"Gece" - Elie Wiesel


 Kamp arı kovanına dönmüştü. Koşuşanlar, birbirine seslenenler. Tüm bloklarda yola çıkmaya hazırlanılıyordu. Hasta ayağımı unutmuştum. Odaya bir doktor girdi ve: 
   "Yarın gece olduktan hemen sonra kamp blok blok yola çıkacak. Hastalar revirde kalabilirler. Onlar nakledilmeyecekler." 
   Bu haber bizi düşünmeye itti. SS' ler yüzlerce tutuklunun hastane bloklarında kurtarıcılarının gelmesini beklemelerine izin mi verecekti? Yahudilerin on ikinci vuruşu duymalarına izin mi vereceklerdi? Kuşkusuz ki hayır. 
   "Tüm hastaların işi bitirilecek," dedi yüzü olmayan komşum. "Bir defada fırına atılacaklar." 
   "Kamp kesin mayınlıdır," diye fikrini belirtti bir diğeri. Boşalttıktan hemen sonra her şeyi havaya uçuracaklar. 
   Ben ölümü düşünmüyordum. Sadece babamdan ayrılmak istemiyordum. Beraber bu zamana kadar dayanmış, bunca acı çekmiştik: Ayrılmanın zamanı değildi.    
   Dışarı onu aramaya koştum. Kar iyice kalınlaşmış, blokların pencereleri kırağı ile kaplanmıştı. Ayakkabımın teki elimde -çünkü sağ ayağım ayakkabıya girmiyordu- soğuğu ve acıyı hissetmeden koşuyordum. 
   ''Ne yapıyoruz?" 
   Babam cevap vermedi. 
   "Ne yapıyoruz, baba?" 
   Düşünceleri arasında kaybolmuştu. Seçim bizim elimizdeydi. Bu kez kendi kaderimizle ilgili kararı bizler verecektik. Doktorum sayesinde onu da hasta veya bakıcı olarak sokabileceğim hastanede beraber kalmak ya da diğerlerini takip etmek. 
   Nerede olursa olsun babamın yanından ayrılmamaya kararlıydım. 
   "Ne yapıyoruz, baba?" 
   Susuyordu. 
   "Diğerleriyle birlikte gidelim," dedim ona. 
   Cevap vermedi. Ayağıma bakıyordu. 
   "Yürüyebileceğini düşünüyor musun?" 
   "Evet, düşünüyorum." 
   "Yeter ki pişman olmayalım, Eliezer." 
   Savaştan sonra hastaneden kalanlara ne olduğunu öğrendim. Kamp boşaltıldıktan dokuz gün sonra Ruslar tarafından kurtarılmışlardı. 
Hastaneye dönmedim. Bloğuma gittim. Yaram açılmış, kanıyordu: Adımlarımın altındaki kar kırmızıya boyanıyordu. 
   Blok şefi yol için iki tayın ekmek ve margarin dağıtıyordu. Depodan dilediğimiz kadar giysi ve gömlek alabiliyorduk. 
Hava soğuktu. Yataklara girdik. 
   Buna'da son gece. Bir kez daha son bir gece. Evdeki son gece, gettodaki son gece, vagondaki son gece ve şimdi, Buna'daki son gece. Hayatlarımız daha ne kadar bir son geceden öbürüne savrulacaktı? 
   Hiç uyumadım. Kırağı kaplı pencerelerde kırmızı ışıklar parlıyordu. Top sesleri gecenin sessizliğini yırtıyordu. Ruslar ne kadar da yakınlardı! Onlar ve bizim aramızda bir gece, son gecemiz vardı. Bir yataktan diğerine fısıldaşılıyordu: Biraz şansımız varsa Ruslar biz gitmeden önce burada olacaklar. Hâlâ umut rüzgarları esiyordu. 
   Biri bağırdı: 
   "Uyumaya çalışın. Yolculuk için güç toplayın." 
   Bu bana annemin gettodaki son nasihatlerini hatırlattı. 
   Ama uyuyamıyordum. Ayağım yanıyordu. 
   Sabah olduğunda kampın görüntüsü değişmişti. Tutuklular gülünç kılıklara bürünmüşlerdi: Adeta bir kıyafet balosu. Herkes soğuktan korunabilmek için üst üste kıyafetler geçirmişti. Uzun Olduğundan çok enli, diriden ziyade ölü zavallı soytarılar, hayalet suratları hükümlü kıyafetlerinden hortlayan zavallı palyaçolar! Şaklabanlar! 
   Büyükçe bir ayakkabı bulmayı denedim fakat nafile. Bir örtüyü yırtarak yaralı ayağımı sardım. Ardından biraz daha ekmek ve birkaç patates arayışında kampın içerisinde dolanmaya başladım. 
   Kimileri Çekoslovakya'ya götürüldüğümüzü söylüyordu. Hayır: Gros-Rosen' e. Hayır: Gleiwitz'e. Hayır... 
   Saat öğleden sonra iki. Kar lapa lapa yağmaya devam ediyordu. 
   Şimdi saatler hızlı geçiyordu. İşte günbatımı. Gün griliğin içinde kayboluyordu. 
   Blok şefi aniden bloğu temizlemeyi unuttuğumuzu hatırladı. Dört mahkuma yerleri sabunlamalarını emretti... Kampı terk etmeden bir saat önce mi? Neden? Kimin için? 
   "Kurtarıcı ordu için," diye bağırdı. ''Burada bir domuz sürüsü değil, insanların yaşadığını bilsinler." 
   O halde biz insan mıydık? Blok iyice temizlenmiş, en kuytu köşelerine kadar yıkanmıştı. 
   Saat altıda çatı çaldı. Yas çanı. Defin. Kafile, yürüyüşe koyulacaktı. 
   "Sıraya! Çabuk'' 


Elie Wiesel - Gece

Çevirmen: Dila Balça Öğün, Koridor Yayıncılık


0 Comments