"6.27 Treni" - Jean Paul Didierlaurent


İnsan tuhaf diyoruz ya, her gün böyle başlamak istiyoruz bazen. Baksan, dünyada değer biçilen pek çok şeyi paylaşıyoruz da bir tebessümü, selamı, nereden baksan bir merhabayı paylaşamıyoruz. Didierlaurent, "Gülümsemenin zararı yoktur. Aksine, gülümsemek size pek çok şey kazandırır." der. O vakit, bu hafta bol bol paylaşıp, bol bol kazanarak başlasın..

💮



Guylain, Zerstor 500'ün kumanda tablasının kapağını kaldırmaktan tiksiniyordu. Hiçbir açıklaması olmadığı halde, sanki Şey capcanlıymış da, güne başlamak için sabırsızlıktan yerinde duramıyormuş gibi, sık sık olduğu üzere parmaklarının altında sacın titreştiğini fark etmenin nahoşluğunu hissetti. Böyle anlarda , işi, mekanikleşen alışkanlıklarına bırakıyordu. Yemek yardımı dahil kendisine her ay, hayırlarına, bin sekiz yüz kırk euro ödedikleri şef operatör rolünün dışına çıkmamak. Brunner, adı okunan parçaların peşinde bir kontrol noktasından diğerine dört dönerken, check-list'i yüksek sesle satır satır okumak. Guylain, herhangi bir hayvanın boyundan büyük işlere kalkışmak gibi bir fikre kapılıp kapılmadığını kontrol etmek üzere, huninin tabanını kapatan sürgüyü çekmeden önce, açık ağza son bir kez daha göz attı. Fareler tam bir sorun haline gelmişti. Koku onları çılgına çeviriyordu. Etçil bir bitkinin, üreme organının kokusuyla sinekleri çekmesi misali, huni de onları kendine çekiyordu. Türdeşlerinden daha obur davranıp deliğin dibine sıkışıp kalan bir fare bulması nadiren rastladığı bir olay değildi. Guylain fare bulduğunda vestiyere koydukları kepçeyi alıp getiriyor ve hayvanı içine düştüğü tuzaktan çekip kurtarıyordu. Hayvan da asla ısrarcı davranmıyor, büyük bir süratle fırlayıp fabrikanın arka taraflarında bir yerde gözden kayboluyordu. Guylainin kemirgenlere karşı özel bir sevgisi yoktu. Onu harekete geçiren, Zerstor'u bir parça etten mahrum bıkrakmaktı aslında. Guylain, Zarstor'un ciyak ciyak bağıran, kıpır kıpır oynayan ve bir tane yakaladığında leblebi, çekirdek gibi miğdeye indirdiği o minik gövdelere bayıldığından emindi. Tıpkı, fırsatını bulsa, Guylain'in ellerini de bileklerine kadar kemirip yemek için hiç nazlanmayacağından emin olduğu gibi. Guylain, Guiseppe'den ve o kazadan sonra, Şey'e fare etinin her zaman yetmediğini çok iyi anlamıştı.

   Pompayı hazırlayıp açma kapama düğmelerini ON konuma getirdikten sonra, Brunner'in günün birinde basma hayalini kurduğu yeşil butona dokundu. Guylain beşe kadar sayıp basmayı bıraktı. Hep beşe kadar saymak gerekiyordu, ne fazla ne eksik. Kısa basılırsa çalışmıyor, uzun basılırsa mekanizma boğuluyordu. Cehennem adına layıktı. Kowalski kaptan köşkünden yaptığı her şeyi, en küçük hareketini bile kaçırmadan izliyordu. Buton on saniye kadar yanıp söndükten sonra bütün ışıklarıyla yandı. Önce bir şey olmadı. Şey'in bir ilk protesto silkinişinden sonra, yerde belli belirsiz bir titreme. Uyanış her zaman sıkıntılı oluyordu. Şey tos vuruyor, tükürüyor, harekete geçmekte inat eder gibi görünüyor ama mazottan ilk yudumu almasıyla birlikte sarsılmaya başlıyordu. Önce yerden boğuk bir kükreme sesi yükseldi, hemen arkasından da Guylain'in bacaklarına dalıp bütün vücuduna sirayet eden bir ilk titreşim çok geçmeden, hangar güçlü dizel motorunun acı darbelerinin ritmine uyarak yerden tavana titremeye başladı. Guylain'in kulaklarını kapatan gürültü önleyici kask, azgınca boşanan cehennemî gümbürtüyü süzmekte zorlanıyordu. Daha alt kısımlarda, Zerstor'un karnında çekiçler devreye girdi ve bir kıyamet günü şamatasıyla demirler birbirine çarpmaya başladı. Daha ilerde, keskin taraflarıyla karanlık derinlerde ışıltılar saçan bıçaklar çılgınca harekete geçti. Borulardan sular fışkırırken delikten tiz bir ıslık sesi yükseldi, neredeyse aynı anda yükselen bir buhar sütunu fabrikanın tavanını yaladı. Çukurdan ıslak kâğıt kokusu yayılıyordu. Şey acıkmıştı.

   Guylain, boşaltma istasyonunda kıçını gösteren ilk kamyona el etti. Otuz sekiz tonluk araç bütün beygirlerini kişneterek damperini indirdi. Kitaplar gri bir toz dumanı arasında, çağlayanlar halinde beton zemine döküldü. Buldozerin kumanda bölümünde oturan ve sabırsızlıktan kabına sığmayan Brunner hemen harekete geçti. Buldozerin kirli ön camının gerisinde gözleri heyecandan parlıyordu. Devasa bıçak kitap dağını boşluğa doğru süpürdü. Boşaltma kazanının paslanmaz çeliği kitap çağlayanının altında kayboldu. İlk lokmalar daima nazik oluyordu. Zerstor sağı solu belli olmayan obur bir canavardı. Kendi yırtıcılığının kurbanı olup kendi kendini tıkadığı da oluyordu. Böyle zamanlarda ağzı tıka basa dolu vaziyette takılıp kalıyordu. Huniyi boşaltmak, silindirleri çoktan çekiçlere hapsolmuş kitap fazlasından kurtarmak, pompayı yeniden çalıştırmadan önce mekanizmadaki tıkanıklıkları tek tek açmak bir saate yakın bir zaman alıyordu. Guylain için pis kokulu iç kısımlarda kıvranmak, bütün vücudundan terler dökmek ve böyle anlarda her zamankinden de çok asabileşen bir Kowalski'nin kalaylarına duçar olmak anlamına gelen bir saat.Şey, bu sabah sağ pistonundan kalkmıştı. Hık mık etmeden ilk kitap tayınını yakalayıp yuttu. Boşluktan başka bir şeyi dövmekten çok mutlu olan çekiçler büyük bir keyifle işe koyuldular. En soylu kitap sırtları, en sağlam ciltler dahi kendilerini birkaç saniyede un ufak edilmiş buldular.Binlerce kitap Şey'in işkembesinde kayboldu. Deliğin iki yanındaki borulardan aralıksız püskürtülen azgın yağmur, kaçıp kurtulmaya çalışan nadir bir-iki sayfayı da huninin dibine doğru atıyordu. Daha ilerde, altı yüz bıçak devreye girdi. Kâğıtlardan geriye kalanları keskin taraflarıyla incecik şeritler haline getirdiler. Dört büyük karıştırıcı hepsini yoğun bir melasa dönüştürerek işi bitirdi. Daha birkaç dakika önce hangarın zemininde yatan kitaplardan geriye tek bir iz kalmadı. Artık sadece, Şey'in sırtından korkunç nemli gürültüler çıkararak havuzlara dökülen dumanı tüten iri dışkılar halindeki bulamaç vardı. Bu kaba kâğıt hamuru yakın bir gelecekte başka kitapların basımında kullanılacak, bunların belli bir kısmı da yeniden buraya, Zerstor 500'ün dişlerinin arasına geri dönmekte gecikmeyecekti. Şey, iğrenç bir oburlukla kendi bokunu yiyen bir saçmalıktı. Makinenin aralıksız sıçtığı bu yoğun kıvamlı bulamacı gördükçe, Guylain'in aklına çoğu zaman, kanındaki üç gram alkolle yaşlı Guiseppe'nin, dramdan topu topu birkaç gün önce patlattığı şu cümle geliyordu: "Sakın unutma ufaklık: Kıçımızın deliği hazım için neyse, biz de kitaplar için oyuz, başka bir şey değil!" 
   İşte, ikinci bir kamyon daha gelip damperini boşalttı bile. Şey, bütün çekiçleriyle boşluğu döverek açık ağzından peş peşe geğirip asit çıkardı. Önceki yemeğin son kalıntıları, lime lime olmuş ve suya doymuş birkaç sayfa çarkların ortasında adi deri parçaları gibi sallanmaktaydı. Brunner, dili ağzının kenarında, buldozeri, öfkeyle hızlandırarak yeni kitap dağına saldırmaya koştu. 


💮

Jean-Paul Didierlaurent - 6.27 Treni

Çevirmen: Aysel Bora, Can Yayınları, s.26-29

0 Comments