"Tanrısız Gençlik" - Ödön Von Horvath


  Papaz gülümsüyor: "Bazen böyle bir çöküşü bizzat Tanrı ister."
   "O zaman Kilise neden bir devletin toplumsal yapısı çöktüğünde zenginlerin tarafını tutar hep? Yani bizim zamanımızda, Kilise neden pencerelerde oturan çocukların değil de daima kereste fabrikasının hissedarlarının yanında yer alıyor?"
   "Çünkü zenginler daima kazanır."
   Kendimi tutamıyorum: "Ne harika bir ahlak!"
   Papaz sakinliğini koruyor: "Doğru düşünmek ahlakın ilkesidir." Bardağını yine boşaltıyor. "Evet, zenginler her zaman kazanacaktır, çünkü onlar daha acımasız, daha alçak ve daha    vicdansız olanlardır. Bir devenin iğne deliğinden geçmesi, bir zenginin cennete gitmesinden daha kolaydır diye Kutsal Kitap'ta bile yazılı."
   "Peki ya Kilise? Kilise iğne deliğinden geçebilecek mi?" 
   "Hayır," diyor Papaz ve yine gülümsüyor, "işin doğrusu bu pek mümkün değil. Çünkü Kilise iğe deliğinin kendisidir."
   Bu papaz muazzam derecede akıllı, diye düşünüyorum, ama yinede haksız. O haksız! Ve şöyle diyorum: "O halde Kilise zenginlere hizmet ediyor ve yoksullar için mücadele etmeyi düşünmüyor..."
   "Kilise yoksullar için de mücadele ediyor," diye sözümü kesiyor, " ama başka bir cephede."
   "Göksel bir cephe değil mi?"
   "İnsan orada da şehit düşebilir."
   "Kim mesela?"
   "İsa."
   "İyi ama o Tanrı'nın kendisiydi ya! Peki, sonra ne oldu?"
   Papaz kadehime şarap dolduruyor ve düşünceli bir şekilde önüne bakıyor. "Günümüzde birçok ülkede Kilise'nin durumunun kötü olması iyi," diyor alçak bir sesle. "Kilise için iyi."
   "Olabilir," diye kısa bir cevap veriyor ve heyecanlanmış olduğumu fark ediyorum. "Fakat yeniden penceredeki şu çocuklara dönelim! Sokaktan geçerken şöyle dediniz: 'Beni selamlamazlar, çünkü beyinleri yıkanmış.' Siz akıllı bir insansınız, çocukların beyinlerinin yıkanmamış olduğunu, aksine sadece zıkkımlanacakları bir lokma ekmekleri olmadığını bilmeniz gerekir!"
   Papaz kocaman gözlerle bana bakıyor. 
   "Onların kışkırtılmış olduklarını söyledim," dedi yavaşça, "çünkü Tanrı'ya artık inanmıyorlar."
   "Bunu onlardan nasıl bekleyebilirsiniz!"
   "Tanrı bütün sokaklardan geçer."
   "Nasıl olur da Tanrı o sokaktan geçer, o çocukları görür de, onlara yardım etmez?"
   Papaz susuyor. Yavaşça şarabını içip bitiriyor. Ardından bana yine kocaman gözlerle bakıyor: "Tanrı dünyadaki en korkunç şeydir."
   Ona bakakalıyorum. Doğru mu duymuştum? En korkuncu demek ha?
   Papaz ayağa kalkıp pencereye yaklaşıyor ve mezarlığa bakıyor. "Tanrı cezalandırır," dediğini duyuyorum papazın.
   Nasıl gaddar bir Tanrı'dır ki bu, diye düşünüyorum, biçare çocukları cezalandırıyor!
   Şimdi, papaz bir yukarı bir aşağı yürüyor. 
   "İnsan Tanrı'yı unutmamalı," diyor, her ne kadar bizi niçin cezalandırdığını bilmesek de. Ah, özgür bir irademiz hiçbir zaman olmasaydı keşke!"
   "Anladım, ilk günahı kastediyorsunuz!" 
   "Evet."
   "Ben buna inanmıyorum."
   Papaz önümde duruyor.
   "O zaman Tanrı'ya da inanmıyorsunuz."
   "Doğru. Tanrı'ya inanmıyorum." Sonra suskunluğu parçalıyorum "Dinleyin," diyerek, çünkü artık konuşmak zorundayım, "Ben tarih okutuyorum ve İsa doğmadan önce de bir dünyanın olduğunu çok iyi biliyorum, artık dünya, Yunan dünyası, ilk günahın olmadığı bir dünya..."

Ödön Von Horvath - Tanrısız Gençlik

Çevirmen: Oktay Değirmenci, s.61-63


0 Comments