"Peruk Gibi Hüzünlü" - Yalçın Tosun


  Bir an inmek üzere olan sarılı kadınla göz göze geldi. Bu alışılmadık derecede parlak gözlerde belirli bir derinliğin ya da dolu dolu yaşanmış koca bir hayatın işaretlerini gördü sanki. Sarılar içinde parıldayan bu esmer kadının kimseyi umursamadığı, kurallarını kendine göre belirlediği, sorularının çoktan yanıtlandığı ve beklentilerinin iyice azaldığı hayatını hayal etmeye çalıştı. O kısa süre içinde onun muhtemel bilgeliğine ve görmüş geçirmişliğine özenir gibi oldu. 
   Kadın çok gizli bir sırra ermiş ama kimseyle paylaşmaya niyetli değilmişçesine bakışını hemen kaçırdı ve yüzünden taşan tüm vakarla durağa yanaşan otobüsten aşağı indi. 
   Sarılı kadın otobüsten iner inmez yürümeye koyuldu. Hızlı hızlı ilerleyen ve kendi kendiyle dertleşmesine devam eden kadın daracık bir yokuşun önünden geçip gidiyordu ki birden susarak duruverdi. Aniden yumuşayıveren yüz hatlarıyla, gözleri yokuşa ve her iki yanındaki evlere dalmış bir şekilde biraz bekledi. Bir şey çağırır ya da hatırlamak ister gibi değildi duruşu ve bakışı.  Herhangi bir köşenin, sokağın ya da yokuşun tesadüfîliğinde neredeyse hiçbir şey yapmadan zaman geçirmeyi sevmişti oldu olası. Şimdi de tek isteği o yokuşun başında öylece durmaktı. 
   Etrafta çöpleri karıştıran yaralı birkaç kediyle, pencerelerden sarkarak ortalıkta gözükmeyen çocuklarına eve dönmeleri için bağıran ev kadınları dışında pek bir hareket yoktu. Yorgun güneş bulutların ardına gizlenip çıkarak o ânı tamlıyordu. Sarılı kadın büyülenmiş ya da gözleri açık ayakta uykuya dalmışçasına kıpırtısız bir şekilde yokuşlu sokağa doğru bakıyor, derin çizgilerle gölgelenmiş bakışlarındaki donukluk yüzüne doğru yayılarak durgun bir huzur resmediyordu. 
   Orada öyle dururken -bir gök bakımlık zaman geçti geçmedi- birden kaşlarını çattı ve yüzüne sıcaktan mayışmış bir kedi misali yayılmış yumuşamayı sildi attı. Aklına birden bir şey gelmişçesine, ani bir kırılmayla yere düşerek parçalandı yüzündeki tüm huzur. Gözleri yine alevlendi, aynı anda sımsıkı sıktığı dişleri arasından tıslama benzeri bir ses çıkardı. Sarılar içindeki yorgun ruhu artık sona ermiş olan o dinginlik ve boşluk anından sonra gene eski haline dönmüştü işte. Suratını iyice ekşitti, gözlerinin önüne gelen kuzguni siyahı saçlarını şapkasının içine doğru itekledi. Kendi kendine konuşarak yürürken kirli sokağı sarıya bulamaya devam ediyordu: 
   "Sen şu söz verdiğin sarı çantayı bir getirme bak ayıcım, ben sana nasıl gösteriyorum ablayı mablayı." 
   Genç kız çoktan gerilerde kalmış kadını düşünmeye devam ediyor ve kadının hareketlerindeki umursamazlığa o anda daha çok öykünüyordu. 
   Birden çocukken en sevdiği rengin sarı olduğu aklına geldi. Bu hatırlayış şaşırttı onu. Nasıl da değişiyordu insan zamanla. Uzun zamandır kendini solgun gösterdiğini düşündüğü sarıdan hiç hoşlanmıyor ve bu rengi üzerinde taşımak istemiyordu. Çocukken böyle şeyler düşünmüyordu insan ne de olsa. Güdüleri ve beğenileri üçüncü kişilerin gözüyle kirletilmiş olmuyordu henüz. Mutluluğun aranan bir şey haline henüz dönüşmediği zamanlardı onlar.
   Kadının sarılar içinde devinen yaşlı vücudu içinde mutlu olup olmadığını düşünürken, mutluluktan başka bir şey akıldı aklına.
   Bu kadın özgür olabilir miydi? 
   Herhangi bir kimse -kadın ya da erkek- herhangi bir yaş ya da durumda özgür olabilir miydi? 
   O konuma ulaşmak için yaşlanmak, bir ömrü geride bırakmak ve bu arada tüm imkanları sonuna kadar zorlayarak biraz delirmek mi gerekiyordu? 
   Bunun başka bir çaresi yok muydu? 
   Genç kız bir an nefes alamaz gibi olup durdu, otobüsün insanı boğan havasından mı yoksa kafasındaki bu sorulardan mı daha çok sıkılmıştı karar veremiyordu. 
   Bir süredir, hemen ayaklarının dibinde oluştuğunu duyumsadığı o derin, karanlık kuyuya düşmemek için çaba gösteriyordu ve bayağı yorulmuştu. Sarılı kadını ve onun çağırdığı tüm soruları unutabilmek için biraz bekledi. Ama olmuyordu işte, ne yapsa aklından atamıyordu. 
   Başını ani bir kararla sevgilisine doğru çevirdi, tanıdık bir yerlerden çağrıldığı belli olan ödünç bir şefkatle, hâlâ nefes almadan bir şeyler anlatmakta olan genç adama baktı. İnce dudaklarının yavaş devinimine takıldı gözleri. Yeni kestiği sakalının yüzünde bıraktığı yeşil gölgenin sınırlarını izledi. Boynunun hizasının ekşi tatlı ter kokusunu içine çekti, dik omuzlarının verdiği güveni hissetti. Nihayet, o karanlık kuyudan gitgide uzaklaştığını duyumsuyordu. Sevgilisinin kolum kaldırıp boynuna dolayarak yorulmuş, ufak başını adamın göğsüne gömdü ve gözlerini gecikmiş bir huzurla  yumdu. 

Yalçın Tosun - Peruk Gibi Hüzünlü

Yapı Kredi Yayınları, s.98-100


0 Comments