"Antika Titanik" - Murat Menteş


Hayatımızı bizden başka herkes ve her şey şekillendiriyor. Beklentiler, aman ne derler, öyle olsa üzülürler, böyle olsa sevinirler, vesaireler. "Ruhi Mücerret"te Murat Menteş şöyle der: "Senden bekleneni, sana emredileni ya da seni kurtaracak olanı değil; kalbinin derinliklerinde tasdikleneni yap. İyiliği içselleştir." Kendimize gelelim sevgili okur. Deneyelim en azından.

                                     💮


 Titanik’in dört bacasından da kan püskürüyor!

   Güvertelerde koşuşturan 2 bin 222 yolcu; kılıçlar, baltalar, kamalar, oraklarla birbirini delik deşik ediyor!
   Gemide yaş ortalaması 70! Takma dişli buruşuklar, peruklu moruklar, bastonlu kartalozlar, fiyangolu kokonalar komple çıldırmışlar!
   Halüsinasyon gören Haçlı ordularının huşu yüklü cinnetiyle atılıyorlar.
   Yaydan fırlayan yamyam motivasyonuyla hücum ediyorlar.
   Kıpkızıl, zehirli bir zamkın içinde çırpınarak birbirlerini gırtlaklıyorlar!
   Tarihteki, hikâyelerdeki tüm destansı çatışmaların haşin özü, konsantresi, usaresi bir şırıngaya çekilip Titanik’e zerkedilmiş!
   Korkuyla kavrulmuş suratlara, telaşla haşlanmış gövdelere kızıl zikzaklar çiziliyor!
   Harlı köpüklü kaygan zeminde bir hayat memat koşusu, mahşer olimpiyatı.
   Atlas Okyanusu cinai haykırışlar, cinnet çığlıkları ve canhıraş feryatlarla çınlıyor!
   Astronomik bir sabotaj! Oşinografik bir hüsran!
   Felaket, skandal ve deliliğin ağulu terkibi!
   Dalgalar yeni bilenmiş bıçaklar gibi bordaya, karinaya zınk zınk saplanıyor!
   Şatafatın, debdebenin, ihtişamın dekorundaki kristaller, cinayet sahnelerini gökkuşaklarıyla çerçeveleyip çoğaltıyor.
   Yüzen sarayda kıyametin nihai alametleri belirmişti. Gemi düdüğü müydü çalan, sur mu üflenmişti?
   Oysa daha demin okyanusun demli karanlığında yakamozlu eteklerini kraliçe özgüveniyle sürüyerek süzülüyordu?!
   Müzayede vitrininde siyah kadifeye dizilmiş, mücevherlerle bezeli Bizans hançer koleksiyonu gibi göz kamaştırıyordu.
   Fakat şimdi... birdenbire mutantan bir mutant izdihamı yaşanan, kaotik bir katliam platformuna dönüştü!
   [Derinlerden, Bear McCreary’nin Battlestar Galactica için bestelediği Boomer Takes Hera duyuluyor.]
   Kraliyet düğünü pastası gibi görkemli transatlantiğe, cehennemin zıkkım sosları dökülmüş, lüks döşemelere yayılmış.
   Gaz maskeli komandolar, Kalaşnikov’larıyla [AK 107] keşmekeş çorbasını karıştırıyor.
   Buz dumanı içinde titreyen gövdeler, soğuk namlularla dürtülünce bir anda korlaşıyor!
   Vahşetin haşyeti anbean artıyor.
   Herkes, kuduza yakalanmış zombi çevikliğiyle saldırıyor.
   Viagra reklamı gibi.
   Kambur pompuruğun sırtından çekilen bıçak, titrek cadalozun suratına saplanıyor!
   İhtiyar bir kadın sendeleyerek, uzun ak sakallarından kavradığı bir kelleyi sürüklüyor! Vınk! Gaipten bir ok! Teyzeciğin çürük karpuz kafasını yarıyor!
   Afrikalı büyükelçi, İngiliz rockstar’ın göğsüne baltayı indiriyor!
   Japon işadamı, 1965 Venezuela güzellik kraliçesinin şahdamarını hırsla ısırıp koparıyor!
   Şeyh, kılıçla, mösyönün boynunu vuruyor!
   Nobelli akademisyen, Hollywood jönünü sopalıyor! Kont, leydinin ince belini orakla biçiyor!
   Fraklar, döpiyesler, kravatlar, straplez elbiseler, smokinler, fırfırlar... yırtılıp yanarak, lime lime paçavraya, küle dönüp uçuşuyor!
   72 milletin temsil edildiği cihan harbi modeli.
   Köpekbalığı sırıtışlı hortlakların imha savaşı.
   Uzunluğu 7 bin metreyi bulan koridorlara gürül gürül dolan kan, ter, salya, kusmuk, sümük, yağ, idrar... kokteyli hızla yükseliyor!
   Hercümerç içindeki “son nefes” korosunun dehşetengiz vokali, hercai geceye mentollü bir duman gibi yayılıyor.
   Pili zayıflamış Barbie bebek misali ayaklarını sürüyen Jojo Jaguar, köprü üstünde ağlayarak aranıyor: “Marcooooooo!” Elindeki şarap kadehi, solgun bir feneri andırıyor: “Marcooooooo!” Savrulan kılıçlar, fırlayan oklar, inip kalkan baltalar arasında... Sırılsıklam, mecalsiz bir sarhoşluğun içinden sesleniyor: “Marcooooooo!” GüMMM! Karamel saçların çevrelediği kalp şeklinde sütlü dondurmaya benzeyen yüzü, bir balyoz darbesiyle ezilip dağılıyor!
   İç organlarımın naylon gibi büzüştüğünü hissediyorum. Kalbimin kırmızı kablosu kesiliyor, beynimden bir conta fırlıyor!
   Titanik, granüllü bir adrenalin medcezirinde su yatağı misali savruluyor, korku girdabında bir ölüm döşeği gibi fırıl fırıl dönüyor!
   Yerden göğe yağıyor kan. Tüm fıskiyeler sonuna kadar açılmış. Lazer şovunu andıran; titrek, dalgalı, kızılötesi kan. Festival konfetisi, havai fişek, buz tozları, ham petrol gibi fışkıran, saçılan, desenleşen, yanardöner kan. Yağlı parıltılarla fokurdayıp köpüren, yalazlanarak devriye gezen, lanetli bir hazine gibi ışıl ışıl kan. Titanik’in kendi kanı; art arda patlayan borularından püsküren, pervanelerini döndüren, benzin gibi tutuşup alev alan kan. Kamaralara şırıl şırıl sızıyor, lombozlarda yalpalanıyor, hipnoz helezonları gibi vızıldayıp halkalanıyor! Sel basmış zindan bodrumunun kırmızı alarmı!..
   Ben delireli çok olmuştu. şimdi ise divaneliğin ötesinde, adı konmamış bir evredeyim. Cinnetin artçı şokları, ruhumu meşum bir ayazla yakıyordu. Can çekişirken, şeytan tarafından gıdıklanmak mı desem? Kuyumcu terazisinde tartılmış bir paradoks? Zor sorulardan ibaret bir alınyazısı?..
   Televizyonu açık bırakıp kendimi balkona attım. Bir sigara yaktım. Geceleyin gökyüzü deli kızın çeyizi gibi karmakarışıktı. İstanbul’un üzerine ışık kırıntıları saçılmıştı. Gökte yüzen ince dumanın içinde UFO’lar, yarasaları ürkütmüştü.
   Kimileri tehlikeyi sever; ben onlardan değilim. Fakat bu, peşimdeki profesyoneller için bir anlam taşımıyordu. Alnımdaki soru işareti çengelinin altına noktayı koyacaklardı.
   Cayır cayır yanan okyanus şöminesi Titanik’e atılan son odun ben olacaktım.
   Kıçımı kurtaranlar, kellemi koparacaktı...


                                      💮

Murat Menteş - Antika Titanik

April Yayıncılık, s.16-20

0 Comments