"Olivya Çıkmazı" - Nazlı Karabıyıkoğlu


Bir ömre ne çok şey sığıyor. Uzun yahut kısa, fark etmiyor. Gelmeler, gitmeler, sevmeler, kavgalar, vesaireler... Şimdi dönüp bir baksak, ne çok değişmişiz ve yıllar geçmiş hissetmemişiz, ne tuhaf. Faruk Duman, "İnsan, diye geçirdim içimden, oturup kendini seyredebilse. Geçmişin evlerinden birinde, bir buğulu pencerede. Kendi hâlini görse." der. Farz edin o pencere şimdi burada ve cevap verin; güzel günler bir yana, değdi mi onca tantanaya?

                                                      💮


Olivya Çıkmazı yazıyor duvarda, taş binaların sokağın içine kıvrıldığı yerde, kırmızı bir levha üzerine beyaz harflerle. Çıkmaz mıdır hakikaten, sonuna kadar gidip bakmak gerekir mi? Elbet bakmışlardır; ama ben buraya gelmeden yıllar önce. Sokağın kuytusundaki dükkânda çalışan güzelin adı Olivya'dır, belki de Olivya'nın kendisi bir çıkmaz sokaktır, bir gören bir daha çıkamamıştır, Olivya işte bu çikolata dükkanında kakao ve praline doymuştur. Fransız çikolatalarına parmağını bandırıp yalamıştır, saçında siyah kurdele. Likör yerine zehir mi doldurmuştur incecik parmakları yuvarlak çikolataların içine -her Fransız kadının parmakları ince uzun değil midir?- 'yoksa piyano mu çalıyorsunuz kuzum?' diye soranları acaba hangi elini havada sallayarak geçiştirmiştir, akşam vakti dükkânı kapatınca, gizliden gizliye likörleri kristal bardağa döküp yuvarlamış mıdır Olivya? Bir iki üç dört beş.

   Elbet bakmışlardır sokağın sonuna gidip.
   Olivya'nın çıkmazına düştüğüm gün, bugün, şubatın bilmem kaçı. Az ötemde bacak arasını yalayıp duran kedinin kürküne yüzümü sürsem. Yapamam. Bitlidir. Ben ki, ilkokul yılları boyunca, altmış kişilik sınıfta bitlenmeyen biriyimdir.
   Olivya'nın çıkmazında, üst üste yuvarlandığım kahvelerden hıncımı alamıyorum. Yaşım kadar hınç damıtmak istiyorum kahveden. İstiyorum da diyorum, vay canına, çekinmiyorum.
   Buraya gelmeden ayağımda topuklularla tak tak, Yüksekkaldırım'dan geçmişim. Neden giyersin bunları, esnaf tavladan başını kaldırır, yercesine bakmaya üşenmez, bilmez misin? Tak tuk, tak tuk derken 'Ah be!2 demişim, sonra kulenin dibine kadar gitmişim. Arnavut kaldırımını severim, severim de yazık değil mi onca paraya, sıyrılıp kenara atılan topuklara? Topuğum sıyrılırken başka başka diller sarmal olmuş kulağıma.
   Kulenin dibine gitmişim; eteklerini kaldırsa da bacaklarını görsem diye beklemişim. Ellerimi sürmüşüm, hadi kaldır eteğini ey kule, diye seslenmişim. Kaldırsan da bacaklarının arasına girsem, kule. Oradan tırmansam göğsüne.
   Kedi bana bakıyor, gözleri yeşil. Tekir desem değil, sarman desem hiç değil. Ne idiği belirsiz kedi! Kimbilir Olivya'nın hangi kedisinin torunusun?
   Öyle ya, Olivya Mösyö'den -patronuna hep Mösyö derdi, adını hiç söylemezdi- gizli beslerdi kedileri. Tostlardan artan salamı sosisi atardı önlerine. Nasıl da kapışırdı kediler! Telaşa düşerdi Olivya. "Şşş.." deyip dururdu. Yukarıdan biri sesleri duyup baksa, Mösyö'ye şikâyet edebilirdi:
   "Sizin kız," derdi. "Kedileri besliyor. Vallahi mır da mır, mır da mır, uyuyamayoz bütün gece. Gitmiyollar da buradan sonra, evleri belleyollar."


                                                    💮

Nazlı Karabıyıkoğlu - Olivya Çıkmazı

Alakarga Yayınları, s.9-10




0 Comments