DENEME BLOGU
  • Home
  • Download
  • Social
  • Features
    • Lifestyle
    • Sports Group
      • Category 1
      • Category 2
      • Category 3
      • Category 4
      • Category 5
    • Sub Menu 3
    • Sub Menu 4
  • Contact Us

  Şu ölümlü insanlık, hiç hak etmediğim halde, sadece kendi menfaatlerini düşünerek bana yüz çevirip, beni ihlal ve tahrip etmiş olsaydı, buna sadece, bana karşı yapılmış haksızlık ve saygısızlık olarak düşünür, üzülürdüm. Ancak durum beni aşarak, bütün insanlığın saadet kaynağı onlardan uzaklaşmış ve üzerlerine çeşitli belalardan bir yığın yük yüklenmiştir. Bu durumda bana yapılan haksızlıktan çok onların mutsuzluğuna ağlamam gerektiğine mecbur hissediyorum kendimi. Keşke sadece onlara öfkelenmekle kalmış olsaydım! Çünkü her hâlükârda bir insanın onu seven kişiyi terk etmesi insafsızlık, ona iyilik yapana yüzünü dönmesi nankörlük ve onu meydana getirip ayakta tutana kötü davranması ise vicdansızlıktır. Benim sağladığım olağanüstü nimetlerin boşa çıkması ve insanın kendi isteğiyle böyle korkunç bir canavarı çağırması ve binlerce rahatsızlığa yol açması, delilikte zirve yapmanın ispatı değil midir? Suçluya öfkelenmek yerinde bir tutumdur, ancak bir çeşit intikam tutkusuyla kışkırtılanlara üzülebiliriz. Onlar için kesinlikle üzülmekten başka hiçbir neden yoktur. Nasıl ki iyileşmeye ilk adımın atılması için, öncelikle insanın kendi hastalığının ciddiyetini tanıması gerekiyorsa, onların içinde oldukları duruma üzülebilmeleri için de, önce kendi talihsizliklerinin farkına varmaları gerekir. Eğer ben Tanrıların ve insanların lisanları tarafından aynı anlamda övülmüş o gerçek barış isem, göklerin ve yerin yaratıcısı, besleyicisi, öğreticisi ve koruyucusunun kaynağı isem, eğer ben olmadan her şey yararsız, güvensiz, karışık, belalı, insanlara ve Tanrılara hoş gelmiyor ise; bütün bunların karşısında savaş, doğası gereği bir çeşit kötülük okyanusu gibi, işlediği suçlarla bütün çiçekleri soldurup, elde olan birikmişi yok edip, sağlamı sallandırıp, iyi kurulmuş olanı çökertip, tatlıyı acı yapıyorsa bir felakettir ve ansızın beliren bir veba gibi dindarları ve dini etkisi altına alır. Eğer insanlar ve Tanrı içindir savaştan daha kötü ve nefret edilesi başka bir şey yoksa ölümsüz olan Tanrı’ya soruyorum: Bir parça sağlıklı akla sahip olan insanlardan hangisi böylesine kutsi, masraflı, yağcılıkla dolu, hilelerle, bu kadar zahmetli kovalamacalarla, sayısız belalarla ve böylesine pahalı bir takas için beni aramaya çalıştıklarına inanır?
   Eğer vahşi hayvanlar bu çeşit bir tutum içinde olsalardı, bunu daha kolay anlayabilir ve bunun onlara vahşi yaratılışları gereği doğuştan verilmiş olduğuna kanaat getirirdim. Eğer dilsiz hayvanlardan nefret etseydim, bunu onların bilgisizliği olarak addederdim, çünkü bana verilen ruhi özellikler onlara verilmemiştir. Ama bu öfkeli ve fazlasıyla haddini aşmış bir durumdur: Doğa yalnızca bir canlı varlığa akıl yeteneğini ve tanrısal ruh tarafından algılanabilir olmayı bahşetmiştir. O, iyiyi ve birliği isteme yeteneğine sahip tek bir canlı türü yaratmıştır – ve yine de: İnsanlar, en vahşi hayvanlar ve monoton hayvanlardan bu konuda daha öndedirler!


 "Ama neden, Alfred? Üstün olduğundan eminim ama ya o Nazi Kan Soyu meselesinde haklıysa?"

   "Çünkü ortada gerçek bir fark varsa, kendiniz olmanız en iyisidir. Bir erkek, fil ya da tavşan olmak istemez. Düşünebilseydi fil de bir tavşan ya da bir erkek olmak istemezdi. Kendisi olmak isterdi çünkü dünyadaki en iyi şeyin kendisi olduğuna inanırdı. Bir bakıma kendisinin dünya ve tüm bir hayat olduğuna. Kendiniz olduğunuz hayat saf hayattır. Başka bir hayata imrenerek, özlemle bakıyorsanız, hayatınızı, kendinizi kaybetmişsiniz demektir. O halde, bir Alman başka bir hayatsa, gerçekten farklı türden bir hayatsa, kendini üstün hissedecektir; ben de öyle. Temel değersizliğimin bir bölümündeki kabulleniş, sadece erkekliğime değil, hayatın kendisine karşı da işlenmiş bir günahtır. Alman olduğu sanılsın diye çabalayan ve kendi dilini hiç konuşmayan İngilizlere rastladınız mı?"
   "Evet."
   "Rol yapmaya çalışmayan İngilizlerden daha çok aşağılamadınız mı onları?"
   "Evet, elbette."
   "Siz bilmeseniz de, Almanların çoğu da böyle yapar. Almanlar bilinçli olarak değersizliğimizi kabul etmemizi isterler; bilinçsiz olarak hayatla temas halindedirler ve bu kabullenişin hayata karşı işlenmiş bir suç olduğunu bilirler. Kadınların asla kendileri olamamalarının sebebi, hayata karşı bir suç işlemiş olmalarıdır. Başka bir hayat formu görürler, kendi hayatlarından tamamen farklıdır bu, Kan Soyu kadar belirsizdir ama cinsiyette farklılık gösterir ve derler ki: 'Bu bizim formumuzdan daha iyi bir form.' İşte bu yüzden erkekler onları bilinçsizce aşağılarlar, bilinçli olarak ise değersizliklerini kabul etmelerini isterler. Ne Alman ne de İngiliz olan, korkak birer geri zekalıdan başka bir şey olmayan o faydasız İngilizler gibi, kadınlar da ne erkek ne de kadındır; karışık bir türdür sadece."
   "Ama Alfred, Alfred, kadınların kendilerini bizden üstünmüş gibi düşünmeleri gerektiğini söyleyemezsin. Bu çılgınca bir düşünce."
   "Mantıklı bir düşünce," dedi Alfred. "Kadınları şu anki halleriyle düşünmeyin, bu insanın kafasını karıştırabilir. Önermeyi düşünün. Bir şey olan her şey, başka bir hayat formundan önce kendi gibi olmalıdır. Kadınlar bir şeydir - dişidir, öyle olmak istemelidirler; bunun en üstün, insan hayatının mümkün olan en yüce formu olduğunu düşünmek zorundadırlar. Ama elbette biz bunu düşünmemeliyiz. Aksi takdirde yine suç işlemiş olur ve dağılırız. Kadınlar kız çocuk doğurmaktan gurur duymalı; biz de erkek çocuk sahibi olmaktan gurur duymalıyız. Bir kadın on tane kızı ve hiç oğlu olmadığı için, on tane oğlu ve hiç kızı olmayan bir erkek kadar gurur duymuş mudur?
   "Hayır!" dedi Şövalye güçlükle soluyarak. "Elbette hayır. Bildiğim kadarıyla duymamıştır."
   "O halde suç, tarih başlamadan önce, gerçek bir kabile karanlıklarında işlenmiştir. Ve işte buradayız," dedi Alfred memnuniyetle. 
   "Neredeyiz?" diye sordu Şövalye.
   "Kadınların daima onlara dayatılmış bir model üzerinden yaşamalarının bir açıklaması var, çünkü hiç de kadın değiller ve hiç bir zaman da olmadılar. Kendileri değiller. Her şeyden üstün olduğunu bilmeyen hiçbir şey kendi olamaz. Hiçbir erkek Tanrı'nın dişi olduğuna inanmaz. Hiçbir kadın Tanrı'nın erkek olduğuna inanmaz. Bu Tanrı'yı aşağılamak demektir."




 Elimi yüzümü yıkayıp sakal tıraşı olmama rağmen ayılamamıştım. Toplandığımız yerin oradaki otomattan kahve aldım bir bardak. Sırada bekliyorken iç geçirip durdum. Ne işim vardı karganın bile bokunu yemediği bir saatte bu kalabalığın, bu gürültünün ortasında. Evde, sıcacık yatağımda olmam gerekirdi. O debriyaj fabrikasının birkaç günlük çalışanı olmalıydım. Özlem’le konuşmalı, buluşmalı, bir yerlere gidecek olmalıydım. Burada, ülkenin dört bir yanından gelmiş erkeklerle birlikte ne yapacağımı bilmez bir halde bekliyor olmamalıydım. Gökyüzüne bakıp az önceki renk tonundan daha açık bir seviyeye gelişini şaşırarak seyrediyor olmamalıydım.
   Anneannemin evini hatırladım. Öğlen sıcağında öyle serin kalabilmesine daima şaşırdığım yatak odasında yattığım zamanları. Hava oldukça sıcak. Uzaklardaki koyunların melemeleri dışında duyulan herhangi bir ses yok. Kapı açık. Sinekliğin boşluklarından giren rüzgâr perdeyi dalgalandırıyor. Dalgalanan perde camdan yansıyıp odanın ortasına düşen güneş ışığını dans ettiriyor.
   Farkında olmadan sıktığım plastik bardaktan taşan kahve elime döküldü. Usta askerlerin gelmesiyle kahvaltıya gittik. Kahvaltıdan sonra yemekhanenin önündeki arazide bekliyorken birilerinin nizamiye kapısının oraya doğru koşturduğunu gördüm. Çocuklardan birinin firar etmeye kalkıştığı anlaşıldı daha sonra. İlk denemesi de değilmiş ayrıca bu. Daha önce bir kere başarılı olmuş, birkaç gün sonra bulunup geri getirilmiş. Şimdi de yemek şirketinin araçlarından birinin bagajında yakalanmış. Çocuğu tekmeleyip geri gönderdiler.
   Bu durum kısıtlanmışlık duygusunu daha da baskın hissettirmeye başladı bana. Çitler daha da dikkatimi çeker oldu. Hem iç hem de dış tarafa doğru bükülmüş teller ve telleri çevreleyen jiletler. Kuleler, kulelerde bekleyen askerler. Binalar, binalarda bekleyen nöbetçiler. İnsanlar, insanların başında bekleyen insanlar. İnsanların başında bekleyen insanları bekleyen insanlar. İnsanların başında bekleyen insanları bekleyen insanları bekleyen insanlar. Kendi içine doğru kıvrılan bir labirentin tam ortasında olduğumu hissettim.
   Nizamiye yolunun mıntıkasını yapıyorken çocuklardan biri, “Bugün günlerden ne?” diye sordu. Biri yanıt verdi. Başta anlamadım. Sonra yerden sanırım iki yüz otuz dokuzuncu izmaritimi alırken fark edip duraksadım. Ne yani, biz buraya geleli sadece üç gün mü olmuştu? O kadar çok şey yaşamıştık ve sadece üç güncük mü geçmişti? Daha geriye dört yüz elli yedi gün vardı, öyle mi? Üç gün geçmiş olamaz diye söylendim. Sonra da kol saatimi yerden topladığım izmaritlerle birlikte çöpe attım.




Yıllardır çokça seyahat ederim, özellikle son 3 senedir havalimanları nerdeyse evim gibi oldu. Benim için keşfetmek, yeni yerler görmek, farklı kültürler tanımak kadar güzel bir şey yoktur hayatta. Yabancı ülkeleri ya da ülkemin birbirinden güzel şehirlerini ziyaret ettiğimde yolculuğumu zamandan büyük kolaylık sağlayan uçaklarla gerçekleştiririm. Benim gibi seyahat edenlerin en büyük korkulu rüyasıdır uçak kaçırmak. Gideceğimiz yeri görememek ya da işimizi halletememek bir kenara ettiğimiz maddi zararda bunun cabası. Kim istemez sebeplerimizden dolayı kaçırdığımız uçak için ödediğimiz bedeli geri almayı. Bu haber kulağa hoş geliyor olsa gerek. Şimdi size sıcak bir haber vereceğim. Seyahati keyfe dönüştürmek için yeni hizmetler sunan Enuygun.com, uçak seyahatlerini planlarken kendinizi güvence altında hissetmenizi sağlayacak “Bilet İptal Güvencesi” ile seyahatte yeni bir dönem başlatıyor.  Şirket site üzerinden veya mobil uygulama ile uçak bileti satın alan kullanıcılarına, promosyonlu ya da promosyonsuz her uçak biletini, hiçbir açıklama istemeksizin, hangi sebebe bağlı olursa olsun, üstelik uçağın kalkmasından sadece 3 saat öncesine kadar iptal hakkı sunuyor. Biletini iptal edenlere bilet ücretinin yüzde 90’ı iade ediliyor. Bu seyahat edenler için harika bir haber.

Bunun için yapılması gereken tek şey, bileti satın alırken, ekranda çıkan “Bilet İptalli Seyahat Sigortası” seçeneğini işaretlemek… Böylece satın aldığınız bilet iptal güvencesi altına alınmış oluyor.  Bilet satın alırken “Bilet İptalli Seyahat Sigortası” seçeneğini işaretledikten sonra bilet tutarının yaklaşık %10’unu sigorta bedeli olarak ödüyorsunuz. Üstelik bu durum yurtdışı ya da yurt içi biletlerde, promosyonlu veya promosyonsuz biletleri ayırt etmeksizin gerçekleşebiliyor. Tabi bu özel durumdan yararlanmak için Enuygun.com’un kullanıcısı olmanız gerekiyor. Ayrıca üye olarak kampanyalardan ya da bilgilendirmelerden haberdar olabilirsiniz. İnternet üzerinden online siteye girip bir kullanıcı hesabı oluşturmanız yeterli. Sonrasında keyifle ve güvenle uçuşunuzu planlayabilirsiniz.





Yurt dışına seyahat edenler için kendi ülkemizde görülmeyen birçok bulaşıcı hastalık riskini taşıyabiliriz. Bunun için yapılması gerekenler bilgilenmek ve gerekli aşıları yaptırmak. Şehrinizde bulunan Seyahat Sağlık Merkezlerine giderek seyahat edeceğiniz bölgeleri söylemeniz yeterlidir. Gideceğiniz bölgenin derecesine göre aşı vurulacak ve ek olarak ilaç verilecektir. Seyahat destinasyonu farklılık gösterebilir, beni rotam Afrika’ydı. Kara kıtada Tanzanya, Kenya, Uganda, Ruanda, Zambiya ve Güney Afrika’yı kapsayan geziye çıktım. Bu ülkeler içinde sadece Tanzanya’nın ve Kenya’nın bir kısmını kaplıyor. Ben Afrika gezimden bir hafta önce aşımı vuruldum ve verilen ilaçları her gün düzenli kullandım. Gezimden dönüşten sonra bir hafta daha ilaç kullanmaya devam ettim.

Zanzibar adasında Malarya testi ve kaşıntıyı giderici İntamine isimli krem aldım. Özellikle krem sinek ısırığının daha fazla kaşınmasını kesiyor ve çok etkili. Malarya testindiyse tehlikeli sayılacak bölgeden (Tanzanya ve Kenya) ayrıldıktan bir buçuk ay sonra yaptım. Çünkü ısıran sineklerin 40 gün kuluçkulanma süreleri olduğunu öğrendim. Afrika’ya gitmek isteyenlerin kabusudur sıtma ve sarıhumma. Ama unutulmamalıdır ki gidilecek destinasyon, kalış süresi, konaklama yerleri ve yapılacak aktiviteler gibi durumlar koruma sağlanıp sağlanamayacağı belirleyecek unsurlardır. Tanzanya’da öğrendiğim bir bilgiyi paylaşmak isterim. Eğer kişi burada sarıhummaya yakalanırsa tedavisinindi o ülkede olduğunu öğrendim. Seyahat sağlığı önemlidir, keyifli ve sağlıklı bir gezi geçirmenizi sağlar. Lakin bunun için yapmamız gerekenler ve alacağımız tedbirler bizi bize fayda sağlayacaktır.

Seyahat Sağlığı Merkezlerine Gidin
Dikkat etmeniz gerekenler ise;

*Mutlaka bölgenize göre aşınızı yaptırın.

*Bataklık tarzı sineğin bol bulunacağı yerlerden uzak durun.

*Kıyafet konusunda koyu renkli elbiselerin faydası olacaktır. Ayağınızda çorap alt ve üst olarak uzun kıyafetler giyin.

*Kalacağınız yerde mutlaka cibinlikte uyuyun.

*Yanınızda sinek kovucu sprey (sinkov) bulundurun.


Bölgelere göre gerekecek aşılar:

Sarıhumma: Orta ve Güney Amerika’yla Afrika’nın Tropikal bölgelerinde görülür.

Tifo: Orta ve Güney Amerika, Ortadoğu, Güney Asya, Kuzey ve Batı Afrika bölgelerinde görülür.

Meningokok: Suudi Arabistan’ı ziyaret edecekler için istenen aşıdır.

Sağlıklı gezileriniz olsun.


LOUVRE

Louvre sadece dünyanın en büyük sanat müzelerinden biri değil, aynı zamanda Paris’in en ikonik tarihi eserlerinden biridir. Müze, Mısır Eski Eserleri ve Michelangelo’nun eserleri gibi en önemli ve popüler sergilerinden bazılarının ücretsiz çevrimiçi turlarını sunmaktadır. Müzeye 360 ​​derece bakabilir ve tarihleriyle ilgili ek bilgi almak için nadir eserleri tıklayabilirsiniz.
Web Site: https://www.louvre.fr/en/visites-en-ligne#tabs


AIR PANO

Air Pano 2006 yılından bu yana dünyanın en önemli ve ilginç köşelerinin fotoğraflarını çekiyor. Çalışmalarının en dikkat çekici sonuçlarından biri, hala meşgul oldukları AirPano projesidir. Kuzey Kutbu, Antarktika, yanardağ püskürmeleri ve hatta stratosferden gelen panoramalar dahil olmak üzere Dünya’nın 300’den fazla yerinden yaklaşık 3.000 manzara web sitemizde sunulmuştur. Her hafta www.AirPano.com web sitesinde yeni bir sanal tur yayınlıyorlar.
Web Site: https://www.airpano.com/

FULL SCREEN 360

Fullscreen 360, Evren’in etrafında 360 derecelik ikonik hedef panoramaları içerir.
Tam ekran, 360 derece görüntü, dünyanın en güzel yerlerinden bazılarına sanal olarak seyahat etmenizi sağlar ve herhangi bir yöne bakma yeteneği, Mars’ta, Machu Picchu’da, en üst Mt. St. Helens veya sunduğumuz diğer destinasyonlardan herhangi biri. Güzel ayrıntılı, tam ekran panoramik fotoğraflar, gezginlere diğer fotoğraf türlerinden farklı bir perspektif kazandırır. Destination360 ve ekibi Fullscreen 360’ın arkasındaki ilham kaynağı.
Web Site: http://www.fullscreen360.com/

EARTH 3D MAP

Seyahat etmeye hazırsınız!
Bu web sitesi ArcGIS gibi farklı Haritalar API’larını kullanır: güçlü bir haritalama ve analiz yazılımı ve Google Maps Embed: Yer modu, yer işareti, işletme, coğrafi özellik veya kasaba gibi belirli bir yerde veya adreste bir harita iğnesi görüntüler; Görüntüleme modu, işaretçisi veya yönü olmayan bir harita döndürür.
Maps Embed API’sı kullanıcıları için Google, API’nın benzersiz kullanıcı sayısını belirlemek için çerezleri kullanır. Oturum açan kullanıcılar, kişiselleştirilmiş bir deneyim sağlamak için de kullanılan Google çerezleriyle tanımlanır. Oturum açmamış kullanıcılar için Google, her benzersiz kullanıcı için anonim bir çerez kullanır.
Web Site: https://earth3dmap.com/


GOOGLE EARTH

Klasiklerden ama en iyilerinden biri 🙂 Google Earth, Google Labs tarafından satın alınan Keyhole adlı şirketin geliştirdiği bir bilgisayar yazılımıdır. Yazılım tüm Dünya’nın uydularından çekilmiş değişik çözünürlükteki fotoğrafların görülmesini sağlar. Temmuz 2005’te sadece ABD’nin tamamına yakınının yüksek çözünürlükte sanal tur fotoğrafları izlenebilirken Haziran 2006’dan itibaren dünyadaki şehirlerin büyük bir bölümünün ayrıntılı görüntüleri yazılıma yüklenmiştir.
Web Site: https://www.google.com.tr/intl/tr/earth/


GOOGLE MARS

Beni dünyayı gezmek kesmez diyorsanız sizi Google Mars uygulamasına alalım 🙂 Google, Mars’ı merak edenler için aynı Google Earth benzeri bir hizmet veriyor. Google, Mars uygulaması ile Mars’ın üzerindeki dağ, krater, kanyon gibi coğrafi yapıların yanı sıra Mars’a giden keşif araçlarının bulunduğu konumlarını da görebiliyoruz.
Web Site: https://www.google.com/mars/


  Hayatında hiç bu kadar kendine ait zamanı olmamıştı. 
   Çocukluğundan beri günleri öyle dolu geçmişti ki, akşam beşikte sallanmasına gerek olmamıştı. Taze gelinken yardım görmüştü ama bu, hiç durmadan koşturarak mutfak ve ev işleriyle ilgilenmesine mani değildi. Emma Teyze'nin evinde nefes almasına bile vakit bırakılmadığından, işlerini keyfince planlamakta özgür olduğu kendi evinde bulunmak onu çılgınca bir sevince boğuyordu o zamanlar. Vince işini kaybedince çocuğun bakımına ilaveten bütün işler onun omuzlarına yıkılmıştı. Her şeyi yapmaya öyle alışmıştı ki, Vince'nin iadei itibarından sonra da en zor işler haricinde yardım istememiş, sadece hangardan odun çıkarmaktan ve çarşaf yıkamaktan vazgeçmişti; büyük temizlik vakti geldiğinde de talimat vermekle yetiniyordu. 
   Vince sağlığı iyi olduğu sürece ona yardım etmişti, zira erkek işi kadın işi ayrımı yapmazdı; ayrıca, Vince gibi emekli değil hekim olduğu halde Antal de ona yardımcı oluyordu. Ev işlerinin gerginliğini aldığını söylüyor, çatı arasına çıkarak çamaşır asıyor, çamaşırcı Mala'dan daha düzgün çamaşır serip katlıyordu.
   Bayan Szöcs ev işleriyle ilgili tasaları seviyordu. Sanki ev, yemeklerin yanması, odunların ıslanması için türlü fesatlar karıştıran, her gün yeniden mağlup edilmesi icap eden küçük ve kötü cinler tarafından kuşatılmış gibi, başarılı bir sofranın ardından ya da ay sonunda tasarruf edilen parayı sayarken zafer kazanmış gibi hissediyordu. Tam manasıyla başarılı olduğunda, moralleri bozulan utanç içindeki cinlerin dertleşmek üzere bir mağaranın dibine çekilmiş oldukları duygusuna kapılıyordu, işlerin yoluna girmesinden , yani Vince'ye itibarı iade edilip Temyiz Mahkemesi başkanı düzeyinde bir emekli maaşı bağlanmasından, Iza'nın da doktorasını almasından sonra, cinlere karşı mücadeleyi sürdürmesine gerek kalmamıştı elbette; artık ihtiyaçlarını karşılamak için gerekenden çok daha fazla paraları vardı. Ama darlık yılları boyunca tasarruf etme alışkanlığı edindiğinden, her forintin hesabını yapmaya devam etti. Ay sonunda, masrafları not ettiği kareli defteri kapatıp, yatağının altında saklı duran genç kızlık albümünün sayfaları arasına bir banknot kaydırdığı sırada yaşlı karısının yüzünde ışıldayan o temiz zafer duygusunun hakkını vermesi gerektiğini bilen Vince de her defasında iltifat ediyordu ona.
   Şimdi, çekip çevrilecek ev işleri, yapılacak tasarruflar, gündelik tasalar, o çok tanıdık seyyar manavlarla girilen tartışmalar yoktu artık, birinci kalite elma mı yoksa yalnızca kompostalık elma mı satın alacağını düşünerek pazar turu atmasına gerek kalmamıştı; giysiler için yürüttüğü mücadele de son bulmuştu: Kendilerinden habersiz bir gömleğin yakasını kusursuz bir şekilde ters yüz etmeyi başardığında olduğu gibi, giysisini elinden almaya çalışacağı hasımları da yoktu artık.
   Aslında her şey bitmişti. 
   Kızını akşamüstüne kadar görmüyordu; Iza eve gelince annesinin hatırını sormak için odasına şöyle bir uğruyordu. Hoşnutlukla göğüs geçiriyordu kızı: Artık yabancı yüzler görmemek, nihayet evinde olmak ne büyük bir zevkti! Sonra odasına çekilip kitap okuyor, arkadaşlarını bekliyor, dışarı çıkmak üzere hazırlanıyor. tiyatroya, konsere gidiyor ya da bazen tıp kitapları okumak, fişler düzenlemek veya bir makale yazmak için çalışma masasına oturuyordu
   Iza'nın çalışmak için olduğu gibi dinlenmek için de sessizliğe ihtiyacı vardı. Yaşlı kadın radyoyu hiçbir zaman çok sevmemişti ama altı haftalık yas dönemi bittiğinde, hâlâ yalnız ve aylaklığa mahkûm olduğundan yazgısına boyun eğmiş ve radyo dinlemeyi alışkanlık haline getirmişti. Yine de akşamları, programın en ilginç olduğu saatlerde radyo dinlememekten,kızını rahatsız etmemek için kendini bu eğlenceden mahrum etmekten bir tür acı tatmin duyuyordu: En azından bu şekilde onu memnun edebilirdi!
   Iza için bir şeyler yapmak arzusuyla yanıp tutuşuyor ama bunun için eline asla fırsat geçmiyordu.
   Iza onun yemek ve kahve yapmasını, ne de birini ağırladığında yardım etmesini istiyordu; oysa Iza'ya tanıdıklarıyla tanışmayı önermişti. Kızı ona teşekkür etmiş, misafirlerin çok geç saatte, yaşlı hanımlar istirahate çekildikten sonra geldiklerini bahane edip bu teklifi geçiştirmişti. Bazen, Iza hastanedeyken, Terez de evine gitmişken, ayaklarının ucuna basarak kızının çalışma masasına yaklaşıyor, dosyalarını açıp nelerle meşgul olduğunu anlamaya çalışıyordu; bir gün, mesleğin sırrına ilişkin bir şeyler öğrenmek, olur da Iza bir kitap ya da dergiye ihtiyaç duyarsa, sadece bunları ona götürebilmesine yetecek birkaçını yanına aldı. Ama kitaplar Fransızca ve Rusçaydı, başlıklarını bile anlamadı, notlara ve fişlere gelince, o işaret ve kısaltmaların içinden çıkmak için gözlerini boş yere yordu. Bu teşebbüsünden Iza'ya hiç bahsetmedi.
   En basit işleri görmeye, mesela küllükleri boşaltmaya ya da Iza acil bir çağrı aldığında odayı toparlamaya bile çekiniyordu artık; bir keresinde telve ve izmaritlerle birlikte kahve kaşığını da çöpe atmıştı; ertesi gün kapıcı kaşığı geri getirmiş ve Terez onu öyle yorumlarla önüne koymuştu ki, bir demet solmuş çiçeği bile atmaya kalkışmıyordu artık. Terez'den çok korkuyordu.
   Penceresi Jôzsef Bulvarı'na bakıyordu.
   Genellikle pencerenin önüne, Vince'nin koltuğuna yerleşiyor, orada öylece oturup gelen geçeni kare burunlu otobüsleri, kırmızı ışıkları ve araba sinyallerini, yolun üzerinde bir cepheden diğerine asılmış olan ve rüzgârda dalgalanan sinema afişlerini seyrediyordu. Bu görüntü onun için tamamen yabancıydı hâlâ. Papaz cüppelerine nakış işleyen ve artık çok az işi olan Gica'yı düşündürüyordu; oysa güzel bir mesleği vardı, kumaşı kıvrımları gerektiği gibi dağıtacak şekilde toplamak kolay iş değildi. Ne kadar bakarsa baksın, sokaktaki hareket ona hiçbir şey ifade etmiyordu. Terez bazen dışarıda muhteşem bir hava olduğunu, çıkıp biraz hava almanın ona iyi geleceğini belirtiyordu; o zaman uysalca giyiniyor, Radai Sokağı'nın köşesine, meydana iniyordu; orada oturup kum havuzunda oynayan çocukları seyrediyordu ama her şey ona saçma geliyor, orada ne yaptığını, ne diye dolaşıp durduğunu, niye oturup etrafı seyrettiğini anlamıyordu. Terez'in iyi niyetliliği, onun sağlığına gösterdiği özen boşunaydı, zira soluduğu temiz havanın yararı, polis bulunmayan bir kavşakta, kırmızı ışıkta bekleyen kocaman tramvayların, yıldırım gibi ileri atılmaya hazır arabaların önünden karşıdan karşıya geçmek zorunda kaldığında hissettiği çılgınca heyecanın zararını telafi etmiyordu.


 Yağmur durmadan yağıyordu. 
   Konak, çamurlu, bozuk bir yolun sağında kurulmuştu. Her taraftan seller akıyor, askerler sırayla yerlerine geliyorlar, çadırlar kuruluyor, kazanlar indiriliyor, ötede beride ateşler parlıyordu. Bu kalabalığın arasında Tosun Bey’in al atıyla süzüldüğü görüldü. İki konak geriden orduya yetişmişti. Yol kenarında semeri devrilmiş bir katırı kaldıran yeniçerilere sordu: 
   “Otağ-ı hümayun nerede ağalar?” 
   Yeniçeriler onu görünce doğruldular, hürmetle selamladılar. En yaşlıları cevap verdi: 
   “Kurulmadı.”
   “Efendimiz geri mi gitti?”
   “Hayır.”
   “Ya nerede?”
   “Sadrazam Paşa’nın çadırında.”
   Tosun Bey durdu. Yeniçerinin yüzüne dikkatle baktı. Tekrar sordu:
   “Otağ-ı hümayun nerede kurulmuş?”
   “Kurulmamış.”
   “Niçin?”
   “Kaybolmuş...”
   “Ne?”
   “...”
   Yeniçeri sustu. Önüne baktı.
   “Otağ-ı hümayun mu kaybolmuş?”
   “Evet...”
   Tosun Bey fena halde hiddetlendi. Dişlerini sıktı. Otağ-ı hümayun nasıl kaybolurdu? Bunu havsalası almıyordu. Padişah onca mukaddesti. Otağ onun nazarında müteharrik bir Kâbe’ydi. Kâbe’si yıkılan bir mümin tehalüküyle ağır, keskin mahmuzlarını atının karnına vurdu. Islak tuğlarıyla bayrak direkleri görünen sadrazam çadırına doğru saldırdı. Ama pek ileri gitmedi. Seğirdim ustaları yağmur içinde dolaşıyordu... Kendisini pek seven Kazasker Perviz Efendi’nin çadırını ördü. Yere atladı. Atını koşan bir hademeye verdi. Kahramanane şiirlerini okuduğu perviz Efendi, çadırın içinde ayaktaydı. Nişancı Eğri Abdizade Mahmut Çelebi ile Şabaç Köprüsü’nün Semendire Beylerbeyi Bayram Bey tarafından nasıl yapıldığını konuşuyordu. Onun girdiğini görünce: 
   “Hayrola, Tosun Bey!” diye lafını kesti.
   Tosun Bey titriyordu. Kendine malik değildi:
   “Otağ-ı hümayun kaybolmuş.”
   “Evet oğlum.”
   “Bu nasıl olur, efendi hazretleri?”
   “Yolu şaşırmışlar belki...”
   “Sadrazam Paşa bir konak önden gidiyor. Nasıl kaybetmiş?”
   “...”
   Perviz Efendi cevap vermedi. Mahmut Çelebi yağmurun, fırtınanın şiddetinden bahsetmek istedi. Tosun Bey coşuyordu. Açtı ağzını kapadı gözünü... Artık bu kadar kayıtsızlık olur muydu? Bu kulluğa yakışır mıydı? Hasta velinimet hiç düşünülmüyordu. Ya otağı suya kaptırdılarsa... Ya taht bulunmazsa... Daha İstanbul’dan çıkmazdan evvel bir çavuş gönderilerek Semlin’e mülakat için çağırılan Zigismond’u padişah nerede huzuruna kabul edecekti? Bir parça yağmurdan yollarını şaşıran, dağılan orduya padişah nasıl emniyet edecekti? Tosun Bey, cesur adamlara mahsus o mütecaviz pervasızlıkla ağzına geleni söylüyordu.
   “İki konak arasında bir otağa sahip olamayan adam koca bir devleti nasıl idare eder?” dedi.


Maalesef avcı toplayıcı atalarımızın yaşamıyla ilgili pek az şey kesindir. “Eski komün” ile “ebedi tek eşlilik” ekolleri arasındaki tartışma, genellikle zayıf kanıtlar üzerinden sürmektedir. Doğal olarak, elimizde avcı toplayıcıların döneminden herhangi yazılı bir belge yoktur, ayrıca arkeolojik kanıtlar da genellikle fosilleşmiş kemikler ve taştan yapılma araçlardır; daha çabuk çürüyen malzemeden (örneğin tahta, bambu veya deri) yapılmış şeyler ise ancak belirli koşullar altında bozulmadan kalabilir. Tarım öncesi insanların Taş Devri’nde yaşadığına ilişkin yaygın bir yanlış anlaşılma da bu arkeolojik durumdan kaynaklanır. Taş Devri aslında Tahta Devri olarak adlandırılmalıdır, çünkü bu dönemde avcı toplayıcılar tarafından yapılan aletlerin çoğu tahtadan yapılmıştır. 
   Eski avcı toplayıcıların yaşamını elimizde kalan aletlerle canlandırmaya çalışmak çok problemlidir. Eski avcı toplayıcılarla onların tarım ve endüstri dönemi torunları arasındaki en bariz farklardan biri, avcı toplayıcıların ellerinde çok sınırlı sayıda eşya olmasıydı; bu eşyalar da onların yaşamında daha sınırlı bir rol oynadı. Yaşamı boyunca modern zengin bir toplumun sıradan bir üyesinin, arabalardan eve, tek kullanımlık bezlerden karton sütlere, milyonlarca eşyası olur. Kendi tasarladığımız nesneleri içermeyen neredeyse hiçbir faaliyet, inanç ve hatta duygumuz yoktur. Yeme alışkanlıklarımız kaşıktan bardağa, genetik mühendislik laboratuvarlarından dev gemilere kadar pek çok öğenin baş döndürücü koleksiyonu tarafından şekillenir. Oyun oynamak için plastik kartlardan 100 bin kişilik stadyumlara kadar sınırsız sayıda oyuncak kullanıyoruz. Romantik ve cinsel ilişkilerimiz de yüzükler, yataklar, güzel kıyafetler, seksi iç çamaşırları, prezervatifler, şık restoranlar, ucuz moteller, havaalanlarındaki dinlenme salonları, düğün salonları ve yemek firmaları tarafından donatılıyor. Dinler de kutsal olanı Müslüman camileri, Gotik katedraller, Hindu aşramları, Tibet’in dua çarkları, Kuran kaligrafisi, seccadeler, papaz cüppeleri, mumlar, tütsüler, Noel ağaçları, mezar taşları ve altından ikonalar aracılığıyla katıyor yaşamımıza. 
   Yaşamımızın her anında ne kadar çok eşyanın olduğunu ancak yeni bir eve taşınırken fark ediyoruz. Avcı toplayıcılar her ay, her hafta hatta bazen her gün taşınırlardı ve bu sırada da neleri varsa sırtlarındaki bohçaya atarlardı. Çilelerini biraz olsun hafifletmek için yanlarında hareketli yük arabaları, hatta yük taşımak için hayvanları bile yoktu. Bu yüzden ancak en önemli varlıklarıyla idare etmek zorundaydılar. Buna bağlı olarak da, bu insanların zihinsel, dini ve duygusal yaşamlarının büyük kısmının eşyaların yardımı olmadan sürdürüldüğünü öne sürmek mantıklı olacaktır. Günümüzden 100 bin yıl sonra kazı yapan bir arkeolog, herhangi bir cami kalıntısından çıkardığı sayısız eşyayla Müslüman inanışının ve ibadetinin oldukça gerçekçi bir resmini çizebilir. Eski avcı toplayıcıların inançlarını ve ritüellerini anlamaya çalışırkense mutlaka kayıpla başlıyoruz. Bu çelişki tıpkı gelecekteki bir tarihçinin 21. yüzyıl Amerikalı gençlerinin toplumsal yaşamını yalnızca postalara bakarak anlaması gibidir. Bu durumda telefon konuşmaları, e-postalar, bloglar ve kısa mesajlardan hiçbiri kalmayacaktır.


Uzanmışsınız, başınızın altında dikkatle katlanmış bir ceket var. Ağacın boyunun en az yirmi metre olduğunu hesaplıyorsunuz. Hiç tomurcuk var mı? Başınızı uzatıp bakınıyorsunuz. Hiç kalmamış. Mevsim sizin oralara göre bir on beş gün daha ileri olmalı. Daha alçak bir bölge, hem yüksek yaylalar tarafından da korunuyor. Dikkat çekmeyen çiçekleri görebilir miyim diye bakınıyorsunuz sonra. Dal çok yüksekte, ışık da çok parlak. Kıtlıklar sırasında insanların kayın meyvesi yediğini hatırlıyorsunuz. Ne de olsa kayın kestane ile aynı aileden; domuzlar da sonbaharları kayın ormanına girer. Ama domuzlar ne olsa yer zaten. Gözleriniz dal boyunca ilerliyor. Dalın şekli bir atın arka bacağının yandan görünüşüne benziyor. Uykunuz geliyor, ama başınızı kaldırıp bu dalın üzerinden bir ip attığınızı hayal ediyorsunuz. Artık düşünmüyorsunuz, dalıyorsunuz, gözleriniz neredeyse kapalı. Ama avuçlarınız ve diz altlarınız, çocukken tırmandığınız böyle eğri büğrü dalların anısıyla geriliyor. Ağacın parçalarına şu ya da bu yolla hükmedebilirsiniz... Ama resim yaparak değil.
   Tembel tembel, arada bir gözlerinizi kapatıyorsunuz. Yaprakların oluşturduğu şekil, sönüp gitmeden önce, bir an için retinanıza nakşededilmiş halde kalıyor, ama kıpkırmızı, koyu rhododendron renginde. Gözlerinizi tekrar açtığınızda ise ışık o kadar parlak ki, dalga dalga üzerinize geldiği hissine kapılıyorsunuz; çimenlerin üzerinde ne kadar küçük birada olduğunu hatırlıyorsunuz. Etrafınızda oynayan çocukların farkındasınız ve izleyemeyeceğiniz kadar hızlı -ama sonradan hatırlayacağınız- bir çağrışımla, bir ağaçta ne kadar çok kuşun saklanabileceğini düşünüyorsunuz. Alacakaranlıkta bir insan yaklaştığında bir tek ağaçtan kırk elli sığırcık havalanıp gökyüzünde bir tur daha atarlar; ansızın açılıp sonra tekrar kapanan bir yelpazenin üzerindeki kuş resimleri gibi. Ağaç, hayal edilmiş ve hatırlanan olaylarla doludur. Ama sizin için ağaç, her şeyin ötesinde, zaman içinde var olur; büyüklüğü, yeşilliği, onu eken adamın ve aynı derecede onun kesilmesini emreden adamın akıl yürütmeleri, hepsi size bu gerçeği hatırlatıyor. Ansızın gökyüzünün maviliğinin tekdüze olmadığını farkediyorsunuz. Orada, ağacın üstünde daha uçuk mavi bir şerit var, üst kısmında farklı yönlerle çatallanıyor. Aslında o da bir ağaç gibi diyorsunuz kendi kendinize. Sonra onun bir aslan kafasına dönüşmesini izliyorsunuz. Gözlerinizi kullanıyorsunuz; bir şair gibi belki, ama bir ressam gibi değil.

   Orada yatıyorsunuz. Çimenin kokusunu alıyorsunuz. Güneşin sıcaklığının her zamankinden çok farkındasınız. Dünyanın yüzeyine yayılmış olduğunuz ve dünyanın eğimini vücudunuzda hissedebildiğiniz duygusuna kapılıyorsunuz. Ağaca ait hiçbir şey sizi şaşırtmıyor. Bir oyuncunun seyircilere bakması gibi bakıyorsunuz ona. Ya oyun? Kolunuz bir başkasının beline sarılı; bir el saçlarınızı okşuyor. Herhangi biri olabilirsiniz, ama o an ağacı bir sevgilinin göreceği gibi görüyorsunuz. Ağaç ikiniz için de bir yeri gösteren bir X işareti.
   Bakmıyorsunuz. İlle de gözlerinizi kullanacaksınız, yatıyor olmanın anlamı ne? Yarım kulakla rüzgârı dinliyorsunuz. Yaprakların sesi karıştırılan kum sesine benziyor. Uyandığınızda yorgun gözlerle yukarı bakıyorsunuz. Beyaz ve toprakla karışmış yeşil, mavi, yeşil görüyorsunuz. Yeşil, mavideki tüm sarı izlerini silmiş. Bu kesin. Başka her şey karışık. Fazla yoğunlaşmadan, sanki ellerinizi kullanıyormuş gibi, gördüklerinizi ayıklıyorsunuz. Hangi sapı hangisinin yanına koyacağını kesinlikle bilen bir çiçekçi gibi, yeşillik kümelerini birbirinden ayırmayı, her birini kendi dalına, uzay içindeki kendi yerine yerleştirmeyi öğreniyorsunuz. Dalların açılarını sınıyorsunuz, bir matematikçi gibi değil, bir terzi gibi. O ağacı küçültmek, elle tutulur bir boya ve basitliğe indirgemek için elinizden geleni yapıyorsunuz. Tekrar gözlerinizi kapatıyorsunuz. Ama bu kez yoğunlaşıyorsunuz. Kendi resminizi düşünüyorsunuz. Böyle bir ağacı içerebilmek için kendini nasıl değiştirip adapte edebilir? Böyle bir ağacı nasıl yerli yerine oturtabilir? Giderek ağacın resminizde nasıl belireceğini hayal edebiliyorsunuz. Ancak resim henüz, parmaklarınızla yaptığınız, kilisenin çan kulesiyle rahibi simgeleyen bir işaretten fazla bir şey değil. Ama siz ormancı değilsiniz ki? Ağaçları taşıyıp deviremezsiniz. Tohumlarını alıp toprağınıza da ekemezsiniz. Gözlerinizi açıp gerçek ağaca baktığınızda, onu hayal ettiğiniz resmedilmiş ağaca benzetmek için elinizden geleni yapıyorsunuz. Ama başaramıyorsunuz. Ağaç orada öylece göğe yükseliyor. Onu tekrar küçültüyorsunuz. Gözlerinizi tekrar kapatın. Resminize ait olan ağacı uyarlayın. Gözlerinizi açıp kontrol edin. Daha yakın, ama kayın hâlâ tepenizde dikilmiş titreşiyor. Tekrar ve tekrar. Böylece hava kararana kadar yatabilir... ve ressam olabilirsiniz.


 Keating aceleyle çıkıp ofise gitti. Evden bir süre için kurtulabildiğine memnundu. Ofise adımını attığında, neşeli bir genç âşık gibiydi. Güldü, herkesle el sıkıştı, gürültülü kutlamaları kabul etti, imrenme dolu çığlıklara, anlamlı atıflara göğüs gerdi. Sonra hemen Francon'un odasına çıktı. 
   İçeriye girip Francon'un yüzündeki gülümsemeyi gördüğünde, bir an suçluluk duygusuna kapıldı. Sanki bu evliliği kutsuyordu Francon. Keating onun iki omzuna şefkatle sarıldı, "Öyle mutluyum ki, Guy, öyle mutluyum ki," diye mırıldandı. 
   Francon alçak sesle, "Bunu hep bekliyordum," dedi. "Şimdi artık her şeyin yolunda olduğundan eminim. Şu gördüğün her şeyin senin olması doğru bir şey, Peter. Hepsinin. Bu odanın da, her şeyin de." 
   "Neden söz ediyorsun sen?
   "Hadi hadi, her şeyi çabuk anlarsın sen. Artık yorgunum, Peter. Biliyorsun, bir gün gelir; insan yorulur, sonuna vardım, der ... Yo, sen nereden bileceksin? Çok gençsin henüz. Ama ... ben burada ne işe yarıyorum, Peter? İşin garibi, artık yarıyormuşum gibi numara yapmanın gereğine de inanmıyorum. Zaman zaman dürüst olmak isterim ben. İyi bir duygudur. Her neyse, belki bir iki yıl daha oyalanırım, ama ondan sonra emekli olacağım. O zaman hepsi senin olacak. Belki ondan sonra da arasıra buraya gelip biraz vakit geçirmek hoşuma gidebilir. Biliyorsun, çok seviyorum ben bu yeri. Harıl harıl iş yapılıyor, her şey iyi yapılıyor, insanlar bize saygı gösteriyor. İyi bir firmaydı Francon & Heyer, öyle değil mi? Öff, neler diyorum ben? Francon & Keating yani. Ama bundan sonra, yalnızca Keating olacak ..." Birdenbire, "Peter," diye sordu, "Neden mutlu görünmüyorsun sen?"
   "Tabii ki mutluyum. Çok büyük minnet duyuyorum, falan filan ... Ama ne demeye emekliliği düşünmeye kalkıyorsun şu anda?"
   "Onu demek istemedim. Her şey sana ait olacak dediğimde neden mutlu görünmedin? Ona sevinmeni isterim, Peter."  
   "Tanrı aşkına, Guy, kötü şeyleri düşünmeye gerek yok, sen daha..."
   "Peter, bu benim için çok önemli. Sana bıraktıklarım için mutlu olman yani. Bundan gurur duyman ve ... duyuyorsun, değil mi, Peter? Mutlusun, değil mi?"    
   "Eh, kim olmaz ki!" Francon'a bakmıyordu. Adamın sesindeki yakarı tonuna da dayanamıyordu.  
   "Evet, kim olmaz ki! Tabii... Sen de mutlu musun, Peter?"  
   "Ne istiyorsun sen?" Keating'in sesi öfke doluydu.  
   "Benden gurur duymanı istiyorum, Peter," dedi Francon çaresiz bir sesle. "Bir şeyler başardığımı bilmek istiyorum. Bunların bir anlamı olduğunu görmek istiyorum. Son değerlendirmeler yapılırken, her şeyin boşuna olmadığından emin olmak istiyorum."
   "Bundan emin değil misin? Emin değilsin, ha?" Keating'in gözleri cinayet işleyecek gibiydi. Francon'u kendisi için ani bir tehlike sayıyormuş gibi.  
   "Ne oldu, Peter?" diye sordu Francon yavaşça. Sesi hemen hemen kaygısızdı.   
   "Allah belanı versin. Buna hakkın yok ... Emin olmamaya hakkın yok! Senin yaşında, senin adınla, senin saygınlığınla, senin ..." 
   "Emin olmak istiyorum, Peter. Çok çalıştım ben."  
   "Ama emin değilsin!" Keating öfke ve korku içindeydi. İhtiyarı incitmek geliyordu içinden. Bu yüzden de, en çok incitebilecek şeyi attı ortaya. Ama bunu yaparken, bu sözün Francon'u değil, asıl kendisini, Keating'i incitecek bir söz olduğunu unuttu. Çünkü Francon bilemezdi. Hiçbir zaman bitmemişti. Tahmin bile edemezdi. "Eh, ben birini tanıyorum, ömrünün sonuna geldiğinde emin olabilecek. Hem öyle çok emin olacak ki, bu yüzden gırtlağını kesebilirim onun!"  
   "Kim?" diye sordu Francon alçak sesle. Aslında ilgi duymuyordu.  
   "Guy! Guy, ne oluyor bize? Neden söz ediyoruz biz?"  
   "Bilmiyorum," dedi Francon. Yorgun görünüyordu.  
   O akşam Francon, Keating'in evine, akşam yemeğine geldi. Pek pırıl pırıl giyinmişti. Bayan Keating'in elini şövalyeler gibi öperken gözleri ışıldıyordu. Ama Dominique'i kutlarken ciddileşmişti. Ona söyleyecek pek az şey bulabildi. Kızının yüzüne bakarken gözlerinde yalvarır gibi bir anlam vardı. Kızından beklediği keskin alaycılık yerine, o gözlerde bir anlayış gördü. Dominique hiçbir şey söylemedi, ama eğilip babasını alnından öptü, dudakları orada, resmiyetin gerektirdiğinden biraz daha uzun süre kaldı. Francon içine yayılan minnet duygusunu tattı, sonra birden korkuya kapıldı. "Dominique," diye fısıldadı. Diğerleri onu duyamıyordu. "Kimbilir ne kadar mutsuzdun ki..."  


   Xu Sabguan yutkunma sesinin giderek yükseldiğini duyuyordu.
   "Sanle'nin mi ağzı sulandı? Yutkunma sesi öyle yüksek ki Yile ve Erle'nin de ağzı sulanıyor sanki. Xu Yulan senin de ağzın sulanmış bak. İyi dinleyin şimdi, bu yemeği özel olarak Sanle için pişirdim, sadece Sanle'nin ağzının sulanmasına izin var. Ağzınızın her sulanışında Sanle'nin domuz yahnisini çalıyorsunuz demektir. Sıra sizin yemeklerinize de gelecek, bırakın da Sanle şöyle gönlünce yiyebilsin önce, birazdan size de yemek pişireceğim. Sanle, kulaklarını iyice aç şimdi. Eti yemek çubuklarının arasına sıkıştırıp ağzına attın ya, çiğnemeye başladın... Tadına gelince, yağlı domuz eti yağlı olmasına yağlı ama o kadar da yağlı değil, yağsız et tam kıvamında ve sulu. Eti kısık ateşte neden o kadar uzun süre pişirdiğimi biliyor musun? Tadın etin tamamına yayılması için. Sanle, acele etme, afiyetle ye. Sırada Erle var, sen yemek istiyorsun Erle?"
   "Ben de domuz yahnisi istiyorum, beş parça et olsun," dedi Erle. 
   "Tamam, şimdi Erle'ye beş parça et kesiyorum, hem yağlısından hem de yağsızından; kaynar suyun içine atıyorum, sudan çıkarıp kurumaya bırakıyorum, şimdi de kızgın yağın içine atıyorum."
   "Baba, Yile ve Sanle'nin ağzı sulanıyor," diye araya girdi Erle.
   "Yile!" diye kızdı Xu Sanguan, "Senin sıran gelmedi daha."
   Sonra devam etti konuşmasına: "Erle'nin beş parça etini kızgın yağın içine atıyorum, üzerine soya sosu ekliyorum ama birazcık, bir tutam kadar." 
   "Baba, Sanle'nin ağzı hâlâ sulanıyor," diye yine araya girdi Erle.
   "Sanle'nin ağzı sulanacak tabii," dedi Xu Sanguan, "çünkü kendi yemeğini yiyor, seninkini değil, senin et pişmedi daha." 
   Xu Sanguan, Erle'nin domuz yahnisini pişirdikten sonra bu kez de Yile'ye sordu:
   "Yile, sen ne yemek istiyorsun?"
   "Domuz yahnisi," dedi Yile.
   Bu durumdan hoşlanmayan olan Xu Sanguan çocuklara çıkıştı:
   "Madem üçünüz de domuz yahnisi yemek istiyordunuz, neden daha önce söylemediniz ki? Erkenden söyleseydiniz üçünüze birden aynı anda pişirirdim. Yile'ye beş parça et kesiyorum."
   "Ben altı parça et istiyorum," dedi Yile.
   "Yile'ye altı parça et kesiyorum, yağlısından ve yağsızından..."
   "Ben yağsızından istemiyorum," dedi Yile, "hepsi yağlı olsun."
   "İkisinden birden koyarsan daha iyi olur," dedi Xu Sanguan.
   "Ben yağlısından yemek istiyorum," diye diretti Yile. "Benim yahnimin içinde bir gram bile yağsız et olmasın." 
   O sırada Erle ve Sanle de girdi araya: "Biz de yağlı et istiyoruz." 
   Xu Sanguan, Yile için tamamı yağlı domuz etinden oluşan yahniyi pişirdikten sonra Xu Yulan için de kısık ateşte sazan pişirdi. Balığın karnını yarıp içine birkaç dilim jambon, birkaç taze zencefil, birkaç dilim de mantar koydu; balığın pullarını tuzla ovdu, üzerine biraz sarı pirinç likörü döktü, doğranmış taze soğan serpti biraz, bir saat kadar pişmeye bıraktı, balığı voktan çıkardığında odanın içi mis gibi koktu.
   Çok canlı bir biçimde betimlediği sazan, odanın içinde bir salya dalgası yaratınca yine çıkıştı çocuklara Xu Sanguan: 
   "Bu balığı size değil annenize pişirdim. Neden yutkunup duruyorsunuz öyle? Bir sürü et yemediniz mi az önce, hadi uyuyun artık."
   En sonunda kendisine de yemek pişirdi Xu Sanguan, kendisine yaptığı yemek kızarmış domuz ciğeriydi. 
   "Önce domuz ciğerini çok küçük parçalar halinde doğruyorum, sonra ciğerleri  bir kâsenin içine atıyor ve  azıcık tuz serpiyorum, biraz da mısır nişastası çünkü mısır nişastası domuz ciğerini gevrekleştirir. Yarım bardak sarı pirinç likörü ekliyorum, likör ciğere aroma verir. Sonra iyice kıyılmış taze soğan serpiyorum, vokun içine yağ kızmaya başlayınca ciğerleri içine atıyorum. Ciğerin eşit pişmesi için karıştırıyorum, bir iki üç..."
   "Dört... Beş... Altı..."
   Yile ve Erle ve Sanle onun kaldığı yerden saymaya devam ediyordu, her biri diğerinin kaldığı yerden, ama Xu Sanguan hemen susturdu onları: 
   "Hayır, sadece üç kez karıştırılacak, dörde kalırsa fazla pişer ciğer, beşincide sertleşmeye başlar, altıncıda öyle sertleşir ki dişin bile geçmez. Üç kez karıştırdıktan sonra ciğerleri voktan çıkarman lazım. Ama yemek için acele etmiyorum, önce kendime iki bardak sarı pirinç likörü dolduracağım, likörden bir yudum alıyorum, boğazımdan mideme doğru ılık ılık akıyor, sıcak bir havluyla yüzünü silmeye benziyor bu, likör bağırsaklarımı bir güzel temizliyor, sonra yemek çubuklarını elime alıyorum, arasına bir ciğer parçası sıkıştırıp ağzıma atıyorum, çiğnemeye başladım... İşte hayat bu, ölümsüzler gibi yaşıyorum."
   Odadaki yutkunma sesleri yine yükselince, "Bu kızarmış domuz ciğeri benim yemeğim. Yile, Erle, Sanle ve sen Xu Yulan, ağzınızın suyunu akıtarak yemeğimden çalıyorsunuz benim," dedi Xu Sanguan. Ardından da kahkahalarla gülmeye başladı. 
   "Bugün benim doğum günüm, hepiniz afiyetle yiyebilirsiniz benim kızarmış domuz ciğerlerinden."


*Eserin ilk baskısından alınmış olup, imla yönünden müdahale edilmemiştir.

CUMHURİYET DEMEK İMKÂN DEMEKTİR

   Hayatının son devirlerinde idi. O akşam Çankaya'da oldukça kalabalık dâvetliler vardı. O günkü davetliler pek muhtelif zümrelere ve seviyelere mensup idiler. Söz arasında hazır bulunanlardan birisi, bir doktor: 
   -Cumhuriyet devrinde bu olamaz. 
   Gibi bir cümle sarfetti. O vakit Atatürk şu soruyu attı:
   -Cumhuriyet ne demektir? 
   İlk cevaplar, yurd bilgisi kitaplarındaki basmakalıp tariflerin çerçeveleri içinde kaldı. Atatürk:
   -Aman efendim bu dedikleriniz her kitapta yazar. Hepimiz bunu biliriz, fakat ben sizin şahsî anlayışınızı öğrenmek istiyorum. Sorumu biraz daha açayım.
   -Cumhuriyetten biz ne bekliyoruz?
   Cevaplar gene dağıldı. Herkes bir şeyler anlattı. 
   Atatürk:
   -Bayanlar baylar dedi; görüyorum ki, çoğunuz Cumhuriyetin herhangi bir vatandaşın, daha doğrusu en lâyık vatandaşın Cumhurreisliğine seçilmesi, seçilebilmesi gibi en zahirî mânası üzerinde duruyorsunuz. Hakikatte de bunun büyük bir mânası vardır. Bu mânayı daha açık bir kelime ile ifade edelim:
   "Cumhuriyet demek imkân demektir."
   Evet bayanlar, baylar Cumhuriyet imkân demektir. İstiklâli en iyi şartlarla muhafazaya imkan cumhuriyetle kâimdir. Sade son bir asır içinde Türkiye'de devlet reisleri mevkilerini muhafaza endişesi ile iki defa yurdda yabancı kuvvetleri kendilerine destek etmişlerdir. İkinci Mahmud, mevkiinin elinden gideceği korkusuyla Hünkâr İskelesi muahedesini yapmış. Rusları çağırmakta tereddüt etmemiştir. Vahdettin hikâyesini hepimiz yaşadık, biliyoruz. Cumhuriyette devler reisi her şeyden evvel kendi mevkiînin muvakkak ve muvakkat olduğunu bilerek o mevkie çıkar. Lâyık kaldıkça o mevkide oturur. İmkân ancak onun kıymeti ile kendini gösterir.
   Cumhuriyet imkân demektir.. Çünkü iç hürriyetin de en büyük imkânı cumhuriyetle kâbildir. Ama diyeceksiniz ki dünyada adı cumhuriyet olan diktatörlükler de vardır. Evet, bütün bu şekiller muvakkattır. Cumhuriyet sâde adıyla bile ferd hürriyetini taşıyan sihirli bir aşıdır. Görülecektir ki cumhuriyet imkânları olan her memleket hürriyet dâvasında er  geç muvaffak olacaktır. Cumhuriyet, kendisine bağlı olanları en ileri zirvelere götüren imkânları verir. İstiklâl ve hürriyetine sahip olan milletler ilerleme yolunda "İmkân"lara malik demektirler. O halde Cumhuriyet her sahada ilerlemenin de en sarih teminatıdır. Cumhuriyeti bu mânasile ve bu şumulile anlamak lâzımdır. 
   Ayni akşam söz diktatörlüğe geçti ve Atatürk bize şöyle bir hâtıra nakletti:
   -İstanbul'da bir baloda idim. Sarı saçlı bir delikanlı gelip karşıma dikildi. Adı ya Ekrem yahut da Kenan olacak... Bir balo için aşırı sayılacak Lâubaliliklerle etrafındakilerin dikkatini çekmiş olacak, bir aralık ortadan uzaklaştıklarını hissettim. Halbuki onunla konuşmakta istiyordum. Nihayet, döndü dolaştı bir fırsatını buldu yine karşıma çıktı. Bana düpedüz: "Size diktatör diyorlar doğru mu" dedi. Ona şu cevabı verdim. "Ben diktatör olsaydım sen bunu bana sorsamazdın." Bir takım inkılâp zaruretile bir takım yenilikleri kabul ettirmeye çalışan adam diktatör değildir! Diktatör hoşgörüsü olmayan adamdır. Karşısında her fikir söylenemeyen adamdır. Diktatör kendi düşüncelerine aykırı fikir söyleyenlere kin güden adamdır. Bunun haricinde diktatörlük, tehlike, inkılâp fevkalâde zamanlarda lâzım bir demokrasi müessesesidir. Demokrasi tarihinde böyle muvakkat diktatörlüklere sık sık tesadüf edilir. Benim, on beş senedir, bazı fikirleri bu memleket hayrına kabul ettirmek için sarfettiğim gayretlerde hiç bir şahsi endişe yoktur. Benim, belki demokrasinin anladığı mânada diktatörlüğe benzer, hareketlerim görülmüştür. Fakat, Tiran asla olmadım."
   Bu vesile ile Atatürk'ün çok önemli bir hâtırasını daha nakletmek isterim. Rusya'dan yeni gelmiş, kendisine mensup bir genç: 
   -Rusya'da bir kısım inkılâp hareketlerini yürütmek için Terör olduğu bir hakikattir. Fakat, doğrusu buna hak verdirecek sebepler de var. Eğer bu terör olmasa bir çok inkılâplar bu süratle yürüyemez demişti. 
   Atatürk, karşısında söylenen fikirler ne kadar kendi düşüncesine aykırı olursa olsun dinlemeyi severdi. Ancak, ana prensiplere ve esas dâvalara aykırı sözlere aslâ müsaade etmez. Bu sefer de ayni müsamahasızlığı gösterdi. Muhatabının sözünü kesti: 
   -Terör öyle bir manivelâdır ki bir defa insan onun kulpuna elini kaptırdı mı, bir daha bırakamaz. İlk hareketleri kendi tanzim edebilir. Fakat, ondan sonra kendi bildiği gibi dönecek olan makinenin kolu kopuncaya kadar esiri olur. 


  Konrad'ın Wieser'e söylediğine göre, insan kendini bu inceleme gibi bir zihinsel çalışmaya mahkûm ettiğinde, ki bunun anlamı böyle bir zihinsel çalışmayla ömür boyu meşgul olmakmış, gitgide sonunda bütün dünyayı ve ayrıca dünyanın ötesinde akla gelebilecek her şeyi kapsayan, kendisine yönelik bir komploya kurban gidiyormuş, Konrad'ın düşüncesi buymuş. Her şey o kişiye ve dolayısıyla onun yaptığı zihinsel çalışmaya kurulan tek bir komploymuş. Ve insan buna karşı hiçbir şey yapamazmış, olsa olsa sürekli kendi gücünü boşa harcayışını idrak edebilirmiş ki başka hiçbir şeyle değil, bir tek bu farkındalıkla zihinsel çalışmaya neredeyse insanüstü bir çabayla yoğunlaşabilsin, her an her şeyi hemen atlatabilsin, ona göre böyleymiş, nihayetinde bu da beyni otomatiğe bağlamaktan başka hiçbir şekilde hâkim olunamayacak ve insanın onda sadece ve sadece uzun vadeli bir sığınma ve varoluş amacı arayabileceği ve bulabileceği ve en sonunda uydurabileceği, yüksek bir sanatmış. Fakat dünya, özellikle de yakın çevre, kişinin herhangi bir beşeri bilime yönelik her girişimini daima ve her halükârda dünyaya ve bu yakın çevreye yönelik bir kötülük olarak algılar, bu girişim bireye ait olduğu halde onu kitleye mal edermiş ve birey daime kitlenin radikal muhalefetine maruz kalır ve bu muhalefetin yarattığı kitle suçlarıyla karşı karşıya gelmek ona, kitle tarafından kendisine yasaklanan ve ömür boyu engellenen düşünce ve edimleri beyninde oluşturma ve onlara hâkim olma ve onları tamamlama becerisi kazandırırmış. Kitle bireyi inkâr edermiş, ki bu aslında sadece kitle için mümkünmüş, ama birey kitleyle ilgilenmezmiş, neticede kitle yararına kendisinden başka bir şeyle ilgilenmezmiş, tıpkı kitlenin de neticede birey yararına bireyle ilgilenmemesi gibi, kitle bireyin başarısını ancak birey yok olunca, birey kitleyi ancak kitle yok olunca kabul edermiş vesaire.


 Başkeçi Çobanı'nın mahallesinde, nehrin hemen yakınında, Osmanlı mimari modellerine göre yapılmış ve yirminci yüzyılın başlangıcındaki zevk anlayışı gereği, Avrupa üslubundan gözle görülür izler taşıyan bir binalar topluluğunun ortasındaki iki katlı eski bir evde kalıyorduk.
   Bu binanın, komşu evlerinin duvarlarıyla çevrilmiş geniş bir bahçeye açılan dar bir avlusu vardı.
   Hızla akan nehrin kıyısında yaşamak her an gitmeye hazırmışız gibi bir izlenim uyandırıyordu. Bundan dolayı, yeni evimiz, babamı yüreklendiren kader anlayışına alabildiğine uygundu.
   Nehir, varlığımızı atalarımızın beşiğine bağlayan kökleri çoktan koparmış olan bizler için, başka yerlere sürekli bir çağrı, denizlerin ötesinde bilinmedik ülkelere göçmeyi sürdürmemize bir davet oluşturuyordu. Hayat dayanılmaz olmaya başlayınca nehir  bize daima bir başka seçeneği hatırlatıyordu. Ama, gene de ayrılmamacasına yerleşmiştik buraya.
   Babam, evin hepsi de eski, hepsi de birçok taşınmadan ve çatışmadan, birçok yangından ve su basmasından kurtulmuş büyü kitaplarını, haritaları, elyazmalarını ve diğer kitapları yığabileceği geniş ve derin gömme dolaplar içermesinden mutluydu. Bu bilinmedik kente, muhteşem bir gölün kıyısındaki evini ve ana-babasını geride bırakarak, bir yığın kitap ve birçok çocukla gelmişti.
   Gölün yitirilişinden sonra, nehir kıyısında yaşamak kesin bir teselliydi ama taşınmalar hep felaketler ve belirsizliklerle doludur. Çünkü, bir şey getirmek için, başka bir şeyi geri alırlar gene de. Köklerinden kopmuş Balkanlı bir ailenin kader çemberi daralıyordu bu yüzden. Her şeye rağmen, kitaplar, bu kaderin dolambaçlarında babama çok büyük bir teselli oluyordu. Evet, savaşlardan ve felaketlerden kurtarmıştı onları ve havalar boğucu belirsizliklerle yüklü de olsalar, daha yumuşayınca, kitaplar ona kurtuluş yolunu gösteriyordu. Aile çevremizi genişletiyordu babamın kitapları.
   Zamana karşı giriştiğimiz mücadelede onları okumanın bize güç verdiği söylenebilir. Ailemize ilişkin hayati kararlar almak gerektiğinde, babam bir çözüm bulmak için, kitaplarına gömülmekle geçiriyordu tüm gecelerini Bununla birlikte, aynı kitaplar onun hayatta acele kararlar almasını önlüyordu.
   Babam yeni evin gömme dolaplarında, Arapça, Latince, Rusça yazılmış her türden kutsal kitap ve bilgi dolu kitabı saklıyordu. Sözlüklerin, dilbilgisi kitaplarının, haritaların ve atlasların yanı sıra, eski ansiklopediler, astronomiye, tarihe, hukuka, din tarihine ilişkin eserler de vardı.
   Balkanlar'ın her zaman hareketli ve belirsiz sınırları içinde kapatıldığımızdan, kitaplar ufkumuzu genişletiyor, bizi uzaklara götürüyordu. Babamın kitapları, içinde bulunduğumuz durumla olağandışı bir ilişkiyi devam ettiren bir düzen içeriyordu. Ailemizin mutluluğunu barındırıyordu kendi içinde. Gerçekten, bu kitaplar ailemizin izlediği belirsiz yol boyunca devrilmişti çoğu kez.
   Zavallı anacığım babamın kitaplarına olan düşkünlüğünü kendince paylaşıyordu. Kitaplar onların birbirine duydukları sürekli ve içten içe sevginin payandalarından biriydi adeta. Bununla birlikte, anneme birçok yükümlülüğe mal oluyor, taşınmalar sırasında onlar yüzünden bazı mutfak eşyasını terk etmek zorunda kalıyordu. Örneğin, İtalya'ya ilk ve son kez yaptığı yolculukta almış olduğu ve hamur işleri yapımına yarayan elle çalışır aleti babamın birkaç kitabını kurtaracağım diye feda etmeyi kabullendiği için kendini hiç bağışlamamıştı. Ama, hamur işleri yapımına yarayan ve kentte bir eşi daha bulunmayan aletten çok daha temel, çok daha hayati bir şeyin, ailemizin hayrına kitaplarda, belki de özellikle bu kitaplarda saklı bulunduğuna yürekten inanıyordu.


 Öğrenim bizler için kıvanç, ruh güzelliği, yetenek kaynağıdır. Kıvancı, bir köşeye çekilip yalnız kalmaktadır, ruha kattığı güzellik konuşmada belli olur, kazandırdığı yeteneklerin ise yargılar vermemizde, işlerimizi düzenlememizde yararı dokunur. Belli alanda umanlaşmış kişiler, tek tek işleri yürütebilir, belki bunlarla ilgili yargılar da ileri sürülebilirler, ama bir sorunu her yönüyle kavrayarak öğütler vermek, işleri tasarlamak, düzenlemek öğrenimli kimselerin konusudur. Öğrenime çok zaman ayırmak uyuşukluktur, yalnız ruh güzelliği için okumak gösteriş, düşüncelerde hep kitapların kuralarına bağlı kalmak da budalaca bir bilgiçliktir. Öğrenim insan kişiliğini bütünler, ama öğrenimin kendisi de kişiliğin deneyleriyle bütünleni, çünkü insan yaradılışındaki yetiler, öğrenimle budanması gereken yaban bitileri gibidir, deneylerle pekiştirilmemiş bir öğrenim ise çok belirsiz kuramsal bilgilere dayanır. Becerikli kişiler öğrenimi horgörürler, sıradan kişiler ona hayran kalır, bilge kişiler ise ondan yararlanır; çünkü öğrenim sağlayacağı yararın ne olduğunu göstermez, bu onun ötesinde, insanın gözlemleriyle kendi başına kavrayacağı bir şeydir. Okuyorsan, ne karşındakileri susturmak, bilgiçlik satmak için, ne her okuduğuna körü körüne inanmak, ne de konuşmalarına konu olmak için, ama incelemek, düşünmek için oku. Kitap vardır, ancak tadına bakılmak içindir; kitap vardır yutulmak, kitap vardır çiğnemek, özümlenmek içindir; başka deyimle, kimi kitapların insan ancak birkaç bölümüne göz atmalı, kimisini baştan sona şöyle bir okuyup geçmeli, pek azını da her ayrıntı üzerinde titizlikle durarak adamakılı okumalı. Birtakım kitapları da insan aracılar yardımıyla, başkalarının çıkardıkları özetlerden okur, ama bu ancak daha az önemli konularda, değersiz kitaplarda başvurulacak bir yoldur, yoksa böyle başkasının süzgecinden geçme kitaplar, damıtılmış bayağı su gibi yavan olur. Okumak insanı olgunlaştırır, konuşmak ustalaştırır, yazmak ise daha somut bir bilgi sağlar. Dolayısıyla, az yazanın iyi bir belleği olması gerekir, az konuşanın keskin zekâlı, az okuyanın da bilmediğini bilir gibi görünebilmek için kurnaz olması gerekir. Tarih insanı bilge kılar, şiir iç zenginliği, matematik titizlik, doğal bilimler derinlik, mantık ile söz söyleme sanatı ise tartışma yeteneği kazandırır. "Abeunt studia in mores".* Evet, insan kafasının uygun bir öğrenim yardımıyla giderilmeyecek eksiği yoktur; tıpkı beden hastalıklarının bir takım beden alıştırmalarıyla  giderilebileceği gibi. Sözgelişi, ağaç topla oynanan on kuka oyunu taşa, böbrek hastalıklarına, ok atmak akciğerlere, göğüse, yürüyüşler mideye, ata binmek başağrısına iyi gelir. Dolayısıyla, kafası dağınık bir kimse matematik öğrensin, çünkü matematik çözümlerinde kafası biraz dalıverse, bütün çözüme yeniden başlaması gerekir. Kavrayışı, ayrımları gömeye, saptamaya yatkın değilse, skolastikçileri incelesin, çünkü onlar "cymini sektores", kılı kırk yaranlardır. Bir konuyu aydınlatmakta başka bir konunun kalıntılarından yararlanmayı bilmiyorsa, hukuk davalarını incelesin. Böylece, kafanın her yetersizliğine, özel bir iyileştirici bulunabilir.

* Öğrenim benliğe işler.


Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa

ABOUT ME

I could look back at my life and get a good story out of it. It's a picture of somebody trying to figure things out.

POPULAR POSTS

  • DARIDERE KAMP ALANI
    Ulaşım Darıdere Mesire Yeri ve Kamp Alanı, Balıkesir, Altınoluk, Narlı Köyünden 13 km içeridedir. İzmir-Çanakkale yolu üzerinde Çanakkale yö...
  • Marcel Proust - Lemoine Vakası
    IV. HENRI DE RÊGNIER    Elması pek de sevmem. Güzel görünmüyor. İnsanın yüzünde bıraktığı o küçük güzellik, etkisindense daha çok yansımasın...
  • "Babam Beni Şah Damarımdan Öptü" - Ozan Önen
       İnsan, babası hayattayken, sanki tüm babalar hayattaymış gibi bir yanılgıya; babası öldüğündeyse sanki sadece kendi babası ölmüş gibi bir...
  • "Musa'nın Derinlerine Düşen Yutkunuş" - Ahmet Sarı
    Bir şeyleri paylaşmak için doğru zaman doğru mekân doğru vesaire ararken geçer zaman. Bilirsiniz. Mustafa Kutlu, "İnsanlar ölür ve cena...
  • VİETNAM SEYAHAT FOTOĞRAFÇILIĞI - ÜLKENİN EN İYİLERİ VE ÖNEMLİ NOKTALARI
    Fotoğrafçı Réhahn tarafından Vietnam Seyahat İpuçları  Fransız fotoğrafçı Réhahn şu anda Vietnam’daki kabilelerin 54’ünü fotoğraflamak için ...
  • CAMPING ADRİAKE
    Ulaşım Antalya'dan Demre'ye minibüsler ile ulaşabilirsiniz. Kamp alanı sahil kenarında. Demre merkeze geldikten sonra buraya ulaşım ...
  • "Bilinmeyen Sular" - Mevsim Yenice
    “Benim için daha iyi olacak,” diyor. Neden bahsettiğinden haberi yok, adım gibi eminim bundan. Yine de kafamı sallayarak destek oluyorum. ...
  • ERCİYES EKSPRESİ (ADANA - KAYSERİ TRENİ)
    Treni hangi operatör işletiyor? TCDD Taşımacılık Nasıl bir trenle seyahat edeceğim? Dizel lokomotifin çektiği vagon dizisi Seyahat seçenekle...
  • Çılga Cantürk - Mutlu Gel Huzurlu Gel
    MUTLU GEL HUZURLU GEL 21.. 6 Ocak 2017 anısına .. İnsan ne kadar sevildiğini ve bu zamana kadar neler yaşamış olduğunu aklının bir köşesinde...
  • APOSTİL NEDİR?
    Apostil belki de ilk defa duyduğunuz bir terim ve ne anlama geldiği hakkında hiç bir fikriniz yok. Belki de var nasıl yapıldığını bilmiyorsu...

Advertisement

Follow us on Facebook

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

EREN ARDA GÜLER. Blogger tarafından desteklenmektedir.

Featured Post (Slider)

Kötüye Kullanım Bildir

Archive

  • ▼  2020 ( 184 )
    • ►  Mayıs ( 50 )
    • ►  Nisan ( 44 )
    • ▼  Mart ( 17 )
      • Erasmus - Barışın Şikâyeti
      • Katharine Burdekin - Swastika Geceleri
      • Akın Çetin - Keşke Burada Olsaydı
      • UÇUŞLARINIZDA BİLET İPTAL GÜVENCESİ
      • SEYAHAT SAĞLIĞI AŞILARI
      • İNTERNETTEN DÜNYAYI GEZEBİLECEĞİNİZ SİTELER
      • Magda Szabo - Iza'nın Şarkısı
      • Ömer Seyfettin - Bomba
      • Yuval Noah Harari - Sapiens
      • John Berger - Görünüre Dair Küçük Bir Teoriye Doğr...
      • Ayn Rand - Hayatın Kaynağı
      • Yu Hua - Kanını Satan Adam
      • Münir Hayri Egeli - Bilinmeyen Yönleri ile Atatürk
      • Thomas Bernhard - Kireç Ocağı
      • Luan Starova - Keçiler Dönemi
      • Francis Bacon - Denemeler
      • Daniel Defoe - Robinson Crusoe
    • ►  Şubat ( 73 )
  • ►  2019 ( 258 )
    • ►  Kasım ( 43 )
    • ►  Ekim ( 43 )
    • ►  Eylül ( 53 )
    • ►  Ağustos ( 6 )
    • ►  Temmuz ( 2 )
    • ►  Haziran ( 9 )
    • ►  Mayıs ( 16 )
    • ►  Nisan ( 56 )
    • ►  Mart ( 15 )
    • ►  Şubat ( 7 )
    • ►  Ocak ( 8 )
  • ►  2018 ( 51 )
    • ►  Aralık ( 7 )
    • ►  Kasım ( 8 )
    • ►  Ekim ( 7 )
    • ►  Eylül ( 3 )
    • ►  Temmuz ( 2 )
    • ►  Haziran ( 3 )
    • ►  Mayıs ( 1 )
    • ►  Nisan ( 4 )
    • ►  Mart ( 3 )
    • ►  Şubat ( 5 )
    • ►  Ocak ( 8 )
  • ►  2017 ( 11 )
    • ►  Aralık ( 1 )
    • ►  Ekim ( 10 )

Bu Blogda Ara

Blog Archive

  • ▼  2020 ( 184 )
    • ►  Mayıs 2020 ( 50 )
    • ►  Nisan 2020 ( 44 )
    • ▼  Mart 2020 ( 17 )
      • Erasmus - Barışın Şikâyeti
      • Katharine Burdekin - Swastika Geceleri
      • Akın Çetin - Keşke Burada Olsaydı
      • UÇUŞLARINIZDA BİLET İPTAL GÜVENCESİ
      • SEYAHAT SAĞLIĞI AŞILARI
      • İNTERNETTEN DÜNYAYI GEZEBİLECEĞİNİZ SİTELER
      • Magda Szabo - Iza'nın Şarkısı
      • Ömer Seyfettin - Bomba
      • Yuval Noah Harari - Sapiens
      • John Berger - Görünüre Dair Küçük Bir Teoriye Doğr...
      • Ayn Rand - Hayatın Kaynağı
      • Yu Hua - Kanını Satan Adam
      • Münir Hayri Egeli - Bilinmeyen Yönleri ile Atatürk
      • Thomas Bernhard - Kireç Ocağı
      • Luan Starova - Keçiler Dönemi
      • Francis Bacon - Denemeler
      • Daniel Defoe - Robinson Crusoe
    • ►  Şubat 2020 ( 73 )
  • ►  2019 ( 258 )
    • ►  Kasım 2019 ( 43 )
    • ►  Ekim 2019 ( 43 )
    • ►  Eylül 2019 ( 53 )
    • ►  Ağustos 2019 ( 6 )
    • ►  Temmuz 2019 ( 2 )
    • ►  Haziran 2019 ( 9 )
    • ►  Mayıs 2019 ( 16 )
    • ►  Nisan 2019 ( 56 )
    • ►  Mart 2019 ( 15 )
    • ►  Şubat 2019 ( 7 )
    • ►  Ocak 2019 ( 8 )
  • ►  2018 ( 51 )
    • ►  Aralık 2018 ( 7 )
    • ►  Kasım 2018 ( 8 )
    • ►  Ekim 2018 ( 7 )
    • ►  Eylül 2018 ( 3 )
    • ►  Temmuz 2018 ( 2 )
    • ►  Haziran 2018 ( 3 )
    • ►  Mayıs 2018 ( 1 )
    • ►  Nisan 2018 ( 4 )
    • ►  Mart 2018 ( 3 )
    • ►  Şubat 2018 ( 5 )
    • ►  Ocak 2018 ( 8 )
  • ►  2017 ( 11 )
    • ►  Aralık 2017 ( 1 )
    • ►  Ekim 2017 ( 10 )

Combine

Horizontal

Vertical1

Vertical2

Gallery

Portfolio

  • Home
  • Features
  • _Multi DropDown
  • __DropDown 1
  • __DropDown 2
  • __DropDown 3
  • _ShortCodes
  • _SiteMap
  • _Error Page
  • Learn Blogging
  • Documentation
  • _Web Documentation
  • _Video Documentation
  • Download This Template

Footer Menu Widget

  • Home
  • About
  • Contact Us

Social Plugin

Contact us

About

Channels

  • abd
  • adana
  • afrika
  • afyon
  • ağva kilimli koyu
  • airport
  • almanya
  • amerika
  • andorra
  • anı harabeleri
  • ankara
  • antalya
  • apostil
  • app
  • araç
  • arkadaş
  • asya
  • Atatürk
  • avrupa
  • avusturya
  • ayder yaylası
  • balıkesir
  • balkanlar
  • bandırma
  • banka
  • bebek
  • belarus
  • bisiklet
  • bisikletli kamp
  • blog
  • blogger
  • bolu
  • bosna hersek
  • bursa
  • card
  • couchsurfing
  • çadır
  • çadır kurulumu
  • çalışmak
  • çıldır gölü
  • çin
  • çin seddi
  • çipli pasaport
  • denizli
  • doğa
  • doğu ekspresi
  • dolar
  • dost
  • dünya
  • e-pasaport
  • elazığ
  • en iyi bölgeler
  • erciyes ekspresi
  • erzurum
  • eskişehir
  • etik
  • euro
  • evcil
  • everest
  • festival
  • fırat ekspresi
  • fotoğrafçılık
  • galata kulesi
  • gecelemek
  • gezi
  • glamping
  • gümüşhane
  • güney kurtalan ekspresi
  • gürcistan
  • güvenilir
  • güvenlik
  • harcama
  • hava durumu
  • havaalanı
  • havalimanı
  • hayvan
  • hindistan
  • hostel
  • ısparta
  • iç anadolu
  • ingiltere
  • interrail
  • isic card
  • istanbul
  • iş
  • izmir
  • jet lag
  • kahvaltı
  • kamp
  • kamp alanı
  • kamp amerika
  • kamp eczanesi
  • kamp ekipman
  • kamp matı
  • kamp mutfağı
  • kanada
  • karadağ
  • karadeniz
  • karavan
  • karavan kampı
  • karesi ekspresi
  • karester yaylası
  • kars
  • kars kalesi
  • kart
  • kasım
  • kastamonu
  • kayak
  • kayak merkezleri
  • kayseri
  • kıbrıs
  • kış
  • kızılcahamam
  • kira
  • kocaeli
  • konaklama
  • kosova
  • kredi kartı
  • kutlama
  • küba
  • kültür
  • kütahya
  • macera
  • makedonya
  • malatya
  • maliyet
  • manzara
  • marmara
  • mil
  • miras
  • moldova
  • osmaniye
  • otel
  • outdoor
  • oyun
  • öğrenci
  • pamukkale
  • para
  • pasaport
  • rehber
  • rize
  • rota
  • rüzgar
  • sabahlamak
  • seyahat
  • sırbistan
  • sırt çantası
  • singapur
  • şile
  • tarih
  • tatil
  • tax free
  • tcdd
  • telefon
  • temizlik
  • tırmanma
  • travel
  • tren
  • türk lirası
  • türkiye
  • ucuz
  • uçak
  • ukrayna
  • uluslararası
  • uygulama
  • uyku tulumu
  • uyumak
  • uzungöl
  • ülke
  • üniversite
  • vanlife
  • vatandaşlık
  • verçenik yaylası
  • vergi
  • vietnam
  • visa
  • vize
  • vizesiz ülkeler
  • wordpress
  • work
  • work and travel
  • world
  • yapıt
  • yaz
  • yedigöller
  • yemek
  • yeşil pasaport
  • yeşillik
  • yurtdışı

Categories

  • abd
  • adana
  • afrika
  • afyon
  • ağva kilimli koyu
  • airport
  • almanya
  • amerika
  • andorra
  • anı harabeleri
  • ankara
  • antalya
  • apostil
  • app
  • araç
  • arkadaş
  • asya
  • Atatürk
  • avrupa
  • avusturya
  • ayder yaylası
  • balıkesir
  • balkanlar
  • bandırma
  • banka
  • bebek
  • belarus
  • bisiklet
  • bisikletli kamp
  • blog
  • blogger
  • bolu
  • bosna hersek
  • bursa
  • card
  • couchsurfing
  • çadır
  • çadır kurulumu
  • çalışmak
  • çıldır gölü
  • çin
  • çin seddi
  • çipli pasaport
  • denizli
  • doğa
  • doğu ekspresi
  • dolar
  • dost
  • dünya
  • e-pasaport
  • elazığ
  • en iyi bölgeler
  • erciyes ekspresi
  • erzurum
  • eskişehir
  • etik
  • euro
  • evcil
  • everest
  • festival
  • fırat ekspresi
  • fotoğrafçılık
  • galata kulesi
  • gecelemek
  • gezi
  • glamping
  • gümüşhane
  • güney kurtalan ekspresi
  • gürcistan
  • güvenilir
  • güvenlik
  • harcama
  • hava durumu
  • havaalanı
  • havalimanı
  • hayvan
  • hindistan
  • hostel
  • ısparta
  • iç anadolu
  • ingiltere
  • interrail
  • isic card
  • istanbul
  • iş
  • izmir
  • jet lag
  • kahvaltı
  • kamp
  • kamp alanı
  • kamp amerika
  • kamp eczanesi
  • kamp ekipman
  • kamp matı
  • kamp mutfağı
  • kanada
  • karadağ
  • karadeniz
  • karavan
  • karavan kampı
  • karesi ekspresi
  • karester yaylası
  • kars
  • kars kalesi
  • kart
  • kasım
  • kastamonu
  • kayak
  • kayak merkezleri
  • kayseri
  • kıbrıs
  • kış
  • kızılcahamam
  • kira
  • kocaeli
  • konaklama
  • kosova
  • kredi kartı
  • kutlama
  • küba
  • kültür
  • kütahya
  • macera
  • makedonya
  • malatya
  • maliyet
  • manzara
  • marmara
  • mil
  • miras
  • moldova
  • osmaniye
  • otel
  • outdoor
  • oyun
  • öğrenci
  • pamukkale
  • para
  • pasaport
  • rehber
  • rize
  • rota
  • rüzgar
  • sabahlamak
  • seyahat
  • sırbistan
  • sırt çantası
  • singapur
  • şile
  • tarih
  • tatil
  • tax free
  • tcdd
  • telefon
  • temizlik
  • tırmanma
  • travel
  • tren
  • türk lirası
  • türkiye
  • ucuz
  • uçak
  • ukrayna
  • uluslararası
  • uygulama
  • uyku tulumu
  • uyumak
  • uzungöl
  • ülke
  • üniversite
  • vanlife
  • vatandaşlık
  • verçenik yaylası
  • vergi
  • vietnam
  • visa
  • vize
  • vizesiz ülkeler
  • wordpress
  • work
  • work and travel
  • world
  • yapıt
  • yaz
  • yedigöller
  • yemek
  • yeşil pasaport
  • yeşillik
  • yurtdışı

PGA Head Teaching Professional

Fotoğrafım
erenardaguler
Profilimin tamamını görüntüle

Channels

  • abd
  • adana
  • afrika
  • afyon
  • ağva kilimli koyu
  • airport
  • almanya
  • amerika
  • andorra
  • anı harabeleri
  • ankara
  • antalya
  • apostil
  • app
  • araç
  • arkadaş
  • asya
  • Atatürk
  • avrupa
  • avusturya
  • ayder yaylası
  • balıkesir
  • balkanlar
  • bandırma
  • banka
  • bebek
  • belarus
  • bisiklet
  • bisikletli kamp
  • blog
  • blogger
  • bolu
  • bosna hersek
  • bursa
  • card
  • couchsurfing
  • çadır
  • çadır kurulumu
  • çalışmak
  • çıldır gölü
  • çin
  • çin seddi
  • çipli pasaport
  • denizli
  • doğa
  • doğu ekspresi
  • dolar
  • dost
  • dünya
  • e-pasaport
  • elazığ
  • en iyi bölgeler
  • erciyes ekspresi
  • erzurum
  • eskişehir
  • etik
  • euro
  • evcil
  • everest
  • festival
  • fırat ekspresi
  • fotoğrafçılık
  • galata kulesi
  • gecelemek
  • gezi
  • glamping
  • gümüşhane
  • güney kurtalan ekspresi
  • gürcistan
  • güvenilir
  • güvenlik
  • harcama
  • hava durumu
  • havaalanı
  • havalimanı
  • hayvan
  • hindistan
  • hostel
  • ısparta
  • iç anadolu
  • ingiltere
  • interrail
  • isic card
  • istanbul
  • iş
  • izmir
  • jet lag
  • kahvaltı
  • kamp
  • kamp alanı
  • kamp amerika
  • kamp eczanesi
  • kamp ekipman
  • kamp matı
  • kamp mutfağı
  • kanada
  • karadağ
  • karadeniz
  • karavan
  • karavan kampı
  • karesi ekspresi
  • karester yaylası
  • kars
  • kars kalesi
  • kart
  • kasım
  • kastamonu
  • kayak
  • kayak merkezleri
  • kayseri
  • kıbrıs
  • kış
  • kızılcahamam
  • kira
  • kocaeli
  • konaklama
  • kosova
  • kredi kartı
  • kutlama
  • küba
  • kültür
  • kütahya
  • macera
  • makedonya
  • malatya
  • maliyet
  • manzara
  • marmara
  • mil
  • miras
  • moldova
  • osmaniye
  • otel
  • outdoor
  • oyun
  • öğrenci
  • pamukkale
  • para
  • pasaport
  • rehber
  • rize
  • rota
  • rüzgar
  • sabahlamak
  • seyahat
  • sırbistan
  • sırt çantası
  • singapur
  • şile
  • tarih
  • tatil
  • tax free
  • tcdd
  • telefon
  • temizlik
  • tırmanma
  • travel
  • tren
  • türk lirası
  • türkiye
  • ucuz
  • uçak
  • ukrayna
  • uluslararası
  • uygulama
  • uyku tulumu
  • uyumak
  • uzungöl
  • ülke
  • üniversite
  • vanlife
  • vatandaşlık
  • verçenik yaylası
  • vergi
  • vietnam
  • visa
  • vize
  • vizesiz ülkeler
  • wordpress
  • work
  • work and travel
  • world
  • yapıt
  • yaz
  • yedigöller
  • yemek
  • yeşil pasaport
  • yeşillik
  • yurtdışı

Subscribe To Sarah Bennett Blog

Kayıtlar
Atom
Kayıtlar
Tüm Yorumlar
Atom
Tüm Yorumlar

Slider Widget

5/recent/slider

CATEGORIES

  • abd
  • adana
  • afrika
  • afyon
  • ağva kilimli koyu
  • airport
  • almanya
  • amerika
  • andorra
  • anı harabeleri
  • ankara
  • antalya
  • apostil
  • app
  • araç
  • arkadaş
  • asya
  • Atatürk
  • avrupa
  • avusturya
  • ayder yaylası
  • balıkesir
  • balkanlar
  • bandırma
  • banka
  • bebek
  • belarus
  • bisiklet
  • bisikletli kamp
  • blog
  • blogger
  • bolu
  • bosna hersek
  • bursa
  • card
  • couchsurfing
  • çadır
  • çadır kurulumu
  • çalışmak
  • çıldır gölü
  • çin
  • çin seddi
  • çipli pasaport
  • denizli
  • doğa
  • doğu ekspresi
  • dolar
  • dost
  • dünya
  • e-pasaport
  • elazığ
  • en iyi bölgeler
  • erciyes ekspresi
  • erzurum
  • eskişehir
  • etik
  • euro
  • evcil
  • everest
  • festival
  • fırat ekspresi
  • fotoğrafçılık
  • galata kulesi
  • gecelemek
  • gezi
  • glamping
  • gümüşhane
  • güney kurtalan ekspresi
  • gürcistan
  • güvenilir
  • güvenlik
  • harcama
  • hava durumu
  • havaalanı
  • havalimanı
  • hayvan
  • hindistan
  • hostel
  • ısparta
  • iç anadolu
  • ingiltere
  • interrail
  • isic card
  • istanbul
  • iş
  • izmir
  • jet lag
  • kahvaltı
  • kamp
  • kamp alanı
  • kamp amerika
  • kamp eczanesi
  • kamp ekipman
  • kamp matı
  • kamp mutfağı
  • kanada
  • karadağ
  • karadeniz
  • karavan
  • karavan kampı
  • karesi ekspresi
  • karester yaylası
  • kars
  • kars kalesi
  • kart
  • kasım
  • kastamonu
  • kayak
  • kayak merkezleri
  • kayseri
  • kıbrıs
  • kış
  • kızılcahamam
  • kira
  • kocaeli
  • konaklama
  • kosova
  • kredi kartı
  • kutlama
  • küba
  • kültür
  • kütahya
  • macera
  • makedonya
  • malatya
  • maliyet
  • manzara
  • marmara
  • mil
  • miras
  • moldova
  • osmaniye
  • otel
  • outdoor
  • oyun
  • öğrenci
  • pamukkale
  • para
  • pasaport
  • rehber
  • rize
  • rota
  • rüzgar
  • sabahlamak
  • seyahat
  • sırbistan
  • sırt çantası
  • singapur
  • şile
  • tarih
  • tatil
  • tax free
  • tcdd
  • telefon
  • temizlik
  • tırmanma
  • travel
  • tren
  • türk lirası
  • türkiye
  • ucuz
  • uçak
  • ukrayna
  • uluslararası
  • uygulama
  • uyku tulumu
  • uyumak
  • uzungöl
  • ülke
  • üniversite
  • vanlife
  • vatandaşlık
  • verçenik yaylası
  • vergi
  • vietnam
  • visa
  • vize
  • vizesiz ülkeler
  • wordpress
  • work
  • work and travel
  • world
  • yapıt
  • yaz
  • yedigöller
  • yemek
  • yeşil pasaport
  • yeşillik
  • yurtdışı

Advertisement

Main Ad

Trend Tags

  • abd
  • adana
  • afrika
  • afyon
  • ağva kilimli koyu
  • airport
  • almanya
  • amerika
  • andorra
  • anı harabeleri
  • ankara
  • antalya
  • apostil
  • app
  • araç
  • arkadaş
  • asya
  • Atatürk
  • avrupa
  • avusturya
  • ayder yaylası
  • balıkesir
  • balkanlar
  • bandırma
  • banka
  • bebek
  • belarus
  • bisiklet
  • bisikletli kamp
  • blog
  • blogger
  • bolu
  • bosna hersek
  • bursa
  • card
  • couchsurfing
  • çadır
  • çadır kurulumu
  • çalışmak
  • çıldır gölü
  • çin
  • çin seddi
  • çipli pasaport
  • denizli
  • doğa
  • doğu ekspresi
  • dolar
  • dost
  • dünya
  • e-pasaport
  • elazığ
  • en iyi bölgeler
  • erciyes ekspresi
  • erzurum
  • eskişehir
  • etik
  • euro
  • evcil
  • everest
  • festival
  • fırat ekspresi
  • fotoğrafçılık
  • galata kulesi
  • gecelemek
  • gezi
  • glamping
  • gümüşhane
  • güney kurtalan ekspresi
  • gürcistan
  • güvenilir
  • güvenlik
  • harcama
  • hava durumu
  • havaalanı
  • havalimanı
  • hayvan
  • hindistan
  • hostel
  • ısparta
  • iç anadolu
  • ingiltere
  • interrail
  • isic card
  • istanbul
  • iş
  • izmir
  • jet lag
  • kahvaltı
  • kamp
  • kamp alanı
  • kamp amerika
  • kamp eczanesi
  • kamp ekipman
  • kamp matı
  • kamp mutfağı
  • kanada
  • karadağ
  • karadeniz
  • karavan
  • karavan kampı
  • karesi ekspresi
  • karester yaylası
  • kars
  • kars kalesi
  • kart
  • kasım
  • kastamonu
  • kayak
  • kayak merkezleri
  • kayseri
  • kıbrıs
  • kış
  • kızılcahamam
  • kira
  • kocaeli
  • konaklama
  • kosova
  • kredi kartı
  • kutlama
  • küba
  • kültür
  • kütahya
  • macera
  • makedonya
  • malatya
  • maliyet
  • manzara
  • marmara
  • mil
  • miras
  • moldova
  • osmaniye
  • otel
  • outdoor
  • oyun
  • öğrenci
  • pamukkale
  • para
  • pasaport
  • rehber
  • rize
  • rota
  • rüzgar
  • sabahlamak
  • seyahat
  • sırbistan
  • sırt çantası
  • singapur
  • şile
  • tarih
  • tatil
  • tax free
  • tcdd
  • telefon
  • temizlik
  • tırmanma
  • travel
  • tren
  • türk lirası
  • türkiye
  • ucuz
  • uçak
  • ukrayna
  • uluslararası
  • uygulama
  • uyku tulumu
  • uyumak
  • uzungöl
  • ülke
  • üniversite
  • vanlife
  • vatandaşlık
  • verçenik yaylası
  • vergi
  • vietnam
  • visa
  • vize
  • vizesiz ülkeler
  • wordpress
  • work
  • work and travel
  • world
  • yapıt
  • yaz
  • yedigöller
  • yemek
  • yeşil pasaport
  • yeşillik
  • yurtdışı

Pages

  • EV
  • EV
  • EV

Most Trending

  • "Babam Beni Şah Damarımdan Öptü" - Ozan Önen
       İnsan, babası hayattayken, sanki tüm babalar hayattaymış gibi bir yanılgıya; babası öldüğündeyse sanki sadece kendi babası ölmüş gibi bir...
  • "Kadın Yok Savaşın Yüzünde" - Svetlana Aleksiyeviç
     İnsan savaştan büyük...     Büyük olduğu sahneler akılda kalan. Savaşta insanı yönlendiren bir şey var ki tarihten bile güçlü. Daha derinde...
  • Tolstoy - Polikuşka
     Tam da o sırada Yegor Mihayloviç konağın kapısında gözüktü. Şapkalar art arda başlardan alındı, kâhya yaklaştıkça ortasından, önünden dazla...
  • Rebecca Solnit - Karanlıktaki Umut
      Neden-sonuç ilişkisi tarihin ileri doğru hareket ettiğini varsayar ama tarih bir orduya benzemez. Tarih, yanlamasına seğirten bir yengeç, ...
  • "İpekli Mendil" - Sait Faik Abasıyanık
    Vakit geçiyor. Gün akşama, akşam geceye dönüyor ve bütün bunlara kuşlar şahit, gök şahit, insan şahit. Yaşlanıyoruz. Sait Faik nasıl anlatıy...
  • ŞİMŞİRLİK KAMP ALANI VE ALABALIK TESİSLERİ
    Ulaşım Düzce merkezine, İstanbul yada Ankara'dan otoban yoluyla ulaşmak mümkün. İstanbul - Düzce otoban çıkışı 210 km. Merkeze ulaştığın...
  • UKRAYNA'YA GİTMEK
    ARABA İLE GİTMEK… Mail kutuma yoğun bir şekilde gelen bir diğer soru, Ukrayna’ya araba ile gitmek. Her ne kadar Ukrayna’ya araba ile yolculu...
  • "Pan" - Knut Hamsun
     Üçüncü Demir Gece; olanca gerginlik içinde bir gece. Hiç değilse biraz don olsaydı! Don yerine gündüzün güneşinden kalma bir sıcaklık; ılık...
  • "Şizodüş" - Merve Sevde Selvi
    Akşam oluyor. Şehrin üstüne karanlık inerken daralan göğsümü, dünyanın muhtelif yerlerindeki gün doğumlarını düşünerek geniş tutuyorum. Masa...
  • KAMP MATI NEDİR VE NASIL SEÇİLİR?
    Özellikle uzun süre yürüyerek seyahat ederken yaptığım doğa kampları sırasında karşılaştığım en keyif bozucu durum kamp çadırını kuracak uyg...

Featured Posts

About Me


I could look back at my life and get a good story out of it. It's a picture of somebody trying to figure things out. Great things in business are never done by one person. They’re done by a team of people.

Popular Posts

  • DARIDERE KAMP ALANI
  • Marcel Proust - Lemoine Vakası
  • "Babam Beni Şah Damarımdan Öptü" - Ozan Önen

Advertisement

Designed By OddThemes | Distributed By Blogger Templates