"Öldürmeyeceksin" - Hermann Hesse


 İlk gençlik yıllarımda yüce dağların üzerinde dikildim sık sık, gözlerimi uzaklardan hayli zaman ayıramadım, hemen arkalarında dünyanın derin ve mavi bir güzelliğin içine dalıp görünmez olduğu en son nazlı ve narin tepelerin ince ve nurlu sisine bakıp durdum. Ziyadesiyle arzulu körpe ruhumdaki tüm sevgi bir araya gelip büyük bir özlem oluşturdu ve büyülenmiş bakışlarla uzakların yumuşak maviliğini yudumlayan gözlerimi yaşarttı. Hemen yanı başımdaki, yurdumun yakınlığı bana işte öylesine soğuk, öylesine hoyrat ve aydınlık, sisler, buğular ve gizlerden öylesine yoksun göründü; oysa karşılarda, uzak tepelerin ardında her şey alabildiğine yumuşak bir atmosfer içinde saklı yatıyordu ahenk dolu, bilmecemsi ve baştan çıkarıcı. 
   Zamanla gezgin, göçebe bir yaşama özendim, sisler ve puslar içindeki uzak tepelerden ayak atmadığım hiçbiri kalmadı. Soğuk, hoyrat ve aydınlıktı hepsi; ama karşılarda, daha ötelerde yine o mavilik, eriyip giderek, çözülüp dağılarak sezgilere dönüşen o esrik mavilik seçiliyordu -daha bir soylu, daha bir özlem uyandırıcı.
   İleride de sık sık bakıp durdum uzaklardaki bu ayartıcı maviliğe, büyüsüne karşı duramayıp onu kendime yurt edindim; hemen yanı başımdaki, hemen elimin altındaki tepelerde bir yabancı olup çıktım. Şimdiyse mutluluk dendi mi aklıma gelen şey şu: Karşılara doğru eğilmek, akşamsı uzaklara bürünmüş mavi kılları ve bayırları seyretmek, yakınların soğukluğunu birkaç saat olsun unutmak. İşte şimdi bu benim için, gençliğimde mutluluk bildiğim şeyden değişik biraz, sessizlik ve yalnızlık taşan bir mutluluk, güzel olmasına güzeldir, ama şenlikli olduğu söylenemez. 
   Benim bu sessiz münzevi mutluluğum, bilgece bir şey öğretti bana: Tüm nesnelerdeki uzakların buğusuna ilişmemek, hiçbir şeyi gündelik yakınlıkların soğuk ve acımasız aydınlığı içine çekip almamak, her şeye üzeri sanki yaldızla kaplıymış gibi el sürmek, öylesine hafiften, öylesine usulcacık, öylesine gözetip kollayarak ve derin bir huşu ile önünde eğilerek.
   Nice paha biçilmez olursa olsun, hiçbir mücevher gösterilemez ki, değerli nesnelere özgü parıltısını alışılmışlığın ve sevgisizliğin kendisinden çekip alamayacağı kadar kusursuz bir güzelliği içersin! Hiçbir meslek gösterilemez ki o kadar soylu, hiçbir ozan gösterilemez ki, o kadar zengin, hiçbir ülke gösterilemez ki, o kadar bereketli olsun! Bu yüzden, benim elde edilmeye değer gördüğüm bir hüner varsa uzaklarda bulunan, düşsü uzaklarda yaşayan güzelliklerden esirgemediğimiz sevgiyi ve huşu dolu yaklaşımı, yakınımızdaki alışılmış nesnelere de çok görmemektir. Sabah güneşine ve gökyüzünde dünya durdukça duracak yıldızlara bakışımızdaki kutsallıktan hiç ödün vermeksizin, hemen yanı başımızdaki alabildiğine küçük nesneleri nazlı bir buğu, nazlı bir parıltıyla donatabiliriz; yeter ki koruyup gözetelim, hoyrat dokunuşlardan esirgeyelim onları, bütün nesnelerde şu ya da bu şekilde var olan şiirsellikleri yağmalamaya kalkmayalım! Çiğ yenen yiyeceklerinin kekremsi olur tadı ve bunu yapan kimse kendi saygınlığını ayaklar altına alır. Bir şölene çağrılmış bir yabancıymışız gibi yiyip içmelerdir ki, değer taşır ve yüceltir bizi.
   İnsana bunu en iyi öğreterek olan, yoksunlukların okuludur. Kendi yurdundan memnun değil misin? Bildiğin daha güzel, daha zengin, daha sıcacık yurtlar mı var? Özlemlerinin peşine takılıp düşersin yollara, daha güzel ve daha güneşli ülkelere gidersin, için açılır, ferahlarsın, daha sevimli ve yumuşak bir gökkubbenin altında yeni kavuştuğun mutlulukla güler yüzün. İşte benim cennetim, dersin. Ama dur hele, dereyi görmeden paçaları sıvama! Yeni yurduna övgüler döşenmeden bekle biraz! Bir iki yıl geçsin aradan, ilk sevinçlerin üzerinden biraz geçsin, ilkgençlik yılları geride kalsın! Bir gün gelir, dağlara tırmanır, gökyüzünün hangi noktasının altında eski yurdunun yattığını tahmin yoluyla çıkarmaya çalışırsın. Eski yurdundaki tepeler ne kadar da yumuşak, ne kadar da yeşildi! Ve bilir, hissedersin ki, ilk çocukluk oyunlarını oynadığın ev ve bahçe de eski yurdunda durup durmaktadır, gençliğinin bütün kutsal anıları orada düşler içindedir ve anneciğinin mezarı da yine oradadır.
   Böylece zamanla eski yurdun sen istemeden yine sevimli görünür gözüne, uzaklara kayar; yeni yurdun ise sana yabancılaşmış, fazlasıyla yakına gelmiştir. Sahip olduğumuz bütün nesnelerde ve zavallı tedirgin yaşamımızın bütün alışkanlıklarında da değişik değildir durum. 


Hermann Hesse - Öldürmeyeceksin

Çevirmen: Kâmuran Şipal, Yapı Kredi Kültür Yayınları, s.171-174


0 Comments