DENEME BLOGU
  • Home
  • Download
  • Social
  • Features
    • Lifestyle
    • Sports Group
      • Category 1
      • Category 2
      • Category 3
      • Category 4
      • Category 5
    • Sub Menu 3
    • Sub Menu 4
  • Contact Us

10-11 Mayıs 1996 tarihinde Everest’te meydana gelen ve 8 dağcının ölümü ile sonuçlanan facia, belki de en çok bilinen dağcılık facialarından biridir. Çünkü Outside Magazine adına bu ekspedisyona katılan ve sağ olarak kurtulan Jon Krakauer‘in yazdığı ”İnto Thin Air” adlı kitap, hem çok satmış, hem de filme alınmıştır. 2014 yılı içerisinde yeni bir film versiyonu daha vizyona girecektir.

Jon Krakauer

Bu faciadan sonra, tüm dünyada ticari dağcılık ekspedisyonları da ciddi anlamda sorgulanmaya başlamıştır. Çünkü bu trajedinin kurbanları, aynı anda Everest’e çıkan ve aralarında rekabet olan iki farklı ticari ekspediyonun üyeleridir. Katılan dağcıların yeterli deneyimleri yoktur. (John Krakauer kitabında, aralarında  krampon bağlamayı bile bilmeyenler olduğunu yazmış. Fakat üyelerin deneyimlerine bakınca, 1-2 kişi hariç hepsinin oldukça deneyimli olduğu görülüyor. O nedenle olsa olsa 8.000 metrelik deneyimleri yok denebilir.) 

*********

Bu facianın temel  nedenini,  iki ticari ekspedisyonun rekabeti oluşturmuştur. Çünkü aynı anda yola çıkan firmalardan biri müşterilerine zirve yaptırıp, diğeri yaptıramazsa, sonuç yaptıramayan firma açısından bir felaket olacak ve gelecek sezon müşteri bulamayacaktır. Bu nedenle de, liderleri deneyimli dağcılar olmasına ve geri dönüş kararı vermelerini gerektirecek tüm şartlar oluşmasına rağmen, iki lider de zirveye devam kararı vermiştir.

**********

Gelelim olayların detaylarına..

Aslında özel hayatlarında çok iyi iki arkadaş, ama iş hayatlarında rakip olan iki dağcı, Yeni Zelandalı Rob Hall ve Amerikalı Scott Fisher, farklı iki ticari ekspedisyonun lideridir. Rob Hall, ”Adventure Consultants”, Scott Fisher ise  ”Mountain Madness” adlı ekspedisyona liderlik etmektedir.

Robb Hall

Scott Fisher

*********

Adventure Consultants ekibi toplam 17 kişi olup, üyeleri şunlardı.

REHBERLER (3 Kişi): 

Rob Hall (Lider),

Mike Groom,

Andy Harris

MÜŞTERİLER (7 Kişi):

Frank Fischbeck (53 yaşında, 3 kez Everest’e tırmanmayı denemiş 1994’de güney zirvesine ulaşmış)

Doug Hansen (46 yaşında, 95 yılında Rob Hall ile Everest’e tırmanmış)

Stuart Hutchison (34 yaşında, daha önce K2 kış ve Everest ekspedisyonlarına katılmış,

Lou Kasischke (53 yaşında, 7 kıtadaki en yüksek zirvenin 6 sına tırmanmış, bir tek Everest kalmış)

Jon Krakauer (41 yaşında, gazeteci, kaya tırmanıcılığı var ancak yüksek irtifa dağcılığı tecrübesi yok)

Yasuka Namba (47 yaşında, 7 kıtadaki en yüksek zirvenin 6 sına tırmanmış, bir tek Everest kalmış)

Beck Wearhers (49 yaşında, 10 yıl kaya tırmanıcılığı yapmış, dünyanın 7 kıtasındaki 7 zirveye tırmanma hazırlığında)

ŞERPALAR (7  Kişi):

Sirdar Ang Dorje Sherpa

Arita Sherpa

Chuldum Sherpa

Lhakpa Chhiri Sherpa

Kami Sherpa

Ngawang Norbu Sherpa

Tenzing Sherpa

*********

Mountain Madness ekibi ise toplamda 19 olmak üzere şu kişilerden oluşuyordu.

REHBERLER ( 3 Kişi):

Scott Fisher (Lider)

Neal Beidleman

Antoli Boukreev

MÜŞTERİLER (8 Kişi):

Martin Adams (47 yaşında Aconcagua, Denali ve Kilimanjaro’ya tırmanmış)

Charlotte Fox (38 yaşında, Colorado’daki 53 zirveye de tırmanmış ayrıca Gasherbrum II ve Cho Oyu olmak üzere 2 8.000’lik zirvesi var.)

Lene Gammelgaard (35 yaşında, Danimarkalı dağcı ve 1998 yılında ”1996 Everest Disaster” adlı kitabı yazdı)

Dale Kruse (45 yaşında, Scott Fisher’in arkaşı ve ilk dağcılık deneyimi)

Tim Madsen (33 yaşında Colorado ve Kanada Rocky dağlarına tırmanmış, 8.000 lik tecrübesi yok)

Sandy Hill Pittman (41 yaşında, 7 kıtadaki en yüksek zirvenin 6 sına tırmanmış, bir tek Everest kalmış)

Klev Schoening (38 yaşında dağ kayakçısı, 8.000 metre deneyimi yok)

Pete Schoening (68 yaşında, 1958 yılında Gasherbrum I’in ilk başarılı çıkışını yapmış, Antartikada ki Viscon dağına tırmanmış, 1953 ‘te Amerikan K2 ekspedisyonuna katılmış deneyimli bir dağcı)

ŞERPALAR (8 Kişi)

Sirdar Lopsang Jangbu Sherpa

“Big” Pemba Sherpa

Ngawang Dorje Sherpa

Ngawang Sya Kya Sherpa

Ngawang Tendi Sherpa

Ngawang Topche Sherpa

Tashi Tshering Sherpa

Tendi Sherpa

*********

9 Mayıs’ta her 2 ekip te IV. kampa geldi. Kampta bir de 13 üyeli Tayvan ekibi vardı. Yani IV. Kamp ana baba günü idi…

Zaman darlığı nedeniyle iki ticari ekip birlikte hareket etmeye ve zirveye ulaşmak için son zamanın 14.00 olması gerektiğine karar verdiler. Çünkü daha sonra zirve yapıldığı takdirde güvenli bir iniş mümkün olmayabilirdi. Saat 14.00’e kadar zirveye ulaşamayanlar IV. Kampa geri dönecekti.

10 Mayıs günü, gece yarısından biraz sonra , 7900 metredeki IV. kamptan ilk olarak Adventure Consultants ekibi zirveye doğru yola çıktı. Onları Mountain Madness ekibi takip etti. (Ancak bu ekipteki müşteri sayısı 6 ya inmişti. Çünkü Pete Schoening yüksek irtifa hastalığına yakalanmış ve Dale Kruse  refakatinde ana kampa inmişti.) Son olarakta Tayvan ekibi zirveye doğru yola çıktı.

İlk gecikme 8.350 metrede ki balkona gelindiğinde başladı. Sabit halatlar yoktu ve rehberlerin döşemesi gerekti. Bu da onlara 1 saatlik bir gecikmeye mal oldu.

Ekipler, 8760 metrede ki Hillary Step’e geldiklerinde burada da sabit hatların olmadığını gördüler. Sabit hatların döşenmesi ciddi bir zaman kaybına neden oldu. Ayrıca bir sorunları daha vardı. 33 dağcı, tek bir sabit halat üstünde, daracık Hillary Step’te sıkışmış ve birbirlerini bekliyorlardı. Bu da ciddi bir gecikme yarattı.

*********

Zirveye ilk olarak 13.07’de Mountain Madness rehberi Antoli Boukreev ulaştı. Tırmanışını oksijen desteği olmadan yapan Antoli Boukreev, buna rağmen diğerlerine yardım etmek için yaklaşık 1.5 saati zirvede geçirdi ve 14.30 da Kamp IV.’e doğru inişe başladı. Bu zamana kadar zirveye sadece Mountain Madness ekibinden Martin Adams ve Klev Schoening  ulaşmıştı.

Antoli Boukreev

14.30’dan sonra Adventure Consultants ekibinden Sirdar ve Ang Dorje Sherpa ile diğer ekibin Sherpaları ulaştı ve onlarda 15.00 de dönüşe geçtiler. Jon Krakauer, saat 15.00 de kar yağmaya başladığını ve saat 15.10’da kötü bir havanın geldiğinin artık iyice anlaşıldığını yazmış..

Ang Dorje, aşağı inişte Hillary Step‘in hemen üstünde Doug Hansen ile karşılaştı ve ona tırmanmayı bırakıp aşağıya inmesi gerektiğini söyledi. Ancak Hansen hiç cevap vermedi. Bu esnada Rob Hall olay yerine geldi ve Sherpaları aşağıdaki müşterilere yardıma gönderdi ve Doug Hansen‘e olduğu yerde beklemesini söyledi ve zirveye devam etti.

Doug Hansen

Scott Fisher, saat 15.45’de hala zirveye ulaşamamıştı. Bitkin ve perişan bir haldeydi, ancak tırmanmaya devam ediyordu. Onun saat kaçta zirve yaptığı bilinmiyor.

Antoli Boukreev saat 17.00’de IV.  kampa ulaştı. Onun rehber olmasına rağmen, diğer dağcılara yardım etmemesi ve bunun nedenin de, ölüm bölgesinde uzun saatler geçireceğini bilmesine rağmen oksijensiz yola çıkması büyük eleştiri konusu oldu.

*********

Kötüleşen hava şartları, inişte olan dağcıların işlerini zorlaştırdı. Sabit halatlar kar altında kalmıştı ve görüş çok düşüktü. Hava da hızla soğuyordu.

Lopsang Jangbu Sherpa, 8.350 metrede Scott Fisher ile karşılaştı. Fisher iyi durumda değildi ve aşağıya inemiyordu. Bu esnada Taiwan ekibi de bölgeye geldi ve kendi ekiplerinden, inişte zorlanan Makalu Gau‘yu Fisher ve Lopsang ile bırakarak inmeye devam ettiler. Ancak Fisher, Lapsang‘ı, yanına Gau‘yu da alarak inişe devam etmeye ikna etti.

Makalu Gau

Saat 17.30 da Rob Hall, telsiz ile Doug Hansen‘in düştüğünü, bilincinin kapalı olduğunu, ancak hala yaşadığını söyleyerek yardım istedi. Bunun üzerine ekipte yedek oksijen taşıyan rehber Andy Harris, hala Hillary Step üstünde olanRob Hall ve Doug Hansen‘e yardım için gerisin geriye, tek başına tırmanmaya başladı.

Krakauer rüzgarın hızının saatte 70 kilometre civarında olduğunu, Antoli Boukreev‘de kar fırtınasının saat 18.00 de başladığını söylemektedir.

Mountain Madness ekibinden; Neil Beidleman, Klev Schoening, Charlotte Fox, Tim Madsen, Sandy Hill Pittman, ve Lene Gammelgaard, Adventure Consultants ekibinden ise Mike Groom, Beck Weathers ve Yasuko Namba, kar fırtınası içinde kaybolmuş bir vaziyette gece yarısına kadar gezinip durdular. Gece yarısı Everestin doğu yüzünde, yürüyemeyecek hale gelip, yığılıp kaldılar.

Neil Beidleman

Gece yarısı, hafifleyen kar fırtınası, 200 metre ötelerindeki Kamp IV’ ü kısa bir süre de olsa görmelerine imkan verdi. Beidleman, Groom, Schoening, ve Gammelgaard yardım getirmek için hemen yola çıktılar. Charlotte Fox ve Tim Madsen, gelecek kurtarma ekibine bağırarak yerlerini belli edebilmek için diğerleri ile kaldılar.

Antoli Boukreev, diğer dağcıları kurtarmak üzere gitti ve Sandy Hill Pittman, Charlotte Fox, and Tim Madsen‘i tek tek kampa getirdi. Ancak bitkin düştü ve dördüncü kez gidemedi. Antoli Boukreev, Japon Yasuka Namba‘nın ölüme yakın gözüktüğünü, Beck Weathers‘ı ise görmediğini söyledi.

*********

11 Mayıs günü saat 04.43’de, Rob Hall telsizle Harris‘in kendilerine ulaştığını, ancak Hansen‘in o ulaşmadan önce öldüğünü, Harris‘in de kayıp olduğunu söyledi. Ayrıca oksijen tüpününde donduğunu ve kullanamadığını belirtti. Öğlene doğru Rob Hall telsizle eşine bağlanmak istedi. Ona ”İyi uykular sevgilim, Çok fazla üzülme” dedikten sonra bir daha telsiz iritbatı kurulamadı. Cesedi 23 Mayısta bulundu. Doug Hansen ve Andy Harris‘in cesetleri ise bulunamadı.

Rob Hall’un takımında olan ancak 10 Mayıs günü zirve yapmaktan vazgeçen Stuart Hutchison, ikinci bir kurtarma başlattı. Yasuka Namba ve Beck Weathers‘i buldular. İkisi de tamamen donmuş bir halde idiler ve bilinçleri yerinde değildi,  ancak daha ölmemişlerdi. Bunun üzerine, yaşama şanslarının olmadıklarını düşündükleri için onları doğada bırakmaya karar verdiler. Çünkü onları IV. Kampa taşımak zordu ve IV. Kampın da yaralılar nedeniyle tahliye zordu. Ancak inanılmaz bir şey oldu. Beck Weathers, bir şekilde tekrar ayağa kalkarak Kamp IV. kadar yürüdü.

Beck Weathers

11 Mayıs günü saat 19.00’da Scott Fisher‘e ve Makalu Gau‘ya ulaşıldı. Fisher ölmüştü, ancak Gau helikopterle tahliye edildi.

Beck Weathers‘in çadırı o gece fırtınada uçunca, tekrar donma noktasına geldi. 12 Mayıs sabahı yapılan tüm ilk yardım çabalarına rağmen hayat belirtisi göstermeyince, az daha  da tekrar bırakılıyordu. Gazeteci Jon Krakauer yaşadığını farkedince II. Kampa indirildi ve oradan helikopterle tahliye edildi.

Bu felaket, dağlarla oyun oynanamayacağının iyi bir örneğidir. Şayet, kendi koydukları kurala, yani ”14.00’e kadar zirveye ulşılamadıysa geri dönme” kararına uysalardı, belki hepsi yaşıyor olacaktı. Ticari kaygılar ve zirve hırsı, büyük bir dağcılık faciasına neden oldu..



Hayatımızı bizden başka herkes ve her şey şekillendiriyor. Beklentiler, aman ne derler, öyle olsa üzülürler, böyle olsa sevinirler, vesaireler. "Ruhi Mücerret"te Murat Menteş şöyle der: "Senden bekleneni, sana emredileni ya da seni kurtaracak olanı değil; kalbinin derinliklerinde tasdikleneni yap. İyiliği içselleştir." Kendimize gelelim sevgili okur. Deneyelim en azından.

                                     💮


 Titanik’in dört bacasından da kan püskürüyor!

   Güvertelerde koşuşturan 2 bin 222 yolcu; kılıçlar, baltalar, kamalar, oraklarla birbirini delik deşik ediyor!
   Gemide yaş ortalaması 70! Takma dişli buruşuklar, peruklu moruklar, bastonlu kartalozlar, fiyangolu kokonalar komple çıldırmışlar!
   Halüsinasyon gören Haçlı ordularının huşu yüklü cinnetiyle atılıyorlar.
   Yaydan fırlayan yamyam motivasyonuyla hücum ediyorlar.
   Kıpkızıl, zehirli bir zamkın içinde çırpınarak birbirlerini gırtlaklıyorlar!
   Tarihteki, hikâyelerdeki tüm destansı çatışmaların haşin özü, konsantresi, usaresi bir şırıngaya çekilip Titanik’e zerkedilmiş!
   Korkuyla kavrulmuş suratlara, telaşla haşlanmış gövdelere kızıl zikzaklar çiziliyor!
   Harlı köpüklü kaygan zeminde bir hayat memat koşusu, mahşer olimpiyatı.
   Atlas Okyanusu cinai haykırışlar, cinnet çığlıkları ve canhıraş feryatlarla çınlıyor!
   Astronomik bir sabotaj! Oşinografik bir hüsran!
   Felaket, skandal ve deliliğin ağulu terkibi!
   Dalgalar yeni bilenmiş bıçaklar gibi bordaya, karinaya zınk zınk saplanıyor!
   Şatafatın, debdebenin, ihtişamın dekorundaki kristaller, cinayet sahnelerini gökkuşaklarıyla çerçeveleyip çoğaltıyor.
   Yüzen sarayda kıyametin nihai alametleri belirmişti. Gemi düdüğü müydü çalan, sur mu üflenmişti?
   Oysa daha demin okyanusun demli karanlığında yakamozlu eteklerini kraliçe özgüveniyle sürüyerek süzülüyordu?!
   Müzayede vitrininde siyah kadifeye dizilmiş, mücevherlerle bezeli Bizans hançer koleksiyonu gibi göz kamaştırıyordu.
   Fakat şimdi... birdenbire mutantan bir mutant izdihamı yaşanan, kaotik bir katliam platformuna dönüştü!
   [Derinlerden, Bear McCreary’nin Battlestar Galactica için bestelediği Boomer Takes Hera duyuluyor.]
   Kraliyet düğünü pastası gibi görkemli transatlantiğe, cehennemin zıkkım sosları dökülmüş, lüks döşemelere yayılmış.
   Gaz maskeli komandolar, Kalaşnikov’larıyla [AK 107] keşmekeş çorbasını karıştırıyor.
   Buz dumanı içinde titreyen gövdeler, soğuk namlularla dürtülünce bir anda korlaşıyor!
   Vahşetin haşyeti anbean artıyor.
   Herkes, kuduza yakalanmış zombi çevikliğiyle saldırıyor.
   Viagra reklamı gibi.
   Kambur pompuruğun sırtından çekilen bıçak, titrek cadalozun suratına saplanıyor!
   İhtiyar bir kadın sendeleyerek, uzun ak sakallarından kavradığı bir kelleyi sürüklüyor! Vınk! Gaipten bir ok! Teyzeciğin çürük karpuz kafasını yarıyor!
   Afrikalı büyükelçi, İngiliz rockstar’ın göğsüne baltayı indiriyor!
   Japon işadamı, 1965 Venezuela güzellik kraliçesinin şahdamarını hırsla ısırıp koparıyor!
   Şeyh, kılıçla, mösyönün boynunu vuruyor!
   Nobelli akademisyen, Hollywood jönünü sopalıyor! Kont, leydinin ince belini orakla biçiyor!
   Fraklar, döpiyesler, kravatlar, straplez elbiseler, smokinler, fırfırlar... yırtılıp yanarak, lime lime paçavraya, küle dönüp uçuşuyor!
   72 milletin temsil edildiği cihan harbi modeli.
   Köpekbalığı sırıtışlı hortlakların imha savaşı.
   Uzunluğu 7 bin metreyi bulan koridorlara gürül gürül dolan kan, ter, salya, kusmuk, sümük, yağ, idrar... kokteyli hızla yükseliyor!
   Hercümerç içindeki “son nefes” korosunun dehşetengiz vokali, hercai geceye mentollü bir duman gibi yayılıyor.
   Pili zayıflamış Barbie bebek misali ayaklarını sürüyen Jojo Jaguar, köprü üstünde ağlayarak aranıyor: “Marcooooooo!” Elindeki şarap kadehi, solgun bir feneri andırıyor: “Marcooooooo!” Savrulan kılıçlar, fırlayan oklar, inip kalkan baltalar arasında... Sırılsıklam, mecalsiz bir sarhoşluğun içinden sesleniyor: “Marcooooooo!” GüMMM! Karamel saçların çevrelediği kalp şeklinde sütlü dondurmaya benzeyen yüzü, bir balyoz darbesiyle ezilip dağılıyor!
   İç organlarımın naylon gibi büzüştüğünü hissediyorum. Kalbimin kırmızı kablosu kesiliyor, beynimden bir conta fırlıyor!
   Titanik, granüllü bir adrenalin medcezirinde su yatağı misali savruluyor, korku girdabında bir ölüm döşeği gibi fırıl fırıl dönüyor!
   Yerden göğe yağıyor kan. Tüm fıskiyeler sonuna kadar açılmış. Lazer şovunu andıran; titrek, dalgalı, kızılötesi kan. Festival konfetisi, havai fişek, buz tozları, ham petrol gibi fışkıran, saçılan, desenleşen, yanardöner kan. Yağlı parıltılarla fokurdayıp köpüren, yalazlanarak devriye gezen, lanetli bir hazine gibi ışıl ışıl kan. Titanik’in kendi kanı; art arda patlayan borularından püsküren, pervanelerini döndüren, benzin gibi tutuşup alev alan kan. Kamaralara şırıl şırıl sızıyor, lombozlarda yalpalanıyor, hipnoz helezonları gibi vızıldayıp halkalanıyor! Sel basmış zindan bodrumunun kırmızı alarmı!..
   Ben delireli çok olmuştu. şimdi ise divaneliğin ötesinde, adı konmamış bir evredeyim. Cinnetin artçı şokları, ruhumu meşum bir ayazla yakıyordu. Can çekişirken, şeytan tarafından gıdıklanmak mı desem? Kuyumcu terazisinde tartılmış bir paradoks? Zor sorulardan ibaret bir alınyazısı?..
   Televizyonu açık bırakıp kendimi balkona attım. Bir sigara yaktım. Geceleyin gökyüzü deli kızın çeyizi gibi karmakarışıktı. İstanbul’un üzerine ışık kırıntıları saçılmıştı. Gökte yüzen ince dumanın içinde UFO’lar, yarasaları ürkütmüştü.
   Kimileri tehlikeyi sever; ben onlardan değilim. Fakat bu, peşimdeki profesyoneller için bir anlam taşımıyordu. Alnımdaki soru işareti çengelinin altına noktayı koyacaklardı.
   Cayır cayır yanan okyanus şöminesi Titanik’e atılan son odun ben olacaktım.
   Kıçımı kurtaranlar, kellemi koparacaktı...


                                      💮

Murat Menteş - Antika Titanik

April Yayıncılık, s.16-20


İyi hissetmediğimiz bütün günlerin sorumlusu gri şehirlerdir belki de. Kalabalıklar, binalar, upuzun caddeler... Turganyev, "Zaman bazen kuş gibi uçar bazen de solucan gibi sürünerek geçer; ama insan en çok zamanın ağır mı yoksa çabuk mu geçtiğini fark etmediği vakit kendini iyi hisseder." der. Yemyeşil ormanlar, çağlayan ırmaklar yahut bir göl kenarı, belki de uzun bir kıyı ve deniz, sevgili okur. Öyle yerler düşlüyor ki insan, ne günlerin önemi vardır orada ne saatlerin.

                                                   💮


Ekim ayının ortasında, benim Martin Petroviç’le görüşmemden üç hafta sonra, evimizin ikinci katında olan odamın penceresinin kıyısında oturuyordum; hiçbir şey düşünmeden, avluyu ve ona uzanan yolu seyrediyordum. Hava beş gündür kötüydü; avı düşünmek bile olanaksızdı. Canlı her şey gözden kaybolmuştu; serçeler bile susmuş, kargalar çoktan gitmişti. Rüzgâr boğuk bir sesle uluyor, kesik kesik ıslık çalıyordu; basık, ışıksız gök tatsız bir beyaz renkten uğursuz, kurşuni bir renge dönmüştü ve yağan, acımasızca ve durmaksızın yağan yağmur birden daha da güçlenmiş, daha da keskinleşmiş ve kırbaç gibi camlara vuruyordu. Ağaçlar tümüyle soyunmuştu ve gri bir renk almışlardı; artık onlardan alınacak bir şey yoktu, ama rüzgar hayır-hayır diyerek yine de saldırıyordu onlara. Her yerde ölü yapraklarla kaplanmış su birikintileri vardı; sürekli patlayan ve tekrar toplanan iri baloncuklar gezinip üzerlerlerini ışıldatıyordu. Yollardaki çamur aşılmaz bir hal almıştı. Soğuk odalara, elbiselerin altına, hatta kemiklere kadar sızıyordu; ister istemez bir ürperti sarıyordu insanın bedenini ve ruh nasıl da kötü bir haldeydi! Tam anlamıyla kötü, hüzünlü değil. Sanki yeryüzünde bir daha ne güneş, ne ışıltı, ne renk olacaktı, sanki sonsuza dek bu ıslaklık ve çamur, gri balçık ve nemli sis olacaktı ve rüzgâr sonsuza dek esip üfürecekti! İşte pencerenin kıyısında böyle düşüncelerle oturuyordum ve hatırlıyorum: Karanlık birdenbire çöktü, mavimsi bir karanlık, saatler daha on ikiyi gösterdiği halde. Birden avlumuzu geçerek, kapıdan verandaya doğru bir ayının yaklaştığını gördüm! Doğrusu, dört ayağı üzerinde değildi, ama onu iki ayağı üzerine kalkmış olarak tasvir ettikleri gibiydi. Gözlerime inanamadım. Eğer gördüğüm şey bir ayı değilse, her koşulda devasa, kara, tüylü bir şeydi… Ne olabileceğini anlayamamıştım, aşağıda kapı çalındı. Sanki hiç beklenmedik, korkunç bir şey evimize doğru geliyordu. Bir kargaşa, bir koşuşturma başladı…
   Hemen merdivenlere yöneldim, salona indim…
   Salonun kapısında, yüzü bana dönük olarak, olduğu yere çivilenmiş gibi annem duruyordu; arkasında birtakım korkmuş kadın yüzleri vardı; kahyası, iki uşak ve ağzını hayretten ardına dek açmış çocuk, girişteki kapıya toplanmışlardı; salonun ortasında duran, çamurla kaplı, karman çorman, yırtık pırtık, ıslak -o kadar ıslak ki üzerinden buhar çıkıyor ve yere sular akıyordu-, dizlerinin üstüne çökmüş, yavaş yavaş sallanan ve kıpırtısız kalan şeyi benim avluyu geçerken gördüğüm canavarın ta kendisiydi! Peki kim olabilirdi bu canavar? Harlov! Yanına geçip baktım, yüzüne değil, iki eliyle tuttuğu karman çorman saçla kaplı başına. Ağıt ağır, kesik kesik nefes alıyordu; sanki göğsünde bir şey hırıldıyordu ve bütün bu sırılsıklam karanlık kütlede açık seçik görünen şey, küçücük gözlerin vahşice dolanan beyazıydı. Korkunçtu! Aklıma bir zamanlar onu bir mastodonla karşılaştırdığı için perişan ettiği bahçıvan geldi. Ancak, ebedi düşmanı olan daha güçlü bir vahşi hayvandan kurtulmuş tarihöncesi bir hayvan tam olarak böyle görünebilirdi.
   “Martin Petroviç!” diye haykırdı sonunda annem ve kollarını uzattı. “Bu sen misin? Tanrım, yüce Tanrım!”

                                                     💮

Ivan Sergeyeviç Turgenyev - Bozkırda Bir Kral Lear

Çevirmen: Sabri Gürses, Kırmızı Kedi Yayınları, s.81-83




Tren kalkış günleri: Her gün



17 Eylül Express (İzmir Balıkesir tren hattı) bilet fiyatları;
İzmir (Basmane) -Bandırma rotası için bilet fiyatları:
Standart koltuk: 23 TL / kişi


GENEL İNDİRİMLER
TCDD Taşımacılık, hızlı tren ve ana hat trenlerinde aşağıdaki indirimleri sunmaktadır.
  • Çift yönlü biletlerde% 20
  • 7-12 yaş arası yolcular için% 50
  • 13-26 yaş arası yolcular için% 20
  • 60 yaş ve üzeri yolcular için% 20
  • 65 yaş ve üzeri yolcu için% 50
  • En az 12 kişilik gruplar için% 20
  • Türkiye Basın Ofisi tarafından verilen basın kartı sahipleri için% 20


Aşağıdaki yolcular ücretsiz seyahat edebilirler:
  • 0-6 yaş arası yolculara ayrı bir koltuk talebinde bulunulmadı.
  • Engelli yolcular, TCDD tarafından talep edilen özel bir belgeye sahip olduklarını belirtmişlerdir.






SEYAHAT BİLGİLERİ
Treni hangi operatör işletiyor? TCDD Taşımacılık
Nasıl bir trenle seyahat edeceğim? Dizel lokomotifin çektiği vagon dizisi
Seyahat seçeneklerim neler? Pulman
Trende yiyecek/içecek var mı? Yiyecek/içecek servisi/satışı yok
Kütahya ile Balıkesir arası mesafe ne kadar? 230 km
Kütahya ile Balıkesir arası seyahat ne kadar sürer? 5:30 saat
Bileti nereden alabilirim? Sadece istasyon gişesinden
İnternetten bilet alabilir miyim? İnternet satışı yok
Biletini ne zaman alabilirim? Sadece sefer günü

ANA DURAKLAR
·         Kütahya tren garı
·         Balıkesir tren garı


TREN SAATLERİ



FAYDALI BİLGİLER
Biletler numarasız. Koltuk rezervasyonu yok. Ayakta yolculuk yapmak mümkün. Alternatif olarak İzmir Mavi kullanılabilir. Balıkesir ‘den Bandırma ve İzmir’e tren seferleri var. Kütahya’dan Eskişehir, Denizli ve Afyon’a trenler bulunmakta.


Ne kadar büyüdü her şey. Dertler büyük, yollar büyük, binalar, binalar bile büyük. Dertler de büyük, kalabalıklar da, öfkeler büyük sonra. Her şey o kadar çok o kadar büyük ki, küçülmek istiyor insan. Sıradanlığı, basitliği, küçücük şeyleri özlüyor. Ferhat Uludere, "Büyük şehrin büyük düşleri ve bu düşlere yetişme telaşı..." derken bunu anlatmak istiyor.

                                      💮


Öfkeli taraftarların Puşkaş Sami'nin yedi ceddine söven tezahüratları soyunma odasının rutubetli duvarlarından geçip eski tahta bir sedirde oturan futbolculara kadar ulaşıyordu. Kaybedilmiş bir maçın sersemliği vardı futbolcuların üzerinde; oysa takım daha sahaya bile çıkmamıştı. Sersemdiler çünkü hepsi biliyordu; sahaya çıksalar da bir şey değişmeyecekti. Şimdi sadece teknik direktörlerine küfür eden bu kalabalık, sahaya çıktıklarında onları hedef alacaktı. Analarından başlayarak en sunturlu küfürleri arka arkaya sıralayacaklardı. Ana, baba, aile, hısım akraba, gelmiş geçmiş, soy sop her şey ortaya dökülecek ve yüzlerce adam defalarca ırzına geçecekti her şeyin. Taraftar dediğin biraz da böyleydi işte; hem sever hem de döverdi. Sevgisinde arsız, kızgınlığında hadsizdi. Lakin futbolcu dediğin de etten kemikten bir garip âdemoğluydu.

   Soyunma odasında oturup maç saatini bekleyenlerin bazıları daha çocuk denecek yaştaydı. Koskoca adamlar, top peşinde koşturmak isteyen bu çocuklara davullar, zurnalar, alkışlar ve marşlar eşliğinde küfür ediyordu. 
   Soyunma odasındaki matem havasına son vermek için ayağa kalktı Puşkaş Sami. "Hadi çocuklar" dedi. "Bakmayın onların bağırdığına. Son maçımız, küme düştük zaten. Sizden tek bir isteğim var. Son kez kulağınızı kapatın bu adamların söylediklerine... Ve çıkıp futbol oynayın!" 
   "Babam" dedi kaleci Göksel korkmuş ve ağlamaklı bir sesle, "Babam da orada..."
   "Daha iyi ya... En azından sana baban küfrediyor."
   Sonra hepsine döndü Sami. "Aldırmayın çocuklar" dedi. "Başımızı dik tutacağız ve sahaya çıkacağız. Maçı kazanırız kazanmayız önemli değil. Önce sahaya çıkmalıyız." 
   Soyunma odasındaki karatahtaya yaklaştı ve tebeşirle maçın kadrosunu yazmaya başladı. Başladı başlamasına ama eli gitmiyordu tebeşiri karatahtaya sürtmeye. Adı gibi biliyordu, bu çocukların hiçbiri bugün o sahaya çıkmak istemiyordu. Adı gibi biliyordu, bir süredir ilk on bire giremeyen Tazı Vedat bile sevinmeyecekti bu hafta bulacağı şansa.
   Capsalgine kokusu içinde oturan çocukların ismi defalarca yazıldı bu tahtalara. İlkokulda, teneffüste yaramazlık yaptıkları günden beri adları yazılıp siliniyordu. Bazıları sırf tahtaya adı yazıldı diye dayak yedi öğretmenlerinden. Bazıları, hiçbir şey yapmadıkları halde sırf sınıf başkanına itiraz edemediği için yazıldı o tahtaya. Bazıları bir arkadaşının sırrını ele vermemek için kendini feda etti o karatahtanın kapkara uçurumunda. Ama Puşkaş Sami çok iyi biliyordu ki bugün buraya yazılan isimler bir daha silinmeyecekti. Seneye yeni gelen teknik direktör bu tahtayı silecekti ama bu çocukların ruhundan bugünü çıkaramayacaktı. Yazamıyordu bir türlü Göksel'in adını. Ama Göksel biliyordu sahaya çıkacağını. Eldivenlerini giymişti bile. 
   Puşkaş Sami, "Aldırmayın" dese de dışarıdan gelen uğultuya aldırmamak mümkün değildi. Çocukları birazdan aslanların önüne atacaktı. İçi el vermiyordu ama yapmak zorundaydı. Aslında kendisinin de sahaya çıkmaya cesareti yoktu. Topluca edilen küfürlerin arasında bazı sesleri tanıyordu, Akşam rakı içtiği arkadaşları küfür ediyordu ona. Ağabeyi, kardeşi, bacanağı, eniştesi, komşusu, çocukluk arkadaşları, beraber top oynadığı futbolcu eskileri, kiracısı küfür ediyordu. Bütün bir kasaba hep bir ağızdan salyalar akıtarak küfür ediyordu Puşkaş Sami'ye. Ona "Puşkaş" lakabını takanlar küfür ediyordu. Attığı gollerle sevindirdiği taraftar küfür ediyordu. Kurduğu küçücük hayattan onu koparıp yeniden bu kasabaya getirenler, ayağına kapanıp "kurtar bizi" diye yalvaran yöneticiler, davul zurna eşliğinde küfür ediyorlardı Sami'ye. bunlar aklına geldikçe o da sahaya çıkmak istemiyordu.
   Taraftar olmak ikiyüzlü olmaktı! Puşkaş Sami çocuk denecek yaşta öğrenmişte ve artık çok iyi biliyordu bunu. Maç bitecek, buradan çıkacak ve evine gidecekti. Şimdi ona küfür eden komşusu akşam teselliye gelecekti. Meyhaneye gidecek, şimdi küfür eden garson büyük bir saygıyla onu selamlayacak, sonra, "Sami Abime bir otuz beşlik çek" diye seslenecekti mutfağa. Sami'nin meyhaneye gelmiş olması şerefine kadeh kaldıracak, takımın haline birlikte üzüleceklerdi. Bu küçük stadın kapısından çıkan herkes Sami'yi yeniden sevmeye, yeniden ona saygı duymaya başlayacaktı ama stadyumun içi ne meyhaneye, ne komşuya ne de sokağa benziyordu. Stadyumun içi cehennemdi ve tribündeki kalabalık Sami'yi linç etmek istiyordu.


                                    💮


Ferhat Uludere - Son 11

Doğan Kitap


İnsanı yok etmeyi beceremedi insan. Belki de bu yüzden büyük savaşlar çıkarmak yerine yeni yöntemler deniyor artık. Kimse kimseye güvenmiyor kimse kimseye acımıyor. Vicdanlar kör: Herkese şüpheyle yaklaşıyoruz ve her geçen gün yüreklerimiz kararıyor. Yuri Oleşa bir başka kitabında, "...bana göre bir dizi insani duygu imha ediliyor." diyor. O zamandan bu zamana değişen bir şey yok sevgili okur. Biz duyguları yaşatan taraftayız.

                                                     💮


Gece. Çalışıyor. Kanepede oturuyorum. Aramızda bir lamba var. Abajur (benim bakış açımdan) onun yüzünün üst kısmını gizliyor, o kısım yok. Abajurun altında yüzünün alt yarı küresi asılı duruyor. Bütün olarak boyalı bir kil kumbaraya benziyor. 

   "Benim gençliğim bu çağın gençliğiyle çakıştı," diyorum. Dinlemiyor. Bana karşı olan kayıtsızlığı incitici. 
   "Sık sık bu asrı düşünüyorum. Şanlı asrımızı. Ve bu ikisinin, asrın gençliğiyle birinin gençliğinin çakışması, ne harika, değil mi?" 
   Kulakları uyağa tepki veriyor. Uyak - ciddi bir insana gülünç geliyor. 
   "Asrın - insanın!" diye yineliyor. (Ama ona az önce iki sözcük duyup yineIediğini söyleseniz, inanmaz.) 
   "Avrupa'da yetenekli insana şan şöhret elde etmesi için büyük olanak sağlanıyor. Orada başkasının şan şöhretini  severler. Rica ederim, dikkat çekici bir şey yap ve seni şan yoluna çıkarsınlar... Bizde bireysel başarı elde etmek için bir yol yok. Doğru değil mi?"
   Sanki, kendi kendimle konuşuyorum. Birtakım sözcükler, sesler dile getiriyorum. Ve benim şakımam onu rahatsız etmiyor. 
   "Ülkemizde şan yolu parmaklıklarla sınırlanmış... Yetenekli insan ya sönüp gidecek ya da büyük bir skandal koparıp parmaklığı devirmenin yolunu bulacak. Örneğin, ben tartışmak istiyorum. Kişiliğimin gücünü göstermek istiyorum. Kendi şanımı istiyorum. Bizde insana ilgi göstermekten korkuluyor, ben aşırı ilgi istiyorum. Küçük bir Fransız kasabasında doğmak, hayallerle büyümek, kendime yüksek bir hedef koymak ve harikulade bir gün kasabadan çıkıp yürüyerek başkente gitmek, orada fanatik bir şekilde çalışarak hedefime ulaşmak isterdim. Ama Batı'da doğmadım. Şimdi bana şöyle diyorlar: Sen, yani en harikulade kişilik, bir hiçsin sadece. Ben de zaman içinde, karşı çıkabileceğim bu hakikate alışmaya başlıyorum. Hatta şöyle düşünüyorum: Yani, müzisyen, yazar, komutan olarak, Niagara Şelalesi'nin üzerinden bir halatın tepesinde geçerek ün kazanabilirim işte... Bunlar şan şöhret elde etmek için mubah yollar, burada kişilik kendini göstermek için acı çekiyor... Ama bir düşünün, bizde ne zaman bir amaca yönelmişlikten, yararlılıktan bahsedilecek olsa, insandan nesne ve olaylara yönelik ciddi, gerçekçi bir yaklaşım beklenecek olsa, hemen bir hemen bir onay alıp aptalca olduğu besbelli bir şey yaratması, dâhiyane bir rezalet çıkarması ve sonra da, 'İşte siz öylesiniz, ben de böyleyim,' demesi bekleniyor. Sokağa çıkması, seninle bir şey yapması ve etrafı şöyle bir selamlaması bekleniyor: 'Yaşadım, ne istersem yaptım.'"
   Hiçbir şey duymuyor.
   "Hatta kalkıp kendi işini bitirmen bekleniyor. Nedensizce kendini öldürmen. Rezalet çıksın diye. Herkesin hayatına son verme hakkının olduğunu göstermek için. Şimdi bile. Sizin eşiğe kendinizi asmanız.
   "En iyisi Varvara Meydanı'na, şimdi Hogina denen yere asın kendinizi. Yüksek Halk Ekonomisi Sovyeti'nin eşiğine asmalı insan kendini. Orada kocaman bir kemer var. Görmüş müydünüz? Orada oldukça etkili olur."


                                                  💮


Yuri Oleşa - Kıskançlık

Çevirmen: Sabri Gürses, Kırmızı Kedi Yayınları, s.28-30


Bizim olmayan hayatların içinde kendimize yarattığımız ufacık alanlara sevinir hâle gelmişiz. Hâlbuki yaşamak bizimdir. O ne der, öbürü ne ister diye diye başkasına ait bir ömrü tüketmek zorunda değiliz hiçbirimiz. Abasıyanık, "Küçücük hürriyetler değil, alabildiğine yüz verilmiş bir çocuk hürriyeti istiyordum." der. Uzun günler var düşünecek. Bir kere yaşıyor insan unutmayın.

                                      💮


Güneş tutulması esnasında doğan tek çocuk bendim. Dolayısıyla diğer insanların yapamadığı şeyleri yapan tek kişi olma ihtimalim yüksekti.  Belki de bundandı kimseye kolay kolay denk gelmeyecek olayları yaşama olasılığımın fazlalığı... Bu yüzden hep farklı hissettim kendimi; ya da bir şekilde hissettirildim. Yalnızca anacığımın gözünde değil, köydeki konu komşuların nazarında dahi ayrıcalıklıydım. Kimi içten bir gülüş içerisinde, kimi bana uzatılan en büyük elmada, kimi onca çocuğun içinde bi’ benim başımın okşanmasında fark ederdim. Bunların hepsi özel olduğumdan değil de, ruhumun eksik ve kırık dökük yanını onarmak içindi belki de. Kim bilir? İnsanın ruhu ne vakit eksik kalırmış tâ o zamanlarda tecrübe etmiştim. Yanıtı ise tek kelimeydi. Babasızlık...

   Siz hiç babanızın aynı anda var olup yok olduğunu bilir misiniz? Cevabınız hayır ise hiç bilmeyin o vakit garip bir şekilde can acıtan bu sızıyı. Ben babamı bildim bileli gemilerde çalışırdı vakti zamanında, yabancı ülkelere giden... Bir yılın topu topu iki ayı bizimle olur geri kalan sekiz ayda ise deniz ve mehtap daha fazla görürdü onu. Bu çocuk dünyama yapılan büyük haksızlık değil de neydi acaba? Babama en fazla ihtiyaç duyduğum anda yanımda olmaması, ettiğim kavgalarda değil yanımda arkamda dahi duramaması çok ama çok kötü bir duyguydu. Üzerinden geçen onca seneye rağmen o hissin eskimemesi yüreğimin üzerinde dönüp duran bir lanet olmasıdır belki de.
   Bir keresinde Muhtar’ın oğlu Avni; “ateşlenip hasta olduğum zaman canımın istediği her şeyi annem bulup buluşturur” demişti. O sözler zihnime, yüreğime bir kitabe misali öylesine kazındı ki; ilk fırsatta denedim. Önce hasta olup ateşlenmem gerekiyordu aklımdakini yapmam için. Ben de oldum… Sınıftan aldığım tebeşirleri ezip suyla yuttuktan sonra gün içerisinde istediğim ateşe kavuşmam zor olmadı. Anacığım yatak döşek yatırıp üzerime titrerken; gözleri nemli bana baktı. Onun içinde kolay değildi kadın başına çocuk büyütmek. Kederli bir iç çekişin ardından nasırlı elleri yüzümde dolaşıp hafifçe eğildi üzerime. “Bir isteğin var mı oğlum?” İstediğim soru nihayetinde gelmişti. Sesimi aramak için ağzımı açtığımda son derece paslı bir cızırdamayla döküldü kelimeler dudağımdan. “Babamı istiyorum anne.” 
   Gözünden önce bir damla yaş düştü ve hemen peşi sıra takip etti sağanakları. Ağladı annem. Anlamadım o zaman neden ağladığını, anlamda veremedim ayrıca. Zaten üzerinde dahi durmadım benim istediğim sadece babamdı. Babam… Avni ateşlenince istediği her şeyi bulup getiriyorsa anası, benim istediğim maliyeti olmayan bir şeydi ve benim anamda getirebilirdi öyle değil mi? Çünkü babamdı benim istediğim. Sadece babam. Sonuç itibarı ile ben o zaman sadece ateşlendiğimle kaldım çünkü ne babam geldi, ne de benim hastalandığımdan haberi oldu. Anacığımın yaptığı ilaçlarla sıkı bir terledim sonrasında attım ateşi; ama yüreğimdeki kor alev alev yanıyordu hâlâ. 
   Günler günleri, haftalar haftaları ve aylar ayları kovaladığında nihayet babamın yılda bir kez kullanabildiği o iznini tüketme zamanı gelmişti. Annem günler öncesinden hazırlıklar yaptı elde olan imkânlarla. Babamın en sevdiği yemekler sürüldü ocağa. Eski zaman, yokluk çok ve hâliyle lüks bir şeyler insanın en sevdiği yemekler olmuyor. Ya turşu kavurmasıdır veya mısır ekmeği, belki de açılan yufkalara dökülen şerbetli uyduruk bir tatlı… 
   Velhasıl o gün gelip çatınca vardı babam evimize. Zihnimde büyüttüğümden mi yoksa gerçekte öyle olduğundan mı hâlâ bilemem bunu ama o gün çok büyük geldi babam gözüme. Belki de yüreğimdeki hasretin darası onu oldukça ağır kılmıştı görüş alanımda. Yüreğim kuş misali bir çırpınış içerisinde sevinçle babamın dizlerine sarıldığımda şefkatle eğilip aldı beni kucağına. Sıkıca sarılıp öptü siyah saçlarımdan ardından da yanaklarımdan. “Kuşlar söyledi beni çok özlemişsin öyle mi?” Babamın sorusuna gülümseyerek başımı salladım. “Çok özledim.” Dedim sonrada ekledim. “Peki, kuşlar hasta olduğumu ve senin gelmeni çok istediğimi de söyledi mi?” Anlamadığım bir şekilde annemle bakıştılar, sonra garip bir karartı çöktü gözlerine ve ardından yine sarıldı. Neşeyle gülümseyip ben de sarıldım. “Aslan Babam.” Hemen karşılık buldu sözlerim. “Aslan Oğlum.”
   O gün hiç babamın dizinin dibinden ayrılmadım. Nereye gittiyse ben de gittim peşi sıra. Elini tutarken göğsümü şişirdim, son derece gururlu bir eda ile. Babam yanımdaydı çünkü. Kaç gün bu şekilde birlikte gezdik bilmiyorum, saymadım. Sayılı günler geçer misali sözünün vuku bulmaması adına saymadım… Nihayet bir sabah uyandığımızda babam; “Yarın bayram” dedi ve ekledi. “Bugün sana bayramlık almaya gidelim pazara. Ne istersen alalım olur mu?” Bir şey söylemeden gülümseyerek salladım başımı. İçim kıpır kıpır yaptım kahvaltımı. Annemin sürdüğü kuru yağlı ekmeği yedim. Zeytinimi iki ısırıkla tamamladım ve midemin diğer boş kısmını babamın yüzüne bakarak doyurdum. 
   Kahvaltımızın ardından hep birlikte Pazar yerine indik yürüyerek. Kimi omuzlarında taşıdı babam kimi elimden tuttu ve beraber attık adımlarımızı. İnanılmaz keyif almıştım, daha dün gibi hatırımda yüreğimin o pır pır heyecanı… Pazar alanına geldiğimizde eksiğim ne varsa aldılar, kimisinde beğenip beğenmediğimi sordular kimisinde hiç sormadılar, sanırım en uygununu aldılar. Zaten benim de giysilere dair hatırladığım tek şey hepsinin iki beden büyük oluşu ve anacığımın “e seneye de giyer” sözleriydi. Neticede o zaman alınan kazağın, kolu söküldüğünde üzerime anca oluşuydu, o yıllardaki kıtlığın kanıtı.
   İkindi vakti girmek üzereydi biz pazardan çıktığımızda. Neşe ile sekerek yürürken; tezgâhta parıl parıl parlayan şey çekti dikkatimi. Büyülenmişçesine yürüdüm ona doğru ağzım bir karış açık, gözlerimde son derece hayranlık anlatan bakışlar eşliğinde… Elimi uzatıp dokundum ve usulca gezdirdim parmaklarımı. Sonra başımı hafifçe kaldırdım babama doğru. “Çok güzel” dedim ve hemen ekledim “benim olabilir mi? Alır mısın bunu bana?” Babamın vereceği tepkiyi korkarak beklerken; aldığım yanıt gülümseme ve başını “evet” anlamındaki sallayış oldu. Bundan sonrası ise hızlı çekim misali gerçekleşti. Babamın fiyatını soruşu, parasını cebinden çıkartıp uzatışı, ardından file torbamıza koyup yanımıza alarak evin yolunu tutuşumuz.
   Yol boyunca anacığımın elindeki torbaya baktım, nasılda bana bakıp parıldıyordu. Ona her bakışımda kalbim kıpır kıpır yapıyorsa bu bir aşk olabilir miydi acaba? Sahi aşk neydi? Köyde bazen ablalar, abiler konuşur bizim aracılığımızla mektup yollarlardı birbirine. O halde mektup yollamak mıydı, yoksa atma türkü tüttürmek miydi aşk? Düşüncemle omuzlarımı silkerken; boş verdim önceki yarım yamalak öğrendiğim bilgilere.  şık olmak istemek ve onun varlığına ihtiyaç duymaktı bence. Ben eğer onu çok istediysem varlığına ihtiyaç duyduysam ona âşıktım ve o da benim ilk aşkımdı öyleyse. Hem ilk aşkım, hem ilk kalp tutulmam. 
   Heyecan kalbimi esir alıp yol boyunca beni soluksuz bırakırken; bedenimde ve ruhumda tarifsiz tatlar yaşamama sebep oluyordu. Akşam ezanı okunmadan eve varmıştık. Aldığımız bayramlıkları her gece yattığım divanın karşısındaki sedire dizdik, babamla. İlk aşkımı da koydum hemen yanı başına. Ekseri erken yatmayı sevmezken, şimdi bir an evvel uyumak istiyor sabah olunca doludizgin bir bayram yaşamak istiyordum ilk aşkımla. Bu heyecanımı anlayan annem evvela yıkadı beni. Her tarafımı beyaz sabunla köpürtürken; “her çocuk arife günü yıkandı mı arife çiçeği olur” dedi. Tabi yine anlamadım. Sahi bu büyükler neden çocuklarının kalbinden veya dilinden konuşmuyordu da bizlerin bunu kendi dünyamızda anlamamızı istiyordu bilmiyorum. Şimdi yetişkin olup bu ve buna benzeri sözleri hâlâ idrak edemiyorsam, gönlümün o yıllarda kaldığının emaresidir belki de bu…
   Annemin beni kurulayıp, pamuklu pijamalarımı giydirmesi ve babamın kucağına alarak divandan bozma, geceden geceye hazırlanan seyyar yatağıma yatırmasıyla gün son buldu artık. Işıklar kapanıp gözlerim ona takılı kalmış bir şekilde daldım uykuya. Gözümü açıp kapama ile geçen zamanın ardından gün ağarmış bayram sabahına merhaba demiştik sonunda. Oldukça neşeli geçen ve ne yediğimi hatırlamadığım kahvaltı sonrası giyindim bayramlıklarımı. Babamla bayram namazı için evden çıkmadan ilk aşkımı da aldım yanıma. E, onsuz gidemezdim, ben nereye o oraya. Birlikte sekerek yürüdük yolları, birlikte tırmandık onca merdivenleri ve birlikte girdik camiye. Yanı başıma iliştirdim onu. Arada bakıştık birbirimize...
   Kılınan namazın, cemaatin birbiri ile bayramlaşmasının ardından tekrar evin yoluna revan olduk babamla. Kapıda bizi bekliyordu annem; babamın elini öpüp bayramlaşınca ben de aynı şekilde öptüm babamın ve ardından anacığımın elini… Sonrasında hep birlikte gezdik büyüklerimizin evini ve onlarla bayramlaştık. Bu esnada tabi ilk aşkımda yanımdaydı hep. Dedim ya; ben nereye o oraya… Nihayet ziyaretlerimizi bitirip eve döndüğümüzde sokakta oynayan arkadaşlarımın yanına katıldım. Olgunda olsam çocuktum nihayetinde ve oynamak hakkımdı. Koşmaya başladık, tatlı bir eğime sahip olan güzel bayırdan aşağıya. Sanki dizlerimizin kesildiğini hisseder oluyor, arada çığlıklar koparıveriyorduk dudaklarımızdan. Ah nasılda güzeldi… 
   Sonrasında dere kenarına vardık. O gün akan suya baktığımda garip bir hüzün çöreklendi küçük yüreğime, şimdi dahi anımsadığım garip bir duygu eşliğinde... Geri dönmek istemiştim, sanki benden alıp götüreceği şeyleri sezmiştim. "Gel, suya ayaklarımızı sokalım." Avni'nin beni dürtükleyerek söylediği sözler üzerine iç çekerek geldim kendime. Başımı "tamam" dercesine sallayıp çok da iradem dâhilinde olmayacak bir şekilde adımlarını takip edip onunla birlikte oturdum düzlüğe. Ardından isteksiz bir şekilde çektim kucağıma ayağımı. Usulca dokundum ilk aşkım dediğim pabuçlarıma. Ayağımdan yavaşça çıkarıp bıraktım yanıma. Bir gözüm onlarda, diğer gözüm ayaklarımı ileri geri yapıp köpürttüğüm sularda. İçimden atamadığım hüzün öyle yoğundu ki arada Avni bana su fırlatsa da değişmiyordu bu. Fırtına öncesi sessizlik misaliydi her yer.
   Ben dalgın dalgın sulara baktığım sırada arkamızda koşturan çocukların sesi ve hareketleri artmış arada bize çarparak sendelememizi sağlıyordu oynadıkları plastik top… Dakikalar ilerledikçe bu temaslar artmış benim huzursuzluğumu ikiye katlar olmuştu. “Ben artık gideyim.” Diyerek Avni’ye düşüncemi bildirip karşılığında onun başını sallamasıyla aldığım cevabın üzerine ayağa kalktığım sırada top önce bana sonra pabucuma çarptı… Ve hiç olmaması gereken bir şey olup dereye düştü teki… 
   Gözlerim yuvalarında irice açılıp ona bakarken çoktan suyun kuvvetiyle aşağıya doğru salınmaya başlamıştı. “Ayakkabım.” Diyerek bağırıp hızla yalınayak koşmaya başladım, ayağımın altındaki çakıl taşlarını önemsemeden. Koştum, koştum, koştum. O güne kadar bildiğim tek hız türü; ışık hızıydı; ama o saniye bu bilgiye birde suyun akış hızı da eklendi. O kadar süratliydi ki yetişemedim ve kayboldu görüş alanımdan. Gözümden hızla yaşlar süzülürken tekrar döküldü dudaklarımdan canımı acıtan kelime. “Ayakkabım.” 
   Bir insan kayıp giden bir ayakkabı için bu kadar gözyaşı döker üzülür müydü hiç? Ben üzülmüştüm işte. Peki, bir insan bir ayakkabıya âşık olabilir miydi hiç? Ben olmuştum işte… Sebebi babamla birlikte almış olmam mı, yoksa babamın almış olması mı bilemem ama o kayıp giden ayakkabı benim ilk aşkım ve ilk kalp tutulmamdı. Herkes kendi yaşadığını bilip; ona üzülüp sevinirken; yaşadığım ilk kalp tutulmamı baş edemeyecek kadar büyük bir olay olarak görmem çok da manasız değildi bence o yaşımda. Yetmiş yaşındaki dedem dahi “bu hayatta ne yaşadın diye?” diye sorulmuş bir soruya “bu ahir ömrümde yaşadığım sadece bir gündür, o da bugündür.” Cevabını veriyorsa eğer; on senelik yaşamımda hissettiğim ve tattığım ilk aşk, ayakkabılarıma olanı ve en büyük acı da yine onu kaybetmem olması çok da olasılıksız değildi herhâlde... 


                                       💮


Esra Uzun - Kalbimdeki Tutulma

Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa

ABOUT ME

I could look back at my life and get a good story out of it. It's a picture of somebody trying to figure things out.

POPULAR POSTS

  • DARIDERE KAMP ALANI
    Ulaşım Darıdere Mesire Yeri ve Kamp Alanı, Balıkesir, Altınoluk, Narlı Köyünden 13 km içeridedir. İzmir-Çanakkale yolu üzerinde Çanakkale yö...
  • Marcel Proust - Lemoine Vakası
    IV. HENRI DE RÊGNIER    Elması pek de sevmem. Güzel görünmüyor. İnsanın yüzünde bıraktığı o küçük güzellik, etkisindense daha çok yansımasın...
  • "Babam Beni Şah Damarımdan Öptü" - Ozan Önen
       İnsan, babası hayattayken, sanki tüm babalar hayattaymış gibi bir yanılgıya; babası öldüğündeyse sanki sadece kendi babası ölmüş gibi bir...
  • "Musa'nın Derinlerine Düşen Yutkunuş" - Ahmet Sarı
    Bir şeyleri paylaşmak için doğru zaman doğru mekân doğru vesaire ararken geçer zaman. Bilirsiniz. Mustafa Kutlu, "İnsanlar ölür ve cena...
  • VİETNAM SEYAHAT FOTOĞRAFÇILIĞI - ÜLKENİN EN İYİLERİ VE ÖNEMLİ NOKTALARI
    Fotoğrafçı Réhahn tarafından Vietnam Seyahat İpuçları  Fransız fotoğrafçı Réhahn şu anda Vietnam’daki kabilelerin 54’ünü fotoğraflamak için ...
  • CAMPING ADRİAKE
    Ulaşım Antalya'dan Demre'ye minibüsler ile ulaşabilirsiniz. Kamp alanı sahil kenarında. Demre merkeze geldikten sonra buraya ulaşım ...
  • "Bilinmeyen Sular" - Mevsim Yenice
    “Benim için daha iyi olacak,” diyor. Neden bahsettiğinden haberi yok, adım gibi eminim bundan. Yine de kafamı sallayarak destek oluyorum. ...
  • ERCİYES EKSPRESİ (ADANA - KAYSERİ TRENİ)
    Treni hangi operatör işletiyor? TCDD Taşımacılık Nasıl bir trenle seyahat edeceğim? Dizel lokomotifin çektiği vagon dizisi Seyahat seçenekle...
  • Çılga Cantürk - Mutlu Gel Huzurlu Gel
    MUTLU GEL HUZURLU GEL 21.. 6 Ocak 2017 anısına .. İnsan ne kadar sevildiğini ve bu zamana kadar neler yaşamış olduğunu aklının bir köşesinde...
  • APOSTİL NEDİR?
    Apostil belki de ilk defa duyduğunuz bir terim ve ne anlama geldiği hakkında hiç bir fikriniz yok. Belki de var nasıl yapıldığını bilmiyorsu...

Advertisement

Follow us on Facebook

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

EREN ARDA GÜLER. Blogger tarafından desteklenmektedir.

Featured Post (Slider)

Kötüye Kullanım Bildir

Archive

  • ►  2020 ( 184 )
    • ►  Mayıs ( 50 )
    • ►  Nisan ( 44 )
    • ►  Mart ( 17 )
    • ►  Şubat ( 73 )
  • ►  2019 ( 258 )
    • ►  Kasım ( 43 )
    • ►  Ekim ( 43 )
    • ►  Eylül ( 53 )
    • ►  Ağustos ( 6 )
    • ►  Temmuz ( 2 )
    • ►  Haziran ( 9 )
    • ►  Mayıs ( 16 )
    • ►  Nisan ( 56 )
    • ►  Mart ( 15 )
    • ►  Şubat ( 7 )
    • ►  Ocak ( 8 )
  • ▼  2018 ( 51 )
    • ▼  Aralık ( 7 )
      • EVEREST FACİASI (10-11 MAYIS 1996)
      • "Antika Titanik" - Murat Menteş
      • "Bozkırda Bir Kral Lear" - Ivan Sergeyeviç Turgenyev
      • 17 EYLÜL EKSPRES TRENİ (İZMİR BANDIRMA TRENİ)
      • KÜTAHYA BALIKESİR TRENİ
      • "Son 11" - Ferhat Uludere
      • "Kıskançlık" - Yuri Oleşa
    • ►  Kasım ( 8 )
      • "Kalbimdeki Tutulma" - Esra Uzun
    • ►  Ekim ( 7 )
    • ►  Eylül ( 3 )
    • ►  Temmuz ( 2 )
    • ►  Haziran ( 3 )
    • ►  Mayıs ( 1 )
    • ►  Nisan ( 4 )
    • ►  Mart ( 3 )
    • ►  Şubat ( 5 )
    • ►  Ocak ( 8 )
  • ►  2017 ( 11 )
    • ►  Aralık ( 1 )
    • ►  Ekim ( 10 )

Bu Blogda Ara

Blog Archive

  • ►  2020 ( 184 )
    • ►  Mayıs 2020 ( 50 )
    • ►  Nisan 2020 ( 44 )
    • ►  Mart 2020 ( 17 )
    • ►  Şubat 2020 ( 73 )
  • ►  2019 ( 258 )
    • ►  Kasım 2019 ( 43 )
    • ►  Ekim 2019 ( 43 )
    • ►  Eylül 2019 ( 53 )
    • ►  Ağustos 2019 ( 6 )
    • ►  Temmuz 2019 ( 2 )
    • ►  Haziran 2019 ( 9 )
    • ►  Mayıs 2019 ( 16 )
    • ►  Nisan 2019 ( 56 )
    • ►  Mart 2019 ( 15 )
    • ►  Şubat 2019 ( 7 )
    • ►  Ocak 2019 ( 8 )
  • ▼  2018 ( 51 )
    • ▼  Aralık 2018 ( 7 )
      • EVEREST FACİASI (10-11 MAYIS 1996)
      • "Antika Titanik" - Murat Menteş
      • "Bozkırda Bir Kral Lear" - Ivan Sergeyeviç Turgenyev
      • 17 EYLÜL EKSPRES TRENİ (İZMİR BANDIRMA TRENİ)
      • KÜTAHYA BALIKESİR TRENİ
      • "Son 11" - Ferhat Uludere
      • "Kıskançlık" - Yuri Oleşa
    • ►  Kasım 2018 ( 8 )
      • "Kalbimdeki Tutulma" - Esra Uzun
    • ►  Ekim 2018 ( 7 )
    • ►  Eylül 2018 ( 3 )
    • ►  Temmuz 2018 ( 2 )
    • ►  Haziran 2018 ( 3 )
    • ►  Mayıs 2018 ( 1 )
    • ►  Nisan 2018 ( 4 )
    • ►  Mart 2018 ( 3 )
    • ►  Şubat 2018 ( 5 )
    • ►  Ocak 2018 ( 8 )
  • ►  2017 ( 11 )
    • ►  Aralık 2017 ( 1 )
    • ►  Ekim 2017 ( 10 )

Combine

Horizontal

Vertical1

Vertical2

Gallery

Portfolio

  • Home
  • Features
  • _Multi DropDown
  • __DropDown 1
  • __DropDown 2
  • __DropDown 3
  • _ShortCodes
  • _SiteMap
  • _Error Page
  • Learn Blogging
  • Documentation
  • _Web Documentation
  • _Video Documentation
  • Download This Template

Footer Menu Widget

  • Home
  • About
  • Contact Us

Social Plugin

Contact us

About

Channels

  • abd
  • adana
  • afrika
  • afyon
  • ağva kilimli koyu
  • airport
  • almanya
  • amerika
  • andorra
  • anı harabeleri
  • ankara
  • antalya
  • apostil
  • app
  • araç
  • arkadaş
  • asya
  • Atatürk
  • avrupa
  • avusturya
  • ayder yaylası
  • balıkesir
  • balkanlar
  • bandırma
  • banka
  • bebek
  • belarus
  • bisiklet
  • bisikletli kamp
  • blog
  • blogger
  • bolu
  • bosna hersek
  • bursa
  • card
  • couchsurfing
  • çadır
  • çadır kurulumu
  • çalışmak
  • çıldır gölü
  • çin
  • çin seddi
  • çipli pasaport
  • denizli
  • doğa
  • doğu ekspresi
  • dolar
  • dost
  • dünya
  • e-pasaport
  • elazığ
  • en iyi bölgeler
  • erciyes ekspresi
  • erzurum
  • eskişehir
  • etik
  • euro
  • evcil
  • everest
  • festival
  • fırat ekspresi
  • fotoğrafçılık
  • galata kulesi
  • gecelemek
  • gezi
  • glamping
  • gümüşhane
  • güney kurtalan ekspresi
  • gürcistan
  • güvenilir
  • güvenlik
  • harcama
  • hava durumu
  • havaalanı
  • havalimanı
  • hayvan
  • hindistan
  • hostel
  • ısparta
  • iç anadolu
  • ingiltere
  • interrail
  • isic card
  • istanbul
  • iş
  • izmir
  • jet lag
  • kahvaltı
  • kamp
  • kamp alanı
  • kamp amerika
  • kamp eczanesi
  • kamp ekipman
  • kamp matı
  • kamp mutfağı
  • kanada
  • karadağ
  • karadeniz
  • karavan
  • karavan kampı
  • karesi ekspresi
  • karester yaylası
  • kars
  • kars kalesi
  • kart
  • kasım
  • kastamonu
  • kayak
  • kayak merkezleri
  • kayseri
  • kıbrıs
  • kış
  • kızılcahamam
  • kira
  • kocaeli
  • konaklama
  • kosova
  • kredi kartı
  • kutlama
  • küba
  • kültür
  • kütahya
  • macera
  • makedonya
  • malatya
  • maliyet
  • manzara
  • marmara
  • mil
  • miras
  • moldova
  • osmaniye
  • otel
  • outdoor
  • oyun
  • öğrenci
  • pamukkale
  • para
  • pasaport
  • rehber
  • rize
  • rota
  • rüzgar
  • sabahlamak
  • seyahat
  • sırbistan
  • sırt çantası
  • singapur
  • şile
  • tarih
  • tatil
  • tax free
  • tcdd
  • telefon
  • temizlik
  • tırmanma
  • travel
  • tren
  • türk lirası
  • türkiye
  • ucuz
  • uçak
  • ukrayna
  • uluslararası
  • uygulama
  • uyku tulumu
  • uyumak
  • uzungöl
  • ülke
  • üniversite
  • vanlife
  • vatandaşlık
  • verçenik yaylası
  • vergi
  • vietnam
  • visa
  • vize
  • vizesiz ülkeler
  • wordpress
  • work
  • work and travel
  • world
  • yapıt
  • yaz
  • yedigöller
  • yemek
  • yeşil pasaport
  • yeşillik
  • yurtdışı

Categories

  • abd
  • adana
  • afrika
  • afyon
  • ağva kilimli koyu
  • airport
  • almanya
  • amerika
  • andorra
  • anı harabeleri
  • ankara
  • antalya
  • apostil
  • app
  • araç
  • arkadaş
  • asya
  • Atatürk
  • avrupa
  • avusturya
  • ayder yaylası
  • balıkesir
  • balkanlar
  • bandırma
  • banka
  • bebek
  • belarus
  • bisiklet
  • bisikletli kamp
  • blog
  • blogger
  • bolu
  • bosna hersek
  • bursa
  • card
  • couchsurfing
  • çadır
  • çadır kurulumu
  • çalışmak
  • çıldır gölü
  • çin
  • çin seddi
  • çipli pasaport
  • denizli
  • doğa
  • doğu ekspresi
  • dolar
  • dost
  • dünya
  • e-pasaport
  • elazığ
  • en iyi bölgeler
  • erciyes ekspresi
  • erzurum
  • eskişehir
  • etik
  • euro
  • evcil
  • everest
  • festival
  • fırat ekspresi
  • fotoğrafçılık
  • galata kulesi
  • gecelemek
  • gezi
  • glamping
  • gümüşhane
  • güney kurtalan ekspresi
  • gürcistan
  • güvenilir
  • güvenlik
  • harcama
  • hava durumu
  • havaalanı
  • havalimanı
  • hayvan
  • hindistan
  • hostel
  • ısparta
  • iç anadolu
  • ingiltere
  • interrail
  • isic card
  • istanbul
  • iş
  • izmir
  • jet lag
  • kahvaltı
  • kamp
  • kamp alanı
  • kamp amerika
  • kamp eczanesi
  • kamp ekipman
  • kamp matı
  • kamp mutfağı
  • kanada
  • karadağ
  • karadeniz
  • karavan
  • karavan kampı
  • karesi ekspresi
  • karester yaylası
  • kars
  • kars kalesi
  • kart
  • kasım
  • kastamonu
  • kayak
  • kayak merkezleri
  • kayseri
  • kıbrıs
  • kış
  • kızılcahamam
  • kira
  • kocaeli
  • konaklama
  • kosova
  • kredi kartı
  • kutlama
  • küba
  • kültür
  • kütahya
  • macera
  • makedonya
  • malatya
  • maliyet
  • manzara
  • marmara
  • mil
  • miras
  • moldova
  • osmaniye
  • otel
  • outdoor
  • oyun
  • öğrenci
  • pamukkale
  • para
  • pasaport
  • rehber
  • rize
  • rota
  • rüzgar
  • sabahlamak
  • seyahat
  • sırbistan
  • sırt çantası
  • singapur
  • şile
  • tarih
  • tatil
  • tax free
  • tcdd
  • telefon
  • temizlik
  • tırmanma
  • travel
  • tren
  • türk lirası
  • türkiye
  • ucuz
  • uçak
  • ukrayna
  • uluslararası
  • uygulama
  • uyku tulumu
  • uyumak
  • uzungöl
  • ülke
  • üniversite
  • vanlife
  • vatandaşlık
  • verçenik yaylası
  • vergi
  • vietnam
  • visa
  • vize
  • vizesiz ülkeler
  • wordpress
  • work
  • work and travel
  • world
  • yapıt
  • yaz
  • yedigöller
  • yemek
  • yeşil pasaport
  • yeşillik
  • yurtdışı

PGA Head Teaching Professional

Fotoğrafım
erenardaguler
Profilimin tamamını görüntüle

Channels

  • abd
  • adana
  • afrika
  • afyon
  • ağva kilimli koyu
  • airport
  • almanya
  • amerika
  • andorra
  • anı harabeleri
  • ankara
  • antalya
  • apostil
  • app
  • araç
  • arkadaş
  • asya
  • Atatürk
  • avrupa
  • avusturya
  • ayder yaylası
  • balıkesir
  • balkanlar
  • bandırma
  • banka
  • bebek
  • belarus
  • bisiklet
  • bisikletli kamp
  • blog
  • blogger
  • bolu
  • bosna hersek
  • bursa
  • card
  • couchsurfing
  • çadır
  • çadır kurulumu
  • çalışmak
  • çıldır gölü
  • çin
  • çin seddi
  • çipli pasaport
  • denizli
  • doğa
  • doğu ekspresi
  • dolar
  • dost
  • dünya
  • e-pasaport
  • elazığ
  • en iyi bölgeler
  • erciyes ekspresi
  • erzurum
  • eskişehir
  • etik
  • euro
  • evcil
  • everest
  • festival
  • fırat ekspresi
  • fotoğrafçılık
  • galata kulesi
  • gecelemek
  • gezi
  • glamping
  • gümüşhane
  • güney kurtalan ekspresi
  • gürcistan
  • güvenilir
  • güvenlik
  • harcama
  • hava durumu
  • havaalanı
  • havalimanı
  • hayvan
  • hindistan
  • hostel
  • ısparta
  • iç anadolu
  • ingiltere
  • interrail
  • isic card
  • istanbul
  • iş
  • izmir
  • jet lag
  • kahvaltı
  • kamp
  • kamp alanı
  • kamp amerika
  • kamp eczanesi
  • kamp ekipman
  • kamp matı
  • kamp mutfağı
  • kanada
  • karadağ
  • karadeniz
  • karavan
  • karavan kampı
  • karesi ekspresi
  • karester yaylası
  • kars
  • kars kalesi
  • kart
  • kasım
  • kastamonu
  • kayak
  • kayak merkezleri
  • kayseri
  • kıbrıs
  • kış
  • kızılcahamam
  • kira
  • kocaeli
  • konaklama
  • kosova
  • kredi kartı
  • kutlama
  • küba
  • kültür
  • kütahya
  • macera
  • makedonya
  • malatya
  • maliyet
  • manzara
  • marmara
  • mil
  • miras
  • moldova
  • osmaniye
  • otel
  • outdoor
  • oyun
  • öğrenci
  • pamukkale
  • para
  • pasaport
  • rehber
  • rize
  • rota
  • rüzgar
  • sabahlamak
  • seyahat
  • sırbistan
  • sırt çantası
  • singapur
  • şile
  • tarih
  • tatil
  • tax free
  • tcdd
  • telefon
  • temizlik
  • tırmanma
  • travel
  • tren
  • türk lirası
  • türkiye
  • ucuz
  • uçak
  • ukrayna
  • uluslararası
  • uygulama
  • uyku tulumu
  • uyumak
  • uzungöl
  • ülke
  • üniversite
  • vanlife
  • vatandaşlık
  • verçenik yaylası
  • vergi
  • vietnam
  • visa
  • vize
  • vizesiz ülkeler
  • wordpress
  • work
  • work and travel
  • world
  • yapıt
  • yaz
  • yedigöller
  • yemek
  • yeşil pasaport
  • yeşillik
  • yurtdışı

Subscribe To Sarah Bennett Blog

Kayıtlar
Atom
Kayıtlar
Tüm Yorumlar
Atom
Tüm Yorumlar

Slider Widget

5/recent/slider

CATEGORIES

  • abd
  • adana
  • afrika
  • afyon
  • ağva kilimli koyu
  • airport
  • almanya
  • amerika
  • andorra
  • anı harabeleri
  • ankara
  • antalya
  • apostil
  • app
  • araç
  • arkadaş
  • asya
  • Atatürk
  • avrupa
  • avusturya
  • ayder yaylası
  • balıkesir
  • balkanlar
  • bandırma
  • banka
  • bebek
  • belarus
  • bisiklet
  • bisikletli kamp
  • blog
  • blogger
  • bolu
  • bosna hersek
  • bursa
  • card
  • couchsurfing
  • çadır
  • çadır kurulumu
  • çalışmak
  • çıldır gölü
  • çin
  • çin seddi
  • çipli pasaport
  • denizli
  • doğa
  • doğu ekspresi
  • dolar
  • dost
  • dünya
  • e-pasaport
  • elazığ
  • en iyi bölgeler
  • erciyes ekspresi
  • erzurum
  • eskişehir
  • etik
  • euro
  • evcil
  • everest
  • festival
  • fırat ekspresi
  • fotoğrafçılık
  • galata kulesi
  • gecelemek
  • gezi
  • glamping
  • gümüşhane
  • güney kurtalan ekspresi
  • gürcistan
  • güvenilir
  • güvenlik
  • harcama
  • hava durumu
  • havaalanı
  • havalimanı
  • hayvan
  • hindistan
  • hostel
  • ısparta
  • iç anadolu
  • ingiltere
  • interrail
  • isic card
  • istanbul
  • iş
  • izmir
  • jet lag
  • kahvaltı
  • kamp
  • kamp alanı
  • kamp amerika
  • kamp eczanesi
  • kamp ekipman
  • kamp matı
  • kamp mutfağı
  • kanada
  • karadağ
  • karadeniz
  • karavan
  • karavan kampı
  • karesi ekspresi
  • karester yaylası
  • kars
  • kars kalesi
  • kart
  • kasım
  • kastamonu
  • kayak
  • kayak merkezleri
  • kayseri
  • kıbrıs
  • kış
  • kızılcahamam
  • kira
  • kocaeli
  • konaklama
  • kosova
  • kredi kartı
  • kutlama
  • küba
  • kültür
  • kütahya
  • macera
  • makedonya
  • malatya
  • maliyet
  • manzara
  • marmara
  • mil
  • miras
  • moldova
  • osmaniye
  • otel
  • outdoor
  • oyun
  • öğrenci
  • pamukkale
  • para
  • pasaport
  • rehber
  • rize
  • rota
  • rüzgar
  • sabahlamak
  • seyahat
  • sırbistan
  • sırt çantası
  • singapur
  • şile
  • tarih
  • tatil
  • tax free
  • tcdd
  • telefon
  • temizlik
  • tırmanma
  • travel
  • tren
  • türk lirası
  • türkiye
  • ucuz
  • uçak
  • ukrayna
  • uluslararası
  • uygulama
  • uyku tulumu
  • uyumak
  • uzungöl
  • ülke
  • üniversite
  • vanlife
  • vatandaşlık
  • verçenik yaylası
  • vergi
  • vietnam
  • visa
  • vize
  • vizesiz ülkeler
  • wordpress
  • work
  • work and travel
  • world
  • yapıt
  • yaz
  • yedigöller
  • yemek
  • yeşil pasaport
  • yeşillik
  • yurtdışı

Advertisement

Main Ad

Trend Tags

  • abd
  • adana
  • afrika
  • afyon
  • ağva kilimli koyu
  • airport
  • almanya
  • amerika
  • andorra
  • anı harabeleri
  • ankara
  • antalya
  • apostil
  • app
  • araç
  • arkadaş
  • asya
  • Atatürk
  • avrupa
  • avusturya
  • ayder yaylası
  • balıkesir
  • balkanlar
  • bandırma
  • banka
  • bebek
  • belarus
  • bisiklet
  • bisikletli kamp
  • blog
  • blogger
  • bolu
  • bosna hersek
  • bursa
  • card
  • couchsurfing
  • çadır
  • çadır kurulumu
  • çalışmak
  • çıldır gölü
  • çin
  • çin seddi
  • çipli pasaport
  • denizli
  • doğa
  • doğu ekspresi
  • dolar
  • dost
  • dünya
  • e-pasaport
  • elazığ
  • en iyi bölgeler
  • erciyes ekspresi
  • erzurum
  • eskişehir
  • etik
  • euro
  • evcil
  • everest
  • festival
  • fırat ekspresi
  • fotoğrafçılık
  • galata kulesi
  • gecelemek
  • gezi
  • glamping
  • gümüşhane
  • güney kurtalan ekspresi
  • gürcistan
  • güvenilir
  • güvenlik
  • harcama
  • hava durumu
  • havaalanı
  • havalimanı
  • hayvan
  • hindistan
  • hostel
  • ısparta
  • iç anadolu
  • ingiltere
  • interrail
  • isic card
  • istanbul
  • iş
  • izmir
  • jet lag
  • kahvaltı
  • kamp
  • kamp alanı
  • kamp amerika
  • kamp eczanesi
  • kamp ekipman
  • kamp matı
  • kamp mutfağı
  • kanada
  • karadağ
  • karadeniz
  • karavan
  • karavan kampı
  • karesi ekspresi
  • karester yaylası
  • kars
  • kars kalesi
  • kart
  • kasım
  • kastamonu
  • kayak
  • kayak merkezleri
  • kayseri
  • kıbrıs
  • kış
  • kızılcahamam
  • kira
  • kocaeli
  • konaklama
  • kosova
  • kredi kartı
  • kutlama
  • küba
  • kültür
  • kütahya
  • macera
  • makedonya
  • malatya
  • maliyet
  • manzara
  • marmara
  • mil
  • miras
  • moldova
  • osmaniye
  • otel
  • outdoor
  • oyun
  • öğrenci
  • pamukkale
  • para
  • pasaport
  • rehber
  • rize
  • rota
  • rüzgar
  • sabahlamak
  • seyahat
  • sırbistan
  • sırt çantası
  • singapur
  • şile
  • tarih
  • tatil
  • tax free
  • tcdd
  • telefon
  • temizlik
  • tırmanma
  • travel
  • tren
  • türk lirası
  • türkiye
  • ucuz
  • uçak
  • ukrayna
  • uluslararası
  • uygulama
  • uyku tulumu
  • uyumak
  • uzungöl
  • ülke
  • üniversite
  • vanlife
  • vatandaşlık
  • verçenik yaylası
  • vergi
  • vietnam
  • visa
  • vize
  • vizesiz ülkeler
  • wordpress
  • work
  • work and travel
  • world
  • yapıt
  • yaz
  • yedigöller
  • yemek
  • yeşil pasaport
  • yeşillik
  • yurtdışı

Pages

  • EV
  • EV
  • EV

Most Trending

  • "Babam Beni Şah Damarımdan Öptü" - Ozan Önen
       İnsan, babası hayattayken, sanki tüm babalar hayattaymış gibi bir yanılgıya; babası öldüğündeyse sanki sadece kendi babası ölmüş gibi bir...
  • "Kadın Yok Savaşın Yüzünde" - Svetlana Aleksiyeviç
     İnsan savaştan büyük...     Büyük olduğu sahneler akılda kalan. Savaşta insanı yönlendiren bir şey var ki tarihten bile güçlü. Daha derinde...
  • Tolstoy - Polikuşka
     Tam da o sırada Yegor Mihayloviç konağın kapısında gözüktü. Şapkalar art arda başlardan alındı, kâhya yaklaştıkça ortasından, önünden dazla...
  • Rebecca Solnit - Karanlıktaki Umut
      Neden-sonuç ilişkisi tarihin ileri doğru hareket ettiğini varsayar ama tarih bir orduya benzemez. Tarih, yanlamasına seğirten bir yengeç, ...
  • "İpekli Mendil" - Sait Faik Abasıyanık
    Vakit geçiyor. Gün akşama, akşam geceye dönüyor ve bütün bunlara kuşlar şahit, gök şahit, insan şahit. Yaşlanıyoruz. Sait Faik nasıl anlatıy...
  • ŞİMŞİRLİK KAMP ALANI VE ALABALIK TESİSLERİ
    Ulaşım Düzce merkezine, İstanbul yada Ankara'dan otoban yoluyla ulaşmak mümkün. İstanbul - Düzce otoban çıkışı 210 km. Merkeze ulaştığın...
  • UKRAYNA'YA GİTMEK
    ARABA İLE GİTMEK… Mail kutuma yoğun bir şekilde gelen bir diğer soru, Ukrayna’ya araba ile gitmek. Her ne kadar Ukrayna’ya araba ile yolculu...
  • "Pan" - Knut Hamsun
     Üçüncü Demir Gece; olanca gerginlik içinde bir gece. Hiç değilse biraz don olsaydı! Don yerine gündüzün güneşinden kalma bir sıcaklık; ılık...
  • "Şizodüş" - Merve Sevde Selvi
    Akşam oluyor. Şehrin üstüne karanlık inerken daralan göğsümü, dünyanın muhtelif yerlerindeki gün doğumlarını düşünerek geniş tutuyorum. Masa...
  • KAMP MATI NEDİR VE NASIL SEÇİLİR?
    Özellikle uzun süre yürüyerek seyahat ederken yaptığım doğa kampları sırasında karşılaştığım en keyif bozucu durum kamp çadırını kuracak uyg...

Featured Posts

About Me


I could look back at my life and get a good story out of it. It's a picture of somebody trying to figure things out. Great things in business are never done by one person. They’re done by a team of people.

Popular Posts

  • DARIDERE KAMP ALANI
  • Marcel Proust - Lemoine Vakası
  • "Babam Beni Şah Damarımdan Öptü" - Ozan Önen

Advertisement

Designed By OddThemes | Distributed By Blogger Templates