"Son 11" - Ferhat Uludere


Ne kadar büyüdü her şey. Dertler büyük, yollar büyük, binalar, binalar bile büyük. Dertler de büyük, kalabalıklar da, öfkeler büyük sonra. Her şey o kadar çok o kadar büyük ki, küçülmek istiyor insan. Sıradanlığı, basitliği, küçücük şeyleri özlüyor. Ferhat Uludere, "Büyük şehrin büyük düşleri ve bu düşlere yetişme telaşı..." derken bunu anlatmak istiyor.

                                      💮


Öfkeli taraftarların Puşkaş Sami'nin yedi ceddine söven tezahüratları soyunma odasının rutubetli duvarlarından geçip eski tahta bir sedirde oturan futbolculara kadar ulaşıyordu. Kaybedilmiş bir maçın sersemliği vardı futbolcuların üzerinde; oysa takım daha sahaya bile çıkmamıştı. Sersemdiler çünkü hepsi biliyordu; sahaya çıksalar da bir şey değişmeyecekti. Şimdi sadece teknik direktörlerine küfür eden bu kalabalık, sahaya çıktıklarında onları hedef alacaktı. Analarından başlayarak en sunturlu küfürleri arka arkaya sıralayacaklardı. Ana, baba, aile, hısım akraba, gelmiş geçmiş, soy sop her şey ortaya dökülecek ve yüzlerce adam defalarca ırzına geçecekti her şeyin. Taraftar dediğin biraz da böyleydi işte; hem sever hem de döverdi. Sevgisinde arsız, kızgınlığında hadsizdi. Lakin futbolcu dediğin de etten kemikten bir garip âdemoğluydu.

   Soyunma odasında oturup maç saatini bekleyenlerin bazıları daha çocuk denecek yaştaydı. Koskoca adamlar, top peşinde koşturmak isteyen bu çocuklara davullar, zurnalar, alkışlar ve marşlar eşliğinde küfür ediyordu. 
   Soyunma odasındaki matem havasına son vermek için ayağa kalktı Puşkaş Sami. "Hadi çocuklar" dedi. "Bakmayın onların bağırdığına. Son maçımız, küme düştük zaten. Sizden tek bir isteğim var. Son kez kulağınızı kapatın bu adamların söylediklerine... Ve çıkıp futbol oynayın!" 
   "Babam" dedi kaleci Göksel korkmuş ve ağlamaklı bir sesle, "Babam da orada..."
   "Daha iyi ya... En azından sana baban küfrediyor."
   Sonra hepsine döndü Sami. "Aldırmayın çocuklar" dedi. "Başımızı dik tutacağız ve sahaya çıkacağız. Maçı kazanırız kazanmayız önemli değil. Önce sahaya çıkmalıyız." 
   Soyunma odasındaki karatahtaya yaklaştı ve tebeşirle maçın kadrosunu yazmaya başladı. Başladı başlamasına ama eli gitmiyordu tebeşiri karatahtaya sürtmeye. Adı gibi biliyordu, bu çocukların hiçbiri bugün o sahaya çıkmak istemiyordu. Adı gibi biliyordu, bir süredir ilk on bire giremeyen Tazı Vedat bile sevinmeyecekti bu hafta bulacağı şansa.
   Capsalgine kokusu içinde oturan çocukların ismi defalarca yazıldı bu tahtalara. İlkokulda, teneffüste yaramazlık yaptıkları günden beri adları yazılıp siliniyordu. Bazıları sırf tahtaya adı yazıldı diye dayak yedi öğretmenlerinden. Bazıları, hiçbir şey yapmadıkları halde sırf sınıf başkanına itiraz edemediği için yazıldı o tahtaya. Bazıları bir arkadaşının sırrını ele vermemek için kendini feda etti o karatahtanın kapkara uçurumunda. Ama Puşkaş Sami çok iyi biliyordu ki bugün buraya yazılan isimler bir daha silinmeyecekti. Seneye yeni gelen teknik direktör bu tahtayı silecekti ama bu çocukların ruhundan bugünü çıkaramayacaktı. Yazamıyordu bir türlü Göksel'in adını. Ama Göksel biliyordu sahaya çıkacağını. Eldivenlerini giymişti bile. 
   Puşkaş Sami, "Aldırmayın" dese de dışarıdan gelen uğultuya aldırmamak mümkün değildi. Çocukları birazdan aslanların önüne atacaktı. İçi el vermiyordu ama yapmak zorundaydı. Aslında kendisinin de sahaya çıkmaya cesareti yoktu. Topluca edilen küfürlerin arasında bazı sesleri tanıyordu, Akşam rakı içtiği arkadaşları küfür ediyordu ona. Ağabeyi, kardeşi, bacanağı, eniştesi, komşusu, çocukluk arkadaşları, beraber top oynadığı futbolcu eskileri, kiracısı küfür ediyordu. Bütün bir kasaba hep bir ağızdan salyalar akıtarak küfür ediyordu Puşkaş Sami'ye. Ona "Puşkaş" lakabını takanlar küfür ediyordu. Attığı gollerle sevindirdiği taraftar küfür ediyordu. Kurduğu küçücük hayattan onu koparıp yeniden bu kasabaya getirenler, ayağına kapanıp "kurtar bizi" diye yalvaran yöneticiler, davul zurna eşliğinde küfür ediyorlardı Sami'ye. bunlar aklına geldikçe o da sahaya çıkmak istemiyordu.
   Taraftar olmak ikiyüzlü olmaktı! Puşkaş Sami çocuk denecek yaşta öğrenmişte ve artık çok iyi biliyordu bunu. Maç bitecek, buradan çıkacak ve evine gidecekti. Şimdi ona küfür eden komşusu akşam teselliye gelecekti. Meyhaneye gidecek, şimdi küfür eden garson büyük bir saygıyla onu selamlayacak, sonra, "Sami Abime bir otuz beşlik çek" diye seslenecekti mutfağa. Sami'nin meyhaneye gelmiş olması şerefine kadeh kaldıracak, takımın haline birlikte üzüleceklerdi. Bu küçük stadın kapısından çıkan herkes Sami'yi yeniden sevmeye, yeniden ona saygı duymaya başlayacaktı ama stadyumun içi ne meyhaneye, ne komşuya ne de sokağa benziyordu. Stadyumun içi cehennemdi ve tribündeki kalabalık Sami'yi linç etmek istiyordu.


                                    💮


Ferhat Uludere - Son 11

Doğan Kitap

0 Comments