ona. Ne söylerse, ne isterse kabul etmeye hazırdım.
   Şimdi acaba ne yapıyordu? O kadar valizle muhtemelen Tokyo İstasyonu'ndan bir taksi çevirmişti. Eğer öyleyse Asakusa'daki evine varana kadar beş altı saatlik bir zaman dilimi geçmiş olmalıydı. Evdekilere neden kovulduğunun gerçek hikâyesini anlatır mıydı acaba? Yoksa, yenilgiden hep nefret etmiş birisi olarak, kendi hikâyesini uydurup kandıracak mıydı kardeşlerini? Senzoku'da o bayağı geçimleriyle uğraşan bir ailenin kızı olduğunun hatırlatılmasından nefret ederdi; görmezden gelinen bir ırkın üyeleriymiş gibi davranırdı ailesine ve neredeyse hiç gitmezdi ziyaretlerine. Bu hastalıklı aile ne tür onarıcı tedbirler almayı planlıyordu acaba şimdi? Kardeşleri muhtemelen ona, gidip özür dilemesini söyleyeceklerdi. O da sert tavır alıp, "Hayır, özür dilemeyeceğim, biriniz gelsin de alsın şu bagajları," diyecekti doğal olarak. Ve sonra da sanki ortada onu ilgilendiren herhangi bir şey yokmuş gibi espri yapacak, büyük laflar edecek, İngilizce deyimler döktürecek ve o sofistike elbiseleriyle takılarını gösterip hava atacaktı. Etrafındaki gecekonduları gezip çalım atmayı da ihmal etmezdi herhâlde.
   Ancak Naomi ne söylerse söylesin, olan olmuştu bir kere. 


                                                 💮


Cuniçiro Tanizaki - Naomi

Çevirmen: İlker Özünlü, Jaguar Yayınları, s.196-197


Şu zamanda ne çok yakınıyoruz olan bitenden. Herkesin dilinde bir felaket herkes mutsuz. Yakınan çok da; elini taşın altına koyan, koyana omuz veren yok, sesini çıkaran yok. Memnuniyetsizlikten memnunuz gibi. Ne tuhaf. Saramago'nun "Körlük"ünü hatırlayın: "Bazen sessiz kalmak en büyük alkışlamadır." O vakit, kötülüğün olduğu yerde sesimiz çıkacak. İnsana yakışan budur. 

                                                         💮


Harvard Üniversitesi'ne yeni bir öğretim üyesi seçerken belirleyici kriter, o kişinin uzmanlık konusunda üstün olması veya bu konuda ümit veriyor olmasıdır. Araştırma komitesinin konuyu ilgili bölüm düzeyinde değerlendirmesiyle başlayan süreç, konunun sanat ve fen bilimleri fakültesi dekanına sunulmasıyla devam eder ve son karar, üniversite içinden ve dışından özellikle bu durum için oluşturulmuş bir komite ile birlikte çalışan Harvard başkanı tarafından verilir. Bu noktada sorulan soru şudur: "Bu kişi, kendi uzmanlık alanı içerisinde dünyadaki en iyi aday mıdır?" Öğretmen seçiminde ise "Aday, öğretmenlik yapacak yetkinlikte midir?" kadar basit bir soru yeterli olmaktadır. Tüm bunların amacı, birçok birinci sınıf uzmanın bir arada bulunduğu bir çeşit süper organizma oluşturup okulu hem öğrenciler hem de finansal destekçiler için çekici hale getirmektir.

   Oysa ciddiye alınabilecek değerdeki yaratıcı fikirlerin oluşmasındaki ilk aşama uzmanlık değildir. Aslında başarılı olmuş bilim insanları hem şairler gibi derin ve olağanüstü bir düşünce yapısına sahiptir hem de defter tutan muhasebeciler gibi durmadan yazarlar. Dünyanın bildiği ise sadece ikinci özellikleridir. Bir bilim insanı bilimsel bir dergiye makale yazarken ya da bir konferansta konuşma yaparken metafor kullanmaktan kaçınır. Söz sanatları ya da şiirsellik etkisinde olmakla suçlanmamaya dikkat eder. Duyguları ifade eden sözcükleri sadece giriş paragraflarında ve veri sunumu bittikten sonraki tartışma bölümünde, sadece ve sadece teknik içeriğin anlamını güçlendirme koşuluyla kullanır. Bu sözcükler, dinleyicilerin duygularını hareket geçirmek amacıyla kesinlikle kullanılmaz. Yazarın dili her zaman ölçülü ve sunumu yapılan gerçeğin mantığına sadık olmalıdır.
   Şiir ve diğer yaratıcı sanatlarda ise bunun tam tersi geçerlidir. Burada metafor her şeydir. Yaratıcı yazar, besteci veya görsel sanatçı, neredeyse her zaman dolaylı ve soyut anlatımları seçer, onları kendi bakış açısıyla ve gerçek ya da hayali herhangi bir şeyle ilgili uyandırmak istediği hislere göre kasıtlı olarak soyutlar veya deforme eder. Amacı, insanın deneyimlediği bazı gerçekleri özgün bir şekilde ortaya koymak ve bunları insan yaşamından süzerek kendi zihninden bizimkine geçirmektir. Bu sanatçıların eserleri, metaforlarının gücü ve güzelliği ile ölçülür. Picasso'ya atfedilen "Sanat, bize gerçeği gösteren bir yalandır." sözüne biat edilir.
   Eğer dikkatli ve ayrıntılı bir inceleme yaparsak şöyle şaşırtıcı bir sonuca varırız: Yaratıcı sanatlar ve onları inceleyen insani bilimler özünde aynı bildik hikâyeden, aynı temalardan, modellerden ve duygulardan beslenmektedir. Bizler okuyucu ola insanmerkezliliğe, kendimizi ve türümüzü yüceltip göklere çıkartmaya o kadar bağımlıyızdır ki, bunu umursamayız bile. En eğitimlimiz bile, aslında Homo sapiens'te teşhis edilen o son derece ilkel duyguyu uyandırmak için tasarlanan romanlardan, filmlerden, konserlerden ve dedikodulardan beslendiğinin farkına varmaz. Hayvanlarla ilgili öykülerimiz bile, ancak insan doğası üzerine yazılmış bir el kitabını yalayıp yuttuktan sonra anlaşılabilecek yoğunlukta insansı duygular ve davranışlar içerir. Çocuklara insanları öğretmek için bile karikatürize edilmiş hayvanları, hatta kaplanlar gibi yırtıcı hayvanları kullanırız.
   Biz insanlar, özne kendimiz, tanıdıklarımız veya tanımak istediklerimiz olduğunda merakını doyuramayan bir türüz. Bu alışkanlığın kökenleri çok eskilere, primat ailesinin evriminden önce yaşamış türlere kadar uzanır. Örneğin kafesteki maymunlara dışarıya bakmaları için izin verildiğinde, maymunların ilk dikkatlerini çeken şeyin diğer maymunlar olduğu gözlemlenmiştir.
   İnsanmerkezliliğin -kendimize duyduğumuz hayranlık da denebilir- işlevi, insanın Dünya'daki tüm canlı türleri içinde en yetkin olduğu toplumsal zekâ becerisini keskinleştirmektir. Bu özellik Afrikalı austrapolopitekus ön insandan Homo sapiens'e uzanan, beyin zarının evrimiyle paralel ilerlemiştir. Dedikodu yapmak, ünlülere duyulan hayranlık, biyografiler, romanlar, savaş hikâyeleri ve spor sohbetleri gibi konuların modern dünyaya ait ögeler olmasının sebebi, diğer insanlara duyduğumuz yoğun, hatta neredeyse takıntı derecesinde diyebileceğimiz bu ilginin aslında bireylerin ve grupların hayatta kalmasını sağlıyor olmasıdır. Öykülerle yakından ilgileniriz, çünkü beynimizin işleyişi, geçmiş ve gelecekle ilgili senaryolar arasında sürekli gidip gelmek şeklinde gerçekleşmektedir.


                                                    💮

Edward O. Wilson - İnsan Varlığının Anlamı

Çevirmen: Zeynep Sezer, Olvido Kitap, s.32-34



Tuhaf günler yaşıyoruz. Bir şeyler yolunda gitmiyor. Bir çıkış yolu arıyoruz da, kitaplara ve şiirlere sığınıyoruz. Bleda Yaman, "İyi değilim Mahbube." diye sesleniyor ya, tıpkı böyle hissediyoruz: "İlk kez bulutlar yük üzerimde ve ilk kez yolculuk uzun. Kimse farkında değil huzursuz olduğumuzun." Galiba bu kez hakikaten kimse farkında değil. Yine de güzel düşünmeli ki güzellikler olsun.

                                                          💮


Heybemde en sunturlu küfürleri saklıyorum.


Sığınmışım çığlık çığlığa düşünmenin gölgesine,

gözümü yumdum ebabil kuşlarının sesine.
Fillerin amansız ağlayışını bekliyorum.
Bana katran bu nefes, bana zûl bu savaş;
fildişi kulesi gönüllere
tırmanıyorum yavaş yavaş!
Meşrebime sığmaz inan isteksiz bir ölüm
ve sümbüllenen düşleri bir çırpıda soldurmak.
Gözlerimiz aydınlık afakın hasretini taşır,
hangi karanlık cesaret eder de hayâle sataşır?
Mugayyeb aşkların mâruf adamları
tütüne boğarken her geceyi,
sallanır bir yerlerde tahtları yıldızların.
Öcünü öğütürüz bayrak gibi kızların…
Şimdi lehimli acılarımızı süslemeyi yasaklıyorum.
Heybemde en sunturlu küfürleri saklıyorum.


                                                          💮


Bleda Yaman - Sanrı

Ayarsız Dergi



Ne kadar da bunaldık kalabalıklardan. Koca koca şehirler, dev binalar, geniş caddeler... Bunaldık, yetti artık, değil mi? Steinbeck, "Kimsesi yoksa delirir insan. Kim olduğu hiç önemli değildir, yeter ki yanında biri olsun. İnanın bana, insan fazla yalnız kaldı mı, hastalanır." der. Kalabalıklardan kaçmak isterken uzun yalnızlıklara düşmemeli. İnsan, dilediğine dikkat etmeli.

                                                   💮


Köylülerden biri itiraz etti:

   - Öyle deme Hüseyin Ağa. Bizler bilmeyiz ama büyüklerimizden böyle duyduk. Hazreti Ali efendimizin sesiyle ötüşürmüş turnalar… Onun bastığı yerlerden, gagalarında toprak getirirlermiş… O toprak bereket sunarmış bu yaylalara…
   - Ben de dedemden duymuştum. Turna Baba, göç vakti müritlerini burca ateş yakmak için görevlendirirmiş. Son turna katarı da burcu geçinceye kadar, Turna Çerağı’nı her gün bir mürit yakarmış. Bir sabah Turna Baba uyanmış ve evinin üstünde çığlık çığlığa bir turnanın semah döndüğünü görmüş. O gece nöbette olan müridini yanına çağırmış ve ona “başın sağ olsun”, demiş. Baba'nın o müride neden böyle söylediğini önce hiç kimse anlamamış. Sonra köye bir haber yayılmış ki, müridin sevdiği kız, o gece ölmüş... Meğer o gece, ateş yakmakla görevli mürit, hayli odun yığıp ateşe verdikten sonra, nefsine uyup gizlice sevdiği kızı görmeye gitmiş. Fakat o gelene kadar ateş sönmüş, küllenmiş. O gece burcu geçen turna katarından, bir dişi turna kayalara çarparak ölmüş… Baba'nın evinin üstünde inleyerek semah dönen turna da, burca çarpan o turnanın eşiymiş... O günden sonra ateş nöbetini tutmayan mürit “düşkün” olmuş. Köyü terk edip gitmiş…
   Perili Koca'yı şehre götüren kafile, bir süre sonra gözden kayboldu. Köylülere sorular soruyor, iki gündür bu esrarlı beldenin sırrına ermek istiyordum. Çoğu kez “Perili bilir” diye cevap veriyorlardı. Turna Baba'nın izinden giden son mürit ve turnalar burca çarpıp ölmesin diye yıllardır Turna Çerağı'nı yakan Perili Koca'nın ise şehirden sağ salim dönmesi zordu.
   Göç yolunu aydınlatan ve turna katarlarına yol gösteren Turna Çerağı, ilk kez yol düşkünü olan o müridin nöbetinde sönmüştü, belki bundan sonra hiç yanmayacaktı... Belki yine göç yolunu bulamayan turnalar burca çarpacak, kanatları kırılıp yaralanan turnaların eşleri de sabaha dek burcun etrafında inleyerek döneceklerdi. Ve nihayet çığlık çığlığa gökte pervaz eden vefa kuşları, ayrılık acısına dayanamayıp cansız birer taş gibi gökyüzünden kendilerini burçların kayalarına doğru salıvereceklerdi. Turna kırgını olacaktı ve bereketi kaybolacaktı bu toprakların... Belki hepimiz “düşkün” olup bu topraklardan sürülecektik…


                                                   💮


İmdat Avşar - Turna Çerağı

Türk Edebiyatı Dergisi, Ağustos 2018

Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa

ABOUT ME

I could look back at my life and get a good story out of it. It's a picture of somebody trying to figure things out.

POPULAR POSTS

  • DARIDERE KAMP ALANI
    Ulaşım Darıdere Mesire Yeri ve Kamp Alanı, Balıkesir, Altınoluk, Narlı Köyünden 13 km içeridedir. İzmir-Çanakkale yolu üzerinde Çanakkale yö...
  • Marcel Proust - Lemoine Vakası
    IV. HENRI DE RÊGNIER    Elması pek de sevmem. Güzel görünmüyor. İnsanın yüzünde bıraktığı o küçük güzellik, etkisindense daha çok yansımasın...
  • "Babam Beni Şah Damarımdan Öptü" - Ozan Önen
       İnsan, babası hayattayken, sanki tüm babalar hayattaymış gibi bir yanılgıya; babası öldüğündeyse sanki sadece kendi babası ölmüş gibi bir...
  • "Musa'nın Derinlerine Düşen Yutkunuş" - Ahmet Sarı
    Bir şeyleri paylaşmak için doğru zaman doğru mekân doğru vesaire ararken geçer zaman. Bilirsiniz. Mustafa Kutlu, "İnsanlar ölür ve cena...
  • VİETNAM SEYAHAT FOTOĞRAFÇILIĞI - ÜLKENİN EN İYİLERİ VE ÖNEMLİ NOKTALARI
    Fotoğrafçı Réhahn tarafından Vietnam Seyahat İpuçları  Fransız fotoğrafçı Réhahn şu anda Vietnam’daki kabilelerin 54’ünü fotoğraflamak için ...
  • CAMPING ADRİAKE
    Ulaşım Antalya'dan Demre'ye minibüsler ile ulaşabilirsiniz. Kamp alanı sahil kenarında. Demre merkeze geldikten sonra buraya ulaşım ...
  • "Bilinmeyen Sular" - Mevsim Yenice
    “Benim için daha iyi olacak,” diyor. Neden bahsettiğinden haberi yok, adım gibi eminim bundan. Yine de kafamı sallayarak destek oluyorum. ...
  • ERCİYES EKSPRESİ (ADANA - KAYSERİ TRENİ)
    Treni hangi operatör işletiyor? TCDD Taşımacılık Nasıl bir trenle seyahat edeceğim? Dizel lokomotifin çektiği vagon dizisi Seyahat seçenekle...
  • Çılga Cantürk - Mutlu Gel Huzurlu Gel
    MUTLU GEL HUZURLU GEL 21.. 6 Ocak 2017 anısına .. İnsan ne kadar sevildiğini ve bu zamana kadar neler yaşamış olduğunu aklının bir köşesinde...
  • APOSTİL NEDİR?
    Apostil belki de ilk defa duyduğunuz bir terim ve ne anlama geldiği hakkında hiç bir fikriniz yok. Belki de var nasıl yapıldığını bilmiyorsu...

Advertisement

Follow us on Facebook

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

EREN ARDA GÜLER. Blogger tarafından desteklenmektedir.

Featured Post (Slider)

Kötüye Kullanım Bildir

Archive

  • ►  2020 ( 184 )
    • ►  Mayıs ( 50 )
    • ►  Nisan ( 44 )
    • ►  Mart ( 17 )
    • ►  Şubat ( 73 )
  • ►  2019 ( 258 )
    • ►  Kasım ( 43 )
    • ►  Ekim ( 43 )
    • ►  Eylül ( 53 )
    • ►  Ağustos ( 6 )
    • ►  Temmuz ( 2 )
    • ►  Haziran ( 9 )
    • ►  Mayıs ( 16 )
    • ►  Nisan ( 56 )
    • ►  Mart ( 15 )
    • ►  Şubat ( 7 )
    • ►  Ocak ( 8 )
  • ▼  2018 ( 51 )
    • ►  Aralık ( 7 )
    • ▼  Kasım ( 8 )
      • "Kalbimdeki Tutulma" - Esra Uzun
      • "Kalan" - Tom McCarthy
      • "Karlı Bir Gece Vakti Bir Dostu Uyandırmak" - İsme...
      • "Uyku İstasyonu" - Nazlı Eray
      • "Naomi" - Cuniçiro Tanizaki -
      • "İnsan Varlığının Anlamı" - Edward O. Wilson
      • "Sanrı" - Bleda Yaman
      • "Turna Çerağı" - İmdat Avşar
    • ►  Ekim ( 7 )
    • ►  Eylül ( 3 )
    • ►  Temmuz ( 2 )
    • ►  Haziran ( 3 )
    • ►  Mayıs ( 1 )
    • ►  Nisan ( 4 )
    • ►  Mart ( 3 )
    • ►  Şubat ( 5 )
    • ►  Ocak ( 8 )
  • ►  2017 ( 11 )
    • ►  Aralık ( 1 )
    • ►  Ekim ( 10 )

Bu Blogda Ara

Blog Archive

  • ►  2020 ( 184 )
    • ►  Mayıs 2020 ( 50 )
    • ►  Nisan 2020 ( 44 )
    • ►  Mart 2020 ( 17 )
    • ►  Şubat 2020 ( 73 )
  • ►  2019 ( 258 )
    • ►  Kasım 2019 ( 43 )
    • ►  Ekim 2019 ( 43 )
    • ►  Eylül 2019 ( 53 )
    • ►  Ağustos 2019 ( 6 )
    • ►  Temmuz 2019 ( 2 )
    • ►  Haziran 2019 ( 9 )
    • ►  Mayıs 2019 ( 16 )
    • ►  Nisan 2019 ( 56 )
    • ►  Mart 2019 ( 15 )
    • ►  Şubat 2019 ( 7 )
    • ►  Ocak 2019 ( 8 )
  • ▼  2018 ( 51 )
    • ►  Aralık 2018 ( 7 )
    • ▼  Kasım 2018 ( 8 )
      • "Kalbimdeki Tutulma" - Esra Uzun
      • "Kalan" - Tom McCarthy
      • "Karlı Bir Gece Vakti Bir Dostu Uyandırmak" - İsme...
      • "Uyku İstasyonu" - Nazlı Eray
      • "Naomi" - Cuniçiro Tanizaki -
      • "İnsan Varlığının Anlamı" - Edward O. Wilson
      • "Sanrı" - Bleda Yaman
      • "Turna Çerağı" - İmdat Avşar
    • ►  Ekim 2018 ( 7 )
    • ►  Eylül 2018 ( 3 )
    • ►  Temmuz 2018 ( 2 )
    • ►  Haziran 2018 ( 3 )
    • ►  Mayıs 2018 ( 1 )
    • ►  Nisan 2018 ( 4 )
    • ►  Mart 2018 ( 3 )
    • ►  Şubat 2018 ( 5 )
    • ►  Ocak 2018 ( 8 )
  • ►  2017 ( 11 )
    • ►  Aralık 2017 ( 1 )
    • ►  Ekim 2017 ( 10 )

Combine

Horizontal

Vertical1

Vertical2

Gallery

Portfolio

  • Home
  • Features
  • _Multi DropDown
  • __DropDown 1
  • __DropDown 2
  • __DropDown 3
  • _ShortCodes
  • _SiteMap
  • _Error Page
  • Learn Blogging
  • Documentation
  • _Web Documentation
  • _Video Documentation
  • Download This Template

Footer Menu Widget

  • Home
  • About
  • Contact Us

Social Plugin

Contact us

About

Channels

  • abd
  • adana
  • afrika
  • afyon
  • ağva kilimli koyu
  • airport
  • almanya
  • amerika
  • andorra
  • anı harabeleri
  • ankara
  • antalya
  • apostil
  • app
  • araç
  • arkadaş
  • asya
  • Atatürk
  • avrupa
  • avusturya
  • ayder yaylası
  • balıkesir
  • balkanlar
  • bandırma
  • banka
  • bebek
  • belarus
  • bisiklet
  • bisikletli kamp
  • blog
  • blogger
  • bolu
  • bosna hersek
  • bursa
  • card
  • couchsurfing
  • çadır
  • çadır kurulumu
  • çalışmak
  • çıldır gölü
  • çin
  • çin seddi
  • çipli pasaport
  • denizli
  • doğa
  • doğu ekspresi
  • dolar
  • dost
  • dünya
  • e-pasaport
  • elazığ
  • en iyi bölgeler
  • erciyes ekspresi
  • erzurum
  • eskişehir
  • etik
  • euro
  • evcil
  • everest
  • festival
  • fırat ekspresi
  • fotoğrafçılık
  • galata kulesi
  • gecelemek
  • gezi
  • glamping
  • gümüşhane
  • güney kurtalan ekspresi
  • gürcistan
  • güvenilir
  • güvenlik
  • harcama
  • hava durumu
  • havaalanı
  • havalimanı
  • hayvan
  • hindistan
  • hostel
  • ısparta
  • iç anadolu
  • ingiltere
  • interrail
  • isic card
  • istanbul
  • iş
  • izmir
  • jet lag
  • kahvaltı
  • kamp
  • kamp alanı
  • kamp amerika
  • kamp eczanesi
  • kamp ekipman
  • kamp matı
  • kamp mutfağı
  • kanada
  • karadağ
  • karadeniz
  • karavan
  • karavan kampı
  • karesi ekspresi
  • karester yaylası
  • kars
  • kars kalesi
  • kart
  • kasım
  • kastamonu
  • kayak
  • kayak merkezleri
  • kayseri
  • kıbrıs
  • kış
  • kızılcahamam
  • kira
  • kocaeli
  • konaklama
  • kosova
  • kredi kartı
  • kutlama
  • küba
  • kültür
  • kütahya
  • macera
  • makedonya
  • malatya
  • maliyet
  • manzara
  • marmara
  • mil
  • miras
  • moldova
  • osmaniye
  • otel
  • outdoor
  • oyun
  • öğrenci
  • pamukkale
  • para
  • pasaport
  • rehber
  • rize
  • rota
  • rüzgar
  • sabahlamak
  • seyahat
  • sırbistan
  • sırt çantası
  • singapur
  • şile
  • tarih
  • tatil
  • tax free
  • tcdd
  • telefon
  • temizlik
  • tırmanma
  • travel
  • tren
  • türk lirası
  • türkiye
  • ucuz
  • uçak
  • ukrayna
  • uluslararası
  • uygulama
  • uyku tulumu
  • uyumak
  • uzungöl
  • ülke
  • üniversite
  • vanlife
  • vatandaşlık
  • verçenik yaylası
  • vergi
  • vietnam
  • visa
  • vize
  • vizesiz ülkeler
  • wordpress
  • work
  • work and travel
  • world
  • yapıt
  • yaz
  • yedigöller
  • yemek
  • yeşil pasaport
  • yeşillik
  • yurtdışı

Categories

  • abd
  • adana
  • afrika
  • afyon
  • ağva kilimli koyu
  • airport
  • almanya
  • amerika
  • andorra
  • anı harabeleri
  • ankara
  • antalya
  • apostil
  • app
  • araç
  • arkadaş
  • asya
  • Atatürk
  • avrupa
  • avusturya
  • ayder yaylası
  • balıkesir
  • balkanlar
  • bandırma
  • banka
  • bebek
  • belarus
  • bisiklet
  • bisikletli kamp
  • blog
  • blogger
  • bolu
  • bosna hersek
  • bursa
  • card
  • couchsurfing
  • çadır
  • çadır kurulumu
  • çalışmak
  • çıldır gölü
  • çin
  • çin seddi
  • çipli pasaport
  • denizli
  • doğa
  • doğu ekspresi
  • dolar
  • dost
  • dünya
  • e-pasaport
  • elazığ
  • en iyi bölgeler
  • erciyes ekspresi
  • erzurum
  • eskişehir
  • etik
  • euro
  • evcil
  • everest
  • festival
  • fırat ekspresi
  • fotoğrafçılık
  • galata kulesi
  • gecelemek
  • gezi
  • glamping
  • gümüşhane
  • güney kurtalan ekspresi
  • gürcistan
  • güvenilir
  • güvenlik
  • harcama
  • hava durumu
  • havaalanı
  • havalimanı
  • hayvan
  • hindistan
  • hostel
  • ısparta
  • iç anadolu
  • ingiltere
  • interrail
  • isic card
  • istanbul
  • iş
  • izmir
  • jet lag
  • kahvaltı
  • kamp
  • kamp alanı
  • kamp amerika
  • kamp eczanesi
  • kamp ekipman
  • kamp matı
  • kamp mutfağı
  • kanada
  • karadağ
  • karadeniz
  • karavan
  • karavan kampı
  • karesi ekspresi
  • karester yaylası
  • kars
  • kars kalesi
  • kart
  • kasım
  • kastamonu
  • kayak
  • kayak merkezleri
  • kayseri
  • kıbrıs
  • kış
  • kızılcahamam
  • kira
  • kocaeli
  • konaklama
  • kosova
  • kredi kartı
  • kutlama
  • küba
  • kültür
  • kütahya
  • macera
  • makedonya
  • malatya
  • maliyet
  • manzara
  • marmara
  • mil
  • miras
  • moldova
  • osmaniye
  • otel
  • outdoor
  • oyun
  • öğrenci
  • pamukkale
  • para
  • pasaport
  • rehber
  • rize
  • rota
  • rüzgar
  • sabahlamak
  • seyahat
  • sırbistan
  • sırt çantası
  • singapur
  • şile
  • tarih
  • tatil
  • tax free
  • tcdd
  • telefon
  • temizlik
  • tırmanma
  • travel
  • tren
  • türk lirası
  • türkiye
  • ucuz
  • uçak
  • ukrayna
  • uluslararası
  • uygulama
  • uyku tulumu
  • uyumak
  • uzungöl
  • ülke
  • üniversite
  • vanlife
  • vatandaşlık
  • verçenik yaylası
  • vergi
  • vietnam
  • visa
  • vize
  • vizesiz ülkeler
  • wordpress
  • work
  • work and travel
  • world
  • yapıt
  • yaz
  • yedigöller
  • yemek
  • yeşil pasaport
  • yeşillik
  • yurtdışı

PGA Head Teaching Professional

Fotoğrafım
erenardaguler
Profilimin tamamını görüntüle

Channels

  • abd
  • adana
  • afrika
  • afyon
  • ağva kilimli koyu
  • airport
  • almanya
  • amerika
  • andorra
  • anı harabeleri
  • ankara
  • antalya
  • apostil
  • app
  • araç
  • arkadaş
  • asya
  • Atatürk
  • avrupa
  • avusturya
  • ayder yaylası
  • balıkesir
  • balkanlar
  • bandırma
  • banka
  • bebek
  • belarus
  • bisiklet
  • bisikletli kamp
  • blog
  • blogger
  • bolu
  • bosna hersek
  • bursa
  • card
  • couchsurfing
  • çadır
  • çadır kurulumu
  • çalışmak
  • çıldır gölü
  • çin
  • çin seddi
  • çipli pasaport
  • denizli
  • doğa
  • doğu ekspresi
  • dolar
  • dost
  • dünya
  • e-pasaport
  • elazığ
  • en iyi bölgeler
  • erciyes ekspresi
  • erzurum
  • eskişehir
  • etik
  • euro
  • evcil
  • everest
  • festival
  • fırat ekspresi
  • fotoğrafçılık
  • galata kulesi
  • gecelemek
  • gezi
  • glamping
  • gümüşhane
  • güney kurtalan ekspresi
  • gürcistan
  • güvenilir
  • güvenlik
  • harcama
  • hava durumu
  • havaalanı
  • havalimanı
  • hayvan
  • hindistan
  • hostel
  • ısparta
  • iç anadolu
  • ingiltere
  • interrail
  • isic card
  • istanbul
  • iş
  • izmir
  • jet lag
  • kahvaltı
  • kamp
  • kamp alanı
  • kamp amerika
  • kamp eczanesi
  • kamp ekipman
  • kamp matı
  • kamp mutfağı
  • kanada
  • karadağ
  • karadeniz
  • karavan
  • karavan kampı
  • karesi ekspresi
  • karester yaylası
  • kars
  • kars kalesi
  • kart
  • kasım
  • kastamonu
  • kayak
  • kayak merkezleri
  • kayseri
  • kıbrıs
  • kış
  • kızılcahamam
  • kira
  • kocaeli
  • konaklama
  • kosova
  • kredi kartı
  • kutlama
  • küba
  • kültür
  • kütahya
  • macera
  • makedonya
  • malatya
  • maliyet
  • manzara
  • marmara
  • mil
  • miras
  • moldova
  • osmaniye
  • otel
  • outdoor
  • oyun
  • öğrenci
  • pamukkale
  • para
  • pasaport
  • rehber
  • rize
  • rota
  • rüzgar
  • sabahlamak
  • seyahat
  • sırbistan
  • sırt çantası
  • singapur
  • şile
  • tarih
  • tatil
  • tax free
  • tcdd
  • telefon
  • temizlik
  • tırmanma
  • travel
  • tren
  • türk lirası
  • türkiye
  • ucuz
  • uçak
  • ukrayna
  • uluslararası
  • uygulama
  • uyku tulumu
  • uyumak
  • uzungöl
  • ülke
  • üniversite
  • vanlife
  • vatandaşlık
  • verçenik yaylası
  • vergi
  • vietnam
  • visa
  • vize
  • vizesiz ülkeler
  • wordpress
  • work
  • work and travel
  • world
  • yapıt
  • yaz
  • yedigöller
  • yemek
  • yeşil pasaport
  • yeşillik
  • yurtdışı

Subscribe To Sarah Bennett Blog

Kayıtlar
Atom
Kayıtlar
Tüm Yorumlar
Atom
Tüm Yorumlar

Slider Widget

5/recent/slider

CATEGORIES

  • abd
  • adana
  • afrika
  • afyon
  • ağva kilimli koyu
  • airport
  • almanya
  • amerika
  • andorra
  • anı harabeleri
  • ankara
  • antalya
  • apostil
  • app
  • araç
  • arkadaş
  • asya
  • Atatürk
  • avrupa
  • avusturya
  • ayder yaylası
  • balıkesir
  • balkanlar
  • bandırma
  • banka
  • bebek
  • belarus
  • bisiklet
  • bisikletli kamp
  • blog
  • blogger
  • bolu
  • bosna hersek
  • bursa
  • card
  • couchsurfing
  • çadır
  • çadır kurulumu
  • çalışmak
  • çıldır gölü
  • çin
  • çin seddi
  • çipli pasaport
  • denizli
  • doğa
  • doğu ekspresi
  • dolar
  • dost
  • dünya
  • e-pasaport
  • elazığ
  • en iyi bölgeler
  • erciyes ekspresi
  • erzurum
  • eskişehir
  • etik
  • euro
  • evcil
  • everest
  • festival
  • fırat ekspresi
  • fotoğrafçılık
  • galata kulesi
  • gecelemek
  • gezi
  • glamping
  • gümüşhane
  • güney kurtalan ekspresi
  • gürcistan
  • güvenilir
  • güvenlik
  • harcama
  • hava durumu
  • havaalanı
  • havalimanı
  • hayvan
  • hindistan
  • hostel
  • ısparta
  • iç anadolu
  • ingiltere
  • interrail
  • isic card
  • istanbul
  • iş
  • izmir
  • jet lag
  • kahvaltı
  • kamp
  • kamp alanı
  • kamp amerika
  • kamp eczanesi
  • kamp ekipman
  • kamp matı
  • kamp mutfağı
  • kanada
  • karadağ
  • karadeniz
  • karavan
  • karavan kampı
  • karesi ekspresi
  • karester yaylası
  • kars
  • kars kalesi
  • kart
  • kasım
  • kastamonu
  • kayak
  • kayak merkezleri
  • kayseri
  • kıbrıs
  • kış
  • kızılcahamam
  • kira
  • kocaeli
  • konaklama
  • kosova
  • kredi kartı
  • kutlama
  • küba
  • kültür
  • kütahya
  • macera
  • makedonya
  • malatya
  • maliyet
  • manzara
  • marmara
  • mil
  • miras
  • moldova
  • osmaniye
  • otel
  • outdoor
  • oyun
  • öğrenci
  • pamukkale
  • para
  • pasaport
  • rehber
  • rize
  • rota
  • rüzgar
  • sabahlamak
  • seyahat
  • sırbistan
  • sırt çantası
  • singapur
  • şile
  • tarih
  • tatil
  • tax free
  • tcdd
  • telefon
  • temizlik
  • tırmanma
  • travel
  • tren
  • türk lirası
  • türkiye
  • ucuz
  • uçak
  • ukrayna
  • uluslararası
  • uygulama
  • uyku tulumu
  • uyumak
  • uzungöl
  • ülke
  • üniversite
  • vanlife
  • vatandaşlık
  • verçenik yaylası
  • vergi
  • vietnam
  • visa
  • vize
  • vizesiz ülkeler
  • wordpress
  • work
  • work and travel
  • world
  • yapıt
  • yaz
  • yedigöller
  • yemek
  • yeşil pasaport
  • yeşillik
  • yurtdışı

Advertisement

Main Ad

Trend Tags

  • abd
  • adana
  • afrika
  • afyon
  • ağva kilimli koyu
  • airport
  • almanya
  • amerika
  • andorra
  • anı harabeleri
  • ankara
  • antalya
  • apostil
  • app
  • araç
  • arkadaş
  • asya
  • Atatürk
  • avrupa
  • avusturya
  • ayder yaylası
  • balıkesir
  • balkanlar
  • bandırma
  • banka
  • bebek
  • belarus
  • bisiklet
  • bisikletli kamp
  • blog
  • blogger
  • bolu
  • bosna hersek
  • bursa
  • card
  • couchsurfing
  • çadır
  • çadır kurulumu
  • çalışmak
  • çıldır gölü
  • çin
  • çin seddi
  • çipli pasaport
  • denizli
  • doğa
  • doğu ekspresi
  • dolar
  • dost
  • dünya
  • e-pasaport
  • elazığ
  • en iyi bölgeler
  • erciyes ekspresi
  • erzurum
  • eskişehir
  • etik
  • euro
  • evcil
  • everest
  • festival
  • fırat ekspresi
  • fotoğrafçılık
  • galata kulesi
  • gecelemek
  • gezi
  • glamping
  • gümüşhane
  • güney kurtalan ekspresi
  • gürcistan
  • güvenilir
  • güvenlik
  • harcama
  • hava durumu
  • havaalanı
  • havalimanı
  • hayvan
  • hindistan
  • hostel
  • ısparta
  • iç anadolu
  • ingiltere
  • interrail
  • isic card
  • istanbul
  • iş
  • izmir
  • jet lag
  • kahvaltı
  • kamp
  • kamp alanı
  • kamp amerika
  • kamp eczanesi
  • kamp ekipman
  • kamp matı
  • kamp mutfağı
  • kanada
  • karadağ
  • karadeniz
  • karavan
  • karavan kampı
  • karesi ekspresi
  • karester yaylası
  • kars
  • kars kalesi
  • kart
  • kasım
  • kastamonu
  • kayak
  • kayak merkezleri
  • kayseri
  • kıbrıs
  • kış
  • kızılcahamam
  • kira
  • kocaeli
  • konaklama
  • kosova
  • kredi kartı
  • kutlama
  • küba
  • kültür
  • kütahya
  • macera
  • makedonya
  • malatya
  • maliyet
  • manzara
  • marmara
  • mil
  • miras
  • moldova
  • osmaniye
  • otel
  • outdoor
  • oyun
  • öğrenci
  • pamukkale
  • para
  • pasaport
  • rehber
  • rize
  • rota
  • rüzgar
  • sabahlamak
  • seyahat
  • sırbistan
  • sırt çantası
  • singapur
  • şile
  • tarih
  • tatil
  • tax free
  • tcdd
  • telefon
  • temizlik
  • tırmanma
  • travel
  • tren
  • türk lirası
  • türkiye
  • ucuz
  • uçak
  • ukrayna
  • uluslararası
  • uygulama
  • uyku tulumu
  • uyumak
  • uzungöl
  • ülke
  • üniversite
  • vanlife
  • vatandaşlık
  • verçenik yaylası
  • vergi
  • vietnam
  • visa
  • vize
  • vizesiz ülkeler
  • wordpress
  • work
  • work and travel
  • world
  • yapıt
  • yaz
  • yedigöller
  • yemek
  • yeşil pasaport
  • yeşillik
  • yurtdışı

Pages

  • EV
  • EV
  • EV

Most Trending

  • "Babam Beni Şah Damarımdan Öptü" - Ozan Önen
       İnsan, babası hayattayken, sanki tüm babalar hayattaymış gibi bir yanılgıya; babası öldüğündeyse sanki sadece kendi babası ölmüş gibi bir...
  • "Kadın Yok Savaşın Yüzünde" - Svetlana Aleksiyeviç
     İnsan savaştan büyük...     Büyük olduğu sahneler akılda kalan. Savaşta insanı yönlendiren bir şey var ki tarihten bile güçlü. Daha derinde...
  • Tolstoy - Polikuşka
     Tam da o sırada Yegor Mihayloviç konağın kapısında gözüktü. Şapkalar art arda başlardan alındı, kâhya yaklaştıkça ortasından, önünden dazla...
  • Rebecca Solnit - Karanlıktaki Umut
      Neden-sonuç ilişkisi tarihin ileri doğru hareket ettiğini varsayar ama tarih bir orduya benzemez. Tarih, yanlamasına seğirten bir yengeç, ...
  • "İpekli Mendil" - Sait Faik Abasıyanık
    Vakit geçiyor. Gün akşama, akşam geceye dönüyor ve bütün bunlara kuşlar şahit, gök şahit, insan şahit. Yaşlanıyoruz. Sait Faik nasıl anlatıy...
  • ŞİMŞİRLİK KAMP ALANI VE ALABALIK TESİSLERİ
    Ulaşım Düzce merkezine, İstanbul yada Ankara'dan otoban yoluyla ulaşmak mümkün. İstanbul - Düzce otoban çıkışı 210 km. Merkeze ulaştığın...
  • UKRAYNA'YA GİTMEK
    ARABA İLE GİTMEK… Mail kutuma yoğun bir şekilde gelen bir diğer soru, Ukrayna’ya araba ile gitmek. Her ne kadar Ukrayna’ya araba ile yolculu...
  • "Pan" - Knut Hamsun
     Üçüncü Demir Gece; olanca gerginlik içinde bir gece. Hiç değilse biraz don olsaydı! Don yerine gündüzün güneşinden kalma bir sıcaklık; ılık...
  • "Şizodüş" - Merve Sevde Selvi
    Akşam oluyor. Şehrin üstüne karanlık inerken daralan göğsümü, dünyanın muhtelif yerlerindeki gün doğumlarını düşünerek geniş tutuyorum. Masa...
  • KAMP MATI NEDİR VE NASIL SEÇİLİR?
    Özellikle uzun süre yürüyerek seyahat ederken yaptığım doğa kampları sırasında karşılaştığım en keyif bozucu durum kamp çadırını kuracak uyg...

Featured Posts

About Me


I could look back at my life and get a good story out of it. It's a picture of somebody trying to figure things out. Great things in business are never done by one person. They’re done by a team of people.

Popular Posts

  • DARIDERE KAMP ALANI
  • Marcel Proust - Lemoine Vakası
  • "Babam Beni Şah Damarımdan Öptü" - Ozan Önen

Advertisement

Designed By OddThemes | Distributed By Blogger Templates