"Koşmasaydım Yazamazdım" - Haruki Murakami


İyi niyetten mi, saflıktan mı yoksa trajik bir inattan mı bilinmez ama bazen fena hâlde boşa kürek çekiyoruz. Olmayacak işlere olmayacak manalar yüklüyoruz. Sanki hiç yükümüz yokmuş gibi! Haruki Murakami, "Dün akşam çok iyi anladım, anlamı olmayan şeylerde anlam aramaya kalkmanın zamanımı boşa harcamak olacağını." der. Yormayın kendinizi, değmiyor.


Uzun süre devam eden koşu antrenmanları sonucu biriken yorgunluğumu henüz atabilmiş değilim, bu yüzden bir türlü hızımı artıramıyorum. Sabahın erken saatlerinde Charles Nehri boyunca kendi hızımda koşarken Harvard'a yeni girmiş öğrenciler gibi görünen kız çocukları, birbiri ardınca arkamdan gelip beni geçiyorlar. Çoğu ufak tefek, zayıf, üzerinde Harvard amblemi olan bordo gömlekler giyiyorlar ve altın sarısı saçlarını atkuyruğu yapmış, son model iPodlarını dinleyerek, dümdüz bir hat üzerinden rüzgârı yararcasına koşup geçiyorlar. Hallerinde kesinlikle hırslı mücadeleyi çağrıştıran bir şeyler olduğunu hissediyorum. İnsanları, birbiri ardınca geçmek, o kızlar için alışkanlık haline gelmiş olsa gerek. Birilerinin onları geçmesine ise alışık değillerdir herhalde. Görünüşlerine bakılırsa, aklı başında, sağlıklı, cazibeli, ciddi ve kendilerinden emin kızlar. Koşma şekilleri çoğu zaman uzun mesafe koşusuna uygun değil. Tipik orta mesafe koşucularının koşma şekli bu. Adımları uzun; yere basışları sert ve güçlü. Çevredeki manzarayı izleyerek koşmak gibi bir şey, bu kızlara pek uygun bir şey değil herhalde. 
   Onlarla karşılaştırıldığında ben, bununla böbürleniyor değilim ama yenilmeye oldukça alışkınım. Şu dünyada yapmayı beceremediğim şeyler üst üste konsa bir dağ olur. Ne yaparsam yapayım yenemeyeceğim rakiplerden de bir dağ olur. Muhtemelen bu kızlar acı hakkında da benim bildiğim kadar şey bilmiyorlar. Gerçi bu çok doğal bir şey, şimdiden bilmelerine gerek de yok. Onların belirli bir ritimle sallanan, gururlu atkuyruklarını; ince, mücadeleci ayaklarını izleyerek bu düşünceleri aklımdan geçiriyorum. Sonra kendi tempomu korumaya devam ederek ağır ağır nehir boyundaki yolda koşuyorum.
   Benim yaşamımda da bir zamanlar, böylesi pırıltılar saçtığımı söyleyebileceğim günler olmuş muydu acaba? Şöyle bir düşüneyim. Biraz oldu belki de. Diyelim ki ben o sıralarda saçlarımı uzatıp atkuyruğu yapmış olsaydım, bu kızların gururla salınan atkuyruklarından çok farklı olurdu sanıyorum. Bir de o dönemde benim ayaklarım, şu an bu kızların ayakları kadar güçlü bir şekilde zemine basamıyordu mutlaka. Fakat neyse. Doğal olmasına doğal bir durum bu elbette. Ne de olsa onlar, zirvedeki Harvard Üniversitesi'nin pırıltılar saçan yeni öğrencileri.
   Yine de onların koşarkenki hallerini izlemek olduk hoş. Onları izlerken dünyanın işte böyle kuşaktan kuşağa aktarıldığını tüm doğallığıyla hissedebiliyorum. Bu, nihayetinde dünya kuruldu kurulalı tekrarlanıyor. Bu yüzden onların arkasında kalsam bile, hiç de içime oturmuyor bu durum. Kızlar kendilerine uygun bir forma sahip, zaman ayarları da ona göre. Benim de kendime uygun bir formum ve zaman ayarım var. Onlarınki ve benimki tamamen birbirinden farklı ve farklı olması da çok doğal. 
   Sabah nehir kıyısı parkurunda genelde hep aynı saatlerde karşılaştığım insanlar var. Hintli ufak tefek kadın, tek başına yürüyüş yapıyor. Altmışlı yaşlarını sürüyor olmalı. Yüz hatları nezih. Her zaman hoş kıyafetler içerisinde. Bir de, garip ama -hatta belki de aslında hiç garip değildir- her gün farklı kıyafet giyiyor. Bazen şık bir sariye sarınıyor, bazen üzerinde bir üniversitenin ismi yazan kocaman bir sweatshirt giydiği de oluyor. Fakat eğer belleğim beni yanıltmıyorsa bu kadının aynı giysiyi iki kere giydiğini hiç görmedim. Kadının her gün nasıl bir giysi giydiğini merak etmek, sabahın erken saatlerindeki koşu sırasında benim ufak keyiflerimden birisi haline geldi.
   İri, kapkara, destekleyici bir aparatı sağ bacağına takmış, hızlı adımlarla yürüyen bir amca da var. İriyarı bir beyaz. Belki büyük bir kaza falan geçirmiştir. Fakat o destekleyici aparat, artık benim bildiğim kadarıyla, dört aydır takılı halde. Acaba ne olmuş sağ bacağına? Her neyse. Yürümesine hiç engel teşkil etmiyor olsa gerek, adam oldukça hızlı yürüyor. Kocaman kulaklıklarla müzik dinleyerek, suskunca ve kendinden emin bir hızla nehir boyunca ilerleyen yolda yürüyor. 



Haruki Murakami - Koşmasaydım Yazamazdım

Çevirmen: Hüseyin Can Erkin, Doğan Kitap, s.93-95


0 Comments