DENEME BLOGU
  • Home
  • Download
  • Social
  • Features
    • Lifestyle
    • Sports Group
      • Category 1
      • Category 2
      • Category 3
      • Category 4
      • Category 5
    • Sub Menu 3
    • Sub Menu 4
  • Contact Us

O sene Fengxia on yedisine giriyordu; büyümüş, serpilmişti. Eğer konuşabilseydi şimdiye kadar bir sürü talibi çıkardı. Köydeki herkes Fengxia'mn genç ve güzel bir hanımefendiye dönüştüğünü söylüyordu. Tıpkı Jiazhen'ın gençliğine benziyordu. Youqing ise on iki yaşındaydı ve kasabadaki okula gidiyordu.
   Birkaç yıl önce, Jiazhen ve ben Youqing'i okula gönderip göndermeme konusunda tereddütte kalmıştık. Hiç paramız yoktu. O zamanlar Fengxia on iki on yaşlarındaydı. Tarlada ve evde bize yardım etmesine karşın hâlâ bizim ilgimize ihtiyaç duyuyordu. Jiazhen'la onu birine evlatlık verip vermeme konusunda çok düşündük. Bu yolla gelecek para ile Youqing'in okul masraflarını karşılayabilirdik. Fengxia, konuşamamasına karşın çok zekiydi; çok az duyuyordu ama biz bu konuyu konuşmaya başlar başlamaz yanımıza gelir ve gözlerini bize dikerdi. O gözlerini kırptıkça bizim yüreğimiz parçalanır ve onu başka bir aileye verme fikrini birkaç gün daha ertelerdik. Ama Youqing'in iyiden iyiye okul yaşına geldiğini görünce daha fazla erteleyemedik. Çevredeki bazı kişilere, on iki yaşındaki bir kız çocuğunu büyütmek isteyen olup olmadığını sorduruyordum. Jiazhen'a, "Eğer iyi bir aile denk gelirse, Fengxia şimdikinden çok daha iyi bir hayata sahip olacak," dedim.
   Jiazhen başıyla onayladı ama gözyaşlarını tutamadı. Anne yüreği her zaman biraz daha yumuşaktır. Jiazhen'ı biraz daha açık görüşlü olması için ikna etmeye çalıştım. Kader Fengxia'ya büyük bir kazık atmıştı, onun daha fazla acı çekmesinden korkuyordum. Fakat Youqing acı çekmemeliydi. Ancak onu okula gönderirsek iyi bir geleceğe sahip olabilirdi. Çocuklarımızın fakirliğin gölgesinde kalmasına izin veremezdik. En azından birinin daha iyi bir hayatı olmalıydı.
   Fengxia için bakıcı aile arayanlar, yaşının biraz büyük olduğunu, eğer bir yaş daha küçük olsaydı onunla ilgilenecek bir sürü aile bulabileceklerini söylüyorlardı. Bunları duyunca biz de vazgeçtik bu fikirden. Bir ay sonra iki farklı aileden Fengxia için teklif geleceğini hiç düşünmemiştik. Bir aile onu evlat edinmek istiyor, diğeri de yaşlı bir çifte bakması için istiyordu. Jiazhen ve ben, kızı olmayan ailenin daha uygun olacağını düşündük. Eğer Fengxia'yı alıp kedni kızları gibi severlerse, ona diğer yaşlı çiftten daha iyi bakabilirlerdi. Onlara, gelsinler görüşelim diye haber yolladık. Çift geldi. Fengxia'yı görür görmez sevdiler, ama onun konuşamadığını öğrenince vazgeçtiler. Adam dedi ki: "Çok temiz görünümlü, fakat..."
   Adam cümlesini tamamlamadan kibarca ayrıldılar. Diğer ailenin Fengxia'yı almasını kabul etmekten başka seçeneğimiz kalmamıştı. Diğer aile onun konuşup konuşamadığıyla ilgilenmedi; sıkı çalışabilmesi yeterliydi.
   Fengxia'yı almaya geldikleri gün, elimde çapa tarlaya gitmek için hazırlanıyordum.


Yu Hua - Yaşamak

Çevirmen: Bahar Kılıç, Jaguar Yayınları, s.79-81



Sırrı Hayal Etmek 

Bir şey vardır ki 
her şeyi içerir. 
Yer ve gökten önce
gelendir. 
Kıpırdamaz, gövdesiz, 
hep kendi başına, değişmezdir, 

her şeye sızar, 
hep hareket eder. 
Ki her şeyin 
anası olabilsin. 
Gerçek adını bilmediğimiz için,
Yol deriz ona yalnızca. 

İlle de bir isim verilecekse,
Ulu olsun adı. 
Ululuk yola devam etmektir, 
devam etmek uzağa gitmek, 
uzağa gitmek geri dönmek demektir. 

O yüzden derler ki: "Yol uludur, 
gökler uludur, 
yeryüzü uludur, 
insanlık uludur; 
dört ululuk vardır dünyada, 
insanlık içlerinden biridir."

İnsanlar yeryüzünü izler,
yeryüzü gökleri, 
gökler Yol'u izler 
Yol ise olanı. 


Lao Tzu - Tao Te Ching

Çevirmen: Bülent Somay, Ezgi Keskinsoy, Derleyici: Ursula K. Le Guin, Metis Yayınları, s.53




 "Hiç depresyona girdin mi?" diye soruyorum.

   Az önce rotamızda önemli bir değişiklik oldu. Bir süredir aynı yolda ilerliyorduk. Bir dur işaretinde durduk, kırmızı ışıkta değil. Sola döndük. Yollarda hiç trafik ışığı yok zaten.

   "Affedersin, ani oldu. Düşünüyordum da."

   "Neyi düşünüyordun?"

   Hayatım yıllardır dümdüz. Başka nasıl tarif edeceğimi bilmiyorum. Bunu daha önce kendime bile itiraf etmedim. Depresyonda olduğumu sanmıyorum. Söylemeye çalıştığım bu değil. Hayatım yavan, neşesiz yalnızca. Öyle çok şey kazara olmuş gibi, gereksiz, keyfe keder geliyor ki... Hayatımda bir boyut eksikliği var. Bir şey eksik.

   "Bazen nedensiz yere üzgün hissediyorum kendimi" diyorum. "Sana da oluyor mu bu?"

   "Öyle bir şey olmuyor bana, sanmıyorum" diyor. "Çocukken daha çok kaygılanırdım."

   "Kaygı mı?é

   "Evet, önemsiz şeyler için endişelenir dururdum. Bazı insanlar, yabancılar beni endişelendirirdi. Uyumakta zorlanırdım. Karnım ağrırdı."

   "Kaç yaşındaydın?"

   "Küçüktüm. Belki sekiz, dokuz. Durum kötüleşince annem bana 'çocuk çayı' dediği şeyden yapardı. Aslında şekerli süte bir damla çay koyardı hepsi bu. Oturur konuşurduk."

   "Ne hakkında?"

   "Genelde beni kaygılandıran şeyler hakkında."

   "Hatırladığın belli bir konu var mı?"

   "Ölmekten değil ama ailemden birinin ölmesinden korkuyordum. Çoğu soyut korkulardı. Bir süre bir uzvumu kaybedeceğimi düşündüm."

   "Gerçekten mi?"

   "Evet, çiftliğimizde koyunlar ve kuzular vardı. Kuzular doğduktan birkaç gün sonra babam kuyruklarına özel lastik bantlar takardı. Kan akışını kesecek kadar sıkıydı bantlar. Birkaç gün sonra kuzunun kuyruğu düşerdi. Kuzular acı çekmiyordu, ne olduğunu bile anlamıyorlardı.

   Tarlalarda dolaşırken arada bir kopmuş bir kuzu kuyruğu bulduğum olurdu. Aynı şey benim başıma da gelecek mi diye merak ederdim. Ya tişörtümün kolları ya da çoraplarım çok darsa? Çoraplarımla uyuyup gecenin bir yarısı uyandığımda ayağımın düşmüş olduğunu görürsem? Neyin önemli, neyin önemsiz olduğu konusunda da kaygılanmama yol açtı bu durum. Kuzunun kuyruğu neden önemli değildi? Önemli bir şeye sıra gelmeden önce hangi uzuvlarımı kaybedebilirdim?

   "Bu konunun neden sinirini bozduğunu anlayabiliyorum."

   "Affedersin. Soruna çok uzun bir yanıt verdim. Kısa bir yanıt vermek gerekirse, hayır, depresyonda değilim.

   "Peki üzgün müsün?"

   "Elbette."


Iain Reid - Her Şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum

Çevirmen: Begüm Kovulmaz, Hep Kitap, s.59-60



Bölüm VI

   “İşte her şey bitti,” dedi kendi kendine, “daha bu sabah bir köşem ve bir parça ekmeğim vardı. Yarın benim doğduğum ve babamın öldüğü evi, onun ölümünden benim de sefaletimden sorumlu kişiye vermek zorundayım.” Ve gözleri annesinin portresinin üzerinde dikkatle olurdu. Ressam kadını beyaz bir sabah kıyafeti ve saçlarında kırmızı bir gülle bir parmaklığa yaslanmış olarak resmetmişti. “Bu portre de ailemin düşmanına kalacak,     diye düşündü Vladimir. “Onu kırık sandalyelerle birlikte ambara kaldıracak ya da girişe asıp kâhyalarının alay ve sohbet konusu yapacak - ve onun yatak odasına, odaya… babamın öldüğü odaya, ya onun katili yerleşecek ya da haremi. Hayır! Hayır! Beni kovduğu bu hüzünlü ev ona kalmasın.” Vladimir dişlerini sıktı, aklından korkunç düşünceler geçiyordu. Görevlilerin sesleri geldi kucağına - evde geziniyor, bir şeyler talep ediyor ve onun hüzünlü düşüncelerinin arasına tatsız bir şekilde giriyorlardı. Sonunda ortalık sessizleşti.
   Vladimir sandığı ve çekmeceleri açtı, merhumun evrakını karıştırmaya başladı. Büyük kısmı ev hesapları ve çeşitli konulardaki yazışmalardı. Vladimir onları okumadan yırttı. Aralarında üzerinde “karımın mektupları” yazan bir paket buldu. Vladimir derin hislerle dokundu mektuplara; Türk seferi sırasında yazılmışlardı ve Kistenevka’dan cepheye gönderilmişlerdi. Annesi ıssız hayatını, ev işlerini yazmıştı babasına, ayrılıktan zarifçe şikayet etmiş ve onu eve, sevgili karısının kollarına çağırmıştı. Bir mektubunda ona küçük Vladimir’in sağlığı konusundaki kaygılarını dile getiriyordu; bir başkasında çocuğun erkenden ortaya çıkan yeteneklerinden sevinç duyuyor ve onun için mutlu ve parlak bir gelecek öngörüyordu. Vladimir okudu ve aile mutluluğunun dünyasına dalan ruhuyla yeryüzündeki her şeyi unuttu, duvar saati on biri vuruncaya dek vaktin nasıl geçtiğini fark etmedi. Sonra mektupları cebine koydu, mumu aldı ve odadan çıktı. Polisler salonda yerde uyuyordu. Masada boşalttıkları bardaklar duruyordu; odaya güçlü bir rom kokusu sinmişti. Vladimir tiksintiyle yanlarından geçip girişe yöneldi. Kapılar kilitliydi, anahtarı bulunamayan Vladimir salona döndü, anahtar masada duruyordu, Vladimir kapıyı açtı ve köşeyi dönen bir adama çarptı, adamın elindeki balta ışıldadı ve mumu yüzüne tuttuğu zaman, Vladimir demirci Arhip’i tanıdı. “Ne yapıyorsun burada?é diye sordu. “Ah, Vladimir Andreyeviç, sizsiniz,” diye yanıt verdi Arhip fısıltıyla, “Tanrı  yardımcımız olsun! Neyse ki siz mumla çıktınız!” Vladimir hayretle ona bakıyordu. “Niye buraya saklandın?” Diye sordu demirciye. “Benim istediğim… gelmemin… herkes evde mi diye bakacaktım,” diye sessizce yanıt verdi Arhip duraksayarak.
   “Elinde niye balta var?”
   “Niye mi? Ama geceleyin baltasız gezilmez ki. Bu polisler, yaramaz yani - onlara bakıp…”
   “Sen sarhoşsun, bırak baltayı, yatmaya git.”
   “Sarhoş muyum? Vladimir Andreyeviç babacığım, Tanrı şahidimdir, tek damla koymadım ağzıma… Bu olayı duyup da şarap içer mi insan - uşaklar bizi yönetmeye kalkıyor, uşaklar efendimizi evinden ediyor… Eh, bir de horluyor, şeytanlar - hepsini bir çırpıda halledip kurtulalım.”
   Dubrovski yüzünü buruşturdu. “Dinle Arhip,” dedi biraz sustuktan sonra, “seninki iş değil. Polisler suçlu değil. Feneri yak, peşimden gel.”


Aleksandr Puşkin - Dubrovski

Çevirmen: Sabri Gürses, Kırmızı Kedi Yayınları, s.53-55



OLASILIKLAR

   Bir sesle uyandım. Kapı zili miydi, telefonumun alarmı mıydı anlayamadım. Kıpırdamadan sessizliği dinledim, gittikçe derinleşeceğe benziyordu. Bu yaşımda bile karanlıktan ürktüğüm için yatak odasındaki pencerenin kalın perdesini çekmiyordum. Sokak lambasından vuran ışıkla içerisi hafif loş oluyordu. Zamanı kestiremedim. Kalkma saatimin gelmediği kesindi ve en çok da buna canım sıkılmıştı. Televizyonda film izlemiş, biraz kitap okumuş, "uykuluk" niyetine iki tekila yuvarlamış (işe yarıyordu, dozu ikiye çıkarınca daha da rahat etmiştim), uykuya geçiş öncesi o sancılı dönemi kısaltmak için elimden geleni yapmış, ikiye doğru da yatmıştım. Sol yanımdaki komodinin üzerindeki ceptelefonuma uzandım. Ekranın ışığı yanınca saate baktım, beşe on vardı. Zar zor uykuya geçtikten üç saat sonra beni ayaklandıran neydi? Anlaşılan tekilayı üçe çıkaracaktım gerekirse dörde. Uyumalıyım, yoksa bütün gün sersem tavuk gibi dolaşır, sataşacak adam ararım. Kötü bir rüya görüyor olmalıydım, tek karesini anımsamadığım bir kâbus; o yüzden uyanmıştım. Telefonu yerine bırakıp öbür yanıma döndüm.
   Zil çalınca zıpkın yemiş gibi doğruldum. Rüya değilmiş. Kalp atışlarım hızlanmıştı. kapısı normal zamanda bile çalınmayan benim gibi birine, sabahın bu saatinde gelen kimdi? Burnunun ucunu göremeyen bir sarhoş pusulasını şaşırıp kendi evi diye benim zilimi mi çalıyordu? Belki de zor durumda olan, karısının eve almadığı eski bir arkadaştı. Ama öyle bir arkadaşım da yoktu. Parmak uçlarıma basarak hole çıktım. Işığı açmadan, el yordamıyla duvarlara dokunarak kapıya yanaştım. Otomat yanmıyordu. Soluğumu tutarak gözleme deliğinden baktım. Dışarısı karanlıktı. Gelen her kimse aşağıda, apartmanın hiçbir zaman kapanmayan giriş kapısında olmalıydı. Yukarı kadar çıkmadığına göre o da emin değildi. Belki de yanlış zile basıyordu. Uzun bir yoldan gelmişti, uykusuzdu. Zil üçüncü kez çalınca aşağıdaki her kimse benim için geldiğine emin oldum. Duvardaki almaca uzanıp, "Kim o?" diye seslendim. Bir yanıt alamayınca, "Kimsin?" diye bağırdım bu kez. Evimin duvarlarında yankılandı sesim. Aşağıdakinin yanlışlık olduğunu söyleyip özür dile-mesini bekledim. Kaba biriydi. Hatasını anladığı halde bu saatte birini uykusundan ettiğini hiç önemsemiyordu. Pavyondan çıkmış, son meteliğine kadar soyulmuş, aklıyla birlikte adresini karıştırmış biri olabilirdi. Belki de yalnız değildi, o aşağıda beklerken öbürü de önceden bir üst kata çıkmış, merdiven boşluğunda dikiliyordu. O zaman kötü niyetliydiler. Almacı yerine koyup içeriden iki kere kilitlediğim kapıyı açtım. Anahtarın şakırtısı girişten bile duyulmuş olmalıydı. Hafifçe araladım kapıyı. Ürpertici bir sessizlik vardı. Bu apartmanda birine geldiyse, yanlış dairenin ziline bastığını sesimi duyunca fark etmiş olmalıydı Ardından aradığı dairenin ziline basacak, geldiğini haber verecek ve içeri girecek, o zaman da merdiven aydınlatıcısı lambalar yanacaktı. Hiçbiri olmadı. Yine parmak uçlarıma basarak mutfağa geçtim. Balkona çıkınca ürperdim. Üstelik yalınayaktım ve beton zeminin soğuğu dalga dalga bedenime yayılıyordu. Zilimi çalan, bana ve apartmanda başka birine gelmediğine göre bir süre sonra oradan ayrılacaktı. Sonuçta onu görecektim. Titremeye başladım, çok üşüyordum. Uzun süre soluğumu tutup beklememe karşın çıkan olmadı. Daha fazla dayanamayıp mutfağın ışığını açtım. Olan, uykuma olmuştu. Karar verdim, üç kat inip bakacaktım. Aşağıda kimse yoktu, biliyordum ama bundan emin olmalıydım. Ya biri varsa ve bana saldırırsa?


Cemil Kavukçu - Üstü Kalsın

Can Yayınları, s.67-69



Her Şeyin Başlangıcı

   Mektubun pulları hâlâ ıslaktı, bu sırada pulların başka bir ülkeye ait olduğunu da fark ettim, pencereye çıktığımda gerçekten bana yabancı ve bilmediğim bir yerde olduğumu anladım. Bu sezgiyi doğrulamak ya da yanlışlamak için banyoya gittim. Aynadan bir yabancı bakıyordu bana. 
   Sırılsıklam bir halde, ama uzun süredir ilk defa bir rüyayı hatırlıyor olmanın sevinciyle nihayet uyanıp ayağa kalkmıştım ve her şeyin yerini biliyordum, yine de geceyi geçirdiğim masaya doğru gitti ayaklarım. Pencereden baktım, her şey rüyadan hatırladığım gibiydi. İkindi vakti, sonbaharın ilk demleri. Rüyamda beni gözlemiş olan, çaprazdaki cumbanın yarın açık pencere kanadının ardındaki kadın da hâlâ oradaydı, bana yönelik ilgisini kaybetmemişti. 
   Bir rüya, diye düşündüm, rüyaya devam etmek için yatağa oturdum, oysa her şey olduğu gibi kaldı.
   Mekândaki her şeyin üstüne örtü örtüldüğünü gördüm, çıplak duvarlar, burası çok uzun süre önce terk edilmiş gibiydi. Perdeyi çektim, geceydi. 
   Buradan başka yerlere açılan çok sayıda kapı vardı. Kilitleyeyim, diye düşündüm. 
   Kilitliydiler. Anahtarlar deliklerin içindeydi. Biliyordum, aynanın karşısına geçmeliydim, ancak böyle sona ererdi, el yordamıyla banyoya gittim. Ayna yerindeydi. 
   Yıkanmaya başladım, ellerim bedenimde mekanik bir biçimde kayıyor ve durmak bilmiyordu, ben de oluruna bıraktım, çünkü rüyadan çıkmak istiyordum, oysa olan bitende bir değişiklik gerçekleşmedi, ellerim tenimi sıvazlamaya devam etti, öyle ki tenim tahriş oldu, çünkü su çok sıcaktı ve sonunda başımı suyun altına soktular ve ancak karşı koymanın mümkün olmadığını anladığım zaman durdular. Ellerim bir havlu alıp bana aynadan, başka birisi olduğuma, şimdiden alışmışım gibi bakan haşlanmış yüzümü serinlettiler. 
   Hemen kendime geldim, çünkü karanlığın bana bir oyun oynadığına inanmıştım, oysa ellerim acıdan yanıyordu, dolayısıyla yeniden bana aittiler, perdeyi açtım ve ellerime ışıkta baktım, derim kabarıp soyulmuştu, yanıkların acısını gerçekten hafifletmek için artık soğukluğu kalmamış olan havluyu sardım. Çok geçmeden havlu yüzüm için de gerekli oldu ve onu alnıma bastırdım. 
   Kollar, benim kollarım değildi bunlar, baştan aşağıya süzdüm kendimi ve aynanın beni bir kez daha istediğini anladım, bu defa daha hızlı, çünkü bu defa ben de katılıyordum, yıkanmak, eller, hepsi yeni baştan, başım suyun altına, oluruna bıraktım. Şimdi su bir ödül gibi soğuktu.
   Karşıdaki cumbada pencere sonuna kadar açıktı, kadın ortadan kaybolmuştu, yine de ben bir başıma değildim. 
   Aynanın üstünü örttüm ve yatağa attım kendimi, tenimi soğutmak için ıslattığım havluların altına girdim. Şimdi odadaki her şey gibi ben de örtülüydüm ve bu olanın nasıl başlamış olabileceğini anımsamaya çalıştım. 
   Başardım da, en azından öyle olduğunu düşündüm, anımsadığım bir hikâye vardı, bana aitti hiç kuşkusuz, en azından öyle düşündüm ve bu düşünceyle ne kadar sakinleştiysem, o kadar şiddetle geri geliyordu acılar, buna sevindim çünkü acı hissi dikkatimi toplamaya zorluyordu beni. Acılar gerçekti ve bu durumdan gözlemde bulunarak uzaklaşmaya çalıştım, bunu da başardım, bir süreliğine, ta ki anımsadığım her şeyin aynı anda tekrar kaybolduğunu ve öyle kaldığını, sanki hiç olmamış gibi ben onu yaşamamışım gibi olduğunu fark edinceye dek. Bir şeyi anımsayarak, onu unutuyor gibiydim. Neyi düşünürsem düşüneyim, dünyanın dışındaydı. Son saatler, buraya nasıl geldiğim, bir yanıt vardı, birçoklarının arasında tanıdık bir yüz gibi  çıkıyordu karşıma, ama sonra yine ötekiler gibi kayboluyor ve bilinmez oluyordu. 
   Yazılan bir mektup ortadan kaybolamaz, diye düşündüm ve masanın başına oturuverdim, önceki gün alınmış notların başına geçtim. 
   Yine hiçbir şey hatırlayamadım. Yanda kesilmiş ve anlamsızca birbirine eklenmiş cümle parçalarının ortasında, sık sık doğuş ve batış sözcükleri okunuyordu, doğuş ve batış, üstleri çizilmiş ve üstüne yeniden yazılmış, ya da biri diğeriyle yer değiştirmiş. 
   Mektupta adres yoktu. Zarfa bakıp bir şeyler hatırlayabilmem için uzun süre geçmesi, üzerine iyice bastırarak onu ışığa tutmam gerekti. 
   Gelmeliler, yazılıydı. şimdi gelip beni alabilirler. 
   Evin önündeki avlu aslında bir meydandı, şimdi görüyordum, etrafı parmaklıkla çevriliydi, kaldırım taşları güneşten parlamış ve ısınmıştı, çocuklar kaldırımda koşturuyor, ağaçların gölgesinde annelerinin oturduğu banklar ile sıcak kaldırım arasında gidip geliyorlardı. Pencere ilk dokunuşta açıldı, esinti tenime iyi geldi.
   Nihayet, banklardan birinde, bana yabancı gelmeyen bir kız çocuğunu fark ettim, ellerini yalayan köpeği de daha önce görmüştüm. 
   Kim gelip alacaktı beni. Nereye. 
   Mektubu açmaya cesaret edemedim, notlarla hareket etmeye karar verdim, önce kapının gerçekten kilitli olduğundan emin olmalıydım. 
   Gelsinler. Beni bulamayacaklar.
   Karmaşık yığının içinden gelişigüzel birkaç kağıt çektim, üzerlerindeki cümleler öylesine yazılmış gibi görünüyordu, okunamaz hale getirilmiş, kendimi savunuyor, belki de ne olduğu en azından o anda anlaşılamayan bir konuda kendimi haklı çıkarıyor göründüğüm pasajlar. 
   İnsan kendinden kurtulamıyor, diye okudum, kendi dışına çıkamıyor, sonra da kendime ait olmayan bir sesle güldüğümü duydum. Çünkü çoktan kendi dışıma çıkmıştım. 
   Buradaki cümlelerin bir yardımı dokunmadı, yine de bazıları peşimden geldiler ve beni bırakmadılar, olan bitenin ne olduğunu söyleyebileceklerdi sanki. Ama bunu da yapmadılar. Yola çıkmaya hazırlanıyorum. Adımı yalanlara bırakıyorum. 
   Yatağın yanında bir çarşaf duruyordu, çarşafı bana ait olmayan bir hareketle cümlelerin üstüne serdim. Yola çıkmamıştım ve cümlelere de, bir süredir yandaki odadan gelen sese de hiç güvenilmezdi. Bu odaya açılan kapı kilitli değildi, o anda görmüştüm, o anda, rüzgârla açıp kapattığı aralığı da. Bu odada da her şey bembeyaz ve çarşafların altındaydı. 
   Durumum belirsizdi, öyleydi ne de olsa ve öyle kalacaktı, bu yüzden kapıyı kapadım. Kapı tokmağı hoş bir serinlik hissi verdi elime.
   Her yere yoğun ve baskın bir şekilde sinmiş olduğu halde hiç dikkatimi çekmemiş olan kokuya da algıladım o sırada, yaşlı insan kokusu, ilaç kokusu.
   Kimin hikâyesinin içine düştüm, diye düşündüm, bu hikâye de şimdi benim olan bu koku gibi bana ait değildi. Nasıl ki ben bu yere ait değilsem, buradaki hiçbir şey de bana ait değildi, ne yapacağımı bilemediğim ve diğer her şey gibi üstlerini örttüğüm notlar dışında. Cümlelere güvenilmezdi. Başka türlü değildi, yazıyordu orada, bir şeyler benim aleyhimde ve kim inanacak bana, hiç kimse. Yeminlerle suçlamalar yer değiştiriyordu, bana hiçbir şey ifade etmeyen türlü iddialar, tahminler, kendini suçlamalar, okunamaz hale getirilmiş pasajlar.
   Yan odadaki döşeme gıcırdadı.


Alois Hotschnig - Belki Bu Defa, Belki Şimdi

Çevirmen: Mustafa Tüzel, Yüz Kitap, s.52-55



BİR MAYIS SABAHI KÜÇÜK, ESMER BİR KIZ ciddiyetle bu büyük kapıdan dışarı bakıyordu. Kestane renkli gözleri kocaman ve berrak, elleri ve ayakları minicik, saçları kahverengiydi. Griye çalan cepli bir önlük, kalın ham pamuktan çoraplar ve bağcıklı, kaba ayakkabılar giymişti, kentliden çok köylü gibi görünüyordu. Önemli bir haber vermek için birilerinin geçmesine veya karşıdaki pencerelere birilerinin çıkmasını beklerken ileri geri sallanıyordu. Ama sabahın o serin saatlerinde bu dar toprak yol, kır patikaları gibi henüz boşta ve yan tarafında yüksek bir avlu duvarı olan, kapısı kızılımtırak bir renge boyalı, karşıdaki eski evde de kimse görünmüyordu. Bu evde uzun boylu, simsiyah giyimli, sessiz, münzevi bir rahiple genç ve zeki yeğeni yaşıyordu; yeğeni aslında rahibe olmak istemiş ancak birkaç aylık bir acemilik devresinden sonra sağlığının bozuk olması nedeniyle evine gönderilmişti. Sade, ağırbaşlı, iyi insanlardı. Rahip sokakta kimse kendisine selam vermediği için yakınıyordu, halbuki yürürken daima yere bakan ve din üzerine düşüncelere dalan oydu. Yeğeni Tanrı tarafından gelin olarak kabul edilmediğinden yakışıklı bir abanoz ustasının sessiz sedasız kurunun tadını çıkarıyordu ama onunla evlenmemek konusunda kararlıydı çünkü adam mülk sahibi veya devlet memuru olmadığı için kendisine denk değildi. Kapıdaki küçük kız bunları biliyor ve komşularını olağanüstü karakterler olarak görüyordu. Zaten ona göre her şey olağanüstüydü: Başka bir âlemden gelmişti sanki ve hayal gücü o rüya âleminin karışık anılarıyla doluydu; bu dünyanın gerçekliği de onu mutsuz etmiyor ama ona kendince bakması, kendi hayal gücüyle onu renklendirmesi gerekiyordu. 
   Sokağın sonundan kırların kokusu geliyordu, derin sessizliği bölen tek şey saat başlarında ve çeyrek saatlerde zamanı bildiren katedraldi. İspanyol ressamların kır manzaralarında olduğu gibi kırlangıçlar yoğun mavi gökyüzünde biraz alçaktan uçuyordu ama onlar bile sessizdi. Nihayet karşıki evde bir pencere açıldı ve kocaman kahverengi gözleri miyoplarınki gibi perdeli, esmer bir yüz pencereden sağa sola bakındı. Bu, rahibin yeğeni Signorina Peppina'ydı. Küçük kız doğruldu, büyük kapının köşesine tutunup iyice uzandı ve bağırarak o çok önemli haberi verdi; "Signora Peppina, yeni bir oğlumuz oldu; küçük bir Sebastiano." 
   Gerçi sonradan bebeğin kız olduğu ortaya çıktı ama bir erkek kardeş isteyen küçük kız adıyla sanıyla onu uydurmuştu.


Grazi Deledda - Cosima

Çevirmen: Leyla Tonguç Basmacı, Kolektif Kitap, s.9-11



Neydi beni öylesine sarsan, güzelliği mi, çok yumuşak ve sevecen bakışları mı, yoksa baygın kokusu mu? Galiba kokusu çok önemliydi. İlk dans edişimiz sırasında o koku tek başına beni sarhoş etmeye yetmişti. Çok sonra bunun "Femme" denilen bir parfüm olduğunu öğrendim. Ama daha sonra yaşamıma şöyle ya da böyle karışan hiçbir kadında o koku öylesine sarhoş edici bir etki uyandırmadı üzerimde. Bir de çok uçuk pembe bir bluz giymişti, onu da unutmuyorum. O günlerde Alaine Fournier'nin Adsız Köşk'ünü yeni okumuştum. Füsun Hanım'ı o romandaki Büyük Meulnes'ün gizemli sevgilisine benzetmiş olmalıydım. Galiba. hiç beklemediğim bir şekilde, onda da benimkine yakın duygulanımlar oluşmuştu. Öyle tatlı sokuluyor, konuşurken sözcükler dudaklarının arasından öylesine hafif, sevecen tınılarla, okşanan bir kedinin mırıldanmasını andıran yumuşaklıkla dökülüyordu ki, kendime engel olamadım, hemen, onu ne kadar sevdiğimi, onu kime benzettiğimi söyleyiverdim. Korktuğum gibi azarlamadı beni. Yine o içimi titreten tüy dokunuşlu sesiyle, "Ama siz daha çocuksunuz," dedi. "Siz de Julien Sorel'i anımsattınız bana şimdi..."
   Böylece, entelektüel anlamda da uyum sağlamış oluyorduk. Bereket versin, ben o günlerde henüz Kırmızı ile Siyah'ı okumamıştım. Hoş, parti süresince bütün davranışları beni hiç de öyle çocuk bulmadığını gösteriyordu. En son, o günlerin moda tangolarından biri olan İlüzyon Tango ile dans ettik. Sonradan bana hep "İlüzyonum "demesi bundandı. 
   O akşam Halûk evci kalmamı istememişti; sanırım, Hikmet Hanım'la birlikteliklerini uzatmayı hesaplıyordu. Bense, geç vakit okula dönerken, kendimi hiç düşünmediğim kadar mutlu hissediyor, ama aynı zamanda, alabildiğine umutsuz bir ruh hali içinde bulunuyordum. Aşk buydu işte, ancak düşlerde görülebilen, öykülerde anlatılan, masallarda yaşanılan sevda buydu. 
   Günlerce yemekten, içmekten kesildim. Zayıfladım. Derslere çalışamaz oldum. Geceleri mütalaa saatlerinde deliler gibi, ardı ardına şiirler, akrostişler yazıyordum Füsun Hanım için. Ne yapacağımı, onu nasıl göreceğimi, onunla nasıl konuşabileceğimi bilemiyordum. Olanaksız bir şeydi bu. Hafta içinde kanıtlanabilecek çok önemli bir neden olmadan kimseye izin vermiyorlardı okuldan. Cumartesi günleri ancak öğleden sonra çıkabiliyorduk, o zaman da onun çalıştığı banka kapalı oluyordu. Halûk o sırada doktordan birkaç günlük rapor almış, sanırım Hikmet Hanım'la birlikte Istanbul'a gitmişti, bu yüzden ondan da yardım isteyemezdim. Herhangi gündüzcü bir öğrenciyle bir pusula gönderebilirdim belki, ama onun kızabileceğini düşünerek bundan vazgeçtim. Sonunda büyük bir gözüpeklikle oturdum, upuzun bir mektup yazdım. Sayıklama gibi bir şeydi bu mektup. Onun için yazdığım, neredeyse bir kitap oluşturacak sayıdaki şiirlerini de, bir örnek kaymak kâğıtlara özene bezene kopya ederek mektuba ekledim, cumartesi günü izinli çıktığımda pastaneye verdim. Postanedeki memurun kalın zarfa ve üstündeki kent içi adrese dikkatle baktığını sanmış, büyük bir suç işlemiş gibi çok korkmuştum. 
   Hafta sonuna doğru, tüm umutlarımı yitirdiğim bir sırada mektubumun yanıtı geldi. Okul yönetiminin öğrencilere gelen mektupları açtığını biliyor olmalıydı ki, annemin bir arkadaşıymış gibi yazmıştı. Memleketten yeni gelmişmiş, annemden bana bir paket getirmiş, cumartesi günü öğleden sonra öğretmen Hikmet Hanımlara uğrarsam, oradan alabilirmişim... 
   O heyecanı bütün yaşamım boyunca bir daha yaşamadım. İsa'nın mucizeleri karşısında bilinçlerini yitiren ilk Hıristiyanlar bile o korkuyla karışık mutluluğu yaşamamışlardır. İki günü nasıl geçirdim, cumartesi günü öğleye kadar nasıl dayandım, nasıl bekleyebildim, okuldan çıkarken, her zaman birlikte sinemaya gittiğimiz arkadaşlarımı atlatmak için ne yalanlar kıvırdım, o dört katlı apartmanın merdivenlerini nasıl tırmandım, kapıyı nasıl çaldım, bilmiyorum. 
   Kapıyı Füsun Hanım açtı. Yine o hafif uçuk pembe bluz vardı sırtında. Benim telaş ve heyecanıma karşı o çok sakin görünüyordu. Ben, Istanbul'dan döndüğünü bildiğim Hikmet Hanım'ın da evde olacağını sanıyordum, oysa, arkadaşlarıyla bir toplantısı olduğu için, erkenden çıkmak zorunda kalmış. Yalnızmışız. Bu gökten inme rastlantıdan kuşkulanmak aklımın kenarından bile geçmedi, hatta bunu mucizeyi bir fırsat saymak şöyle dursun, her şeyi üçümüzün birlikte olacağımız varsayımına dayandırmış olduğum için, üstelik korktum bile. 
   Füsun Hanım, buz kesmiş elimden tutarak oturma odasına götürdü beni. Halûkların konağının salonu çok daha büyüktü, belki çok güzel, çok daha pahalı eşyalarla doldurulmuştu, ama ilk kez böyle, modern döşenmiş bir ev görüyordum. Geniş, aydınlık pencereleri vardı. Her taraf çiçeklerle süslenmişti. Işıklı, tertemiz, rahat ve sıcacık bir salondaydım. Nereye oturacağımı bilemeyerek, beceriksizce bakınıyordum sağıma soluma. 


Erhan Bener - Yaralı Aşklar

Remzi Kitabevi, s.42-44



 Olumsuz imgeleme ve olumsuz duygulara teslim olmama tekniğine ek olarak bir başka Stoacı doktrin de sükûnet duasında gördüğümüz gibi kontrol edebileceklerimizi ve edemeyeceklerimizi bilmektir.
   Kontrolümüzün ötesindeki şeyler için endişelenmek hiçbir şey kazandırmaz. Değiştirebileceğimiz ve değiştiremeyeceğimiz şeylerle ilgili net bir algımız olmalı. Böylece olumsuz duygulara teslim olmamak için direnebiliriz.
   Epiktetos'un dediği gibi, "Konu sana ne olduğu değil, buna nasıl tepki verdiğindir."
   Zen Budizmi'nde meditasyon arzularımızın ve duygularımızın farkına varma yoludur ve dolayısıyla kendimizi onlardan özgür kılmaktır. Sadece zihni düşüncelerden  arındırma meselesi değil, düşüncelerimizi ve duygularımızı onlara kapılmadan oldukları gibi gözlemleme meselesidir. Bu şekilde zihnimizi öfke, kıskançlık ya da gücenmeye kapılmaması için eğitiriz.
   Budizm'de en yaygın kullanılan mantralardan biri olumsuz duyguları kontrol etmeyi odaklanır: "Om mani padme hum," om egoyu arındıran cömertlik, ma kıskançlığı arındıran ahlak, ni tutkuyu ve arzuyu arındıran sabır, pad önyargıyı arındıran hassasiyet, me açgözlülüğü arındıran teslimiyet ve hum kini arındıran bilgeliktir.

   Şimdi ve burada, çünkü her şey geçici

   Direnç kazanmanın bir başka anahtarı da hangi zamanda yaşadığınızı bilmektir. Hem de Stoacılık var olan tek zamanın ve kontrol edebileceğimiz tek şeyin şimdiki zaman olduğunu hatırlatır. Geçmiş ve gelecekle ilgili endişelenmek yerine, şu anda olanı takdir etmeliyiz.
   Budist rahip Thich Nhat Hanh; "Gerçekten hayatta olabileceğiniz tek an bu andır," demiştir.
   Stoacılar anda yaşamaya ek olarak etrafınızdaki şeylerin geçiciliğini düşünmemizi önerir.
   Roma İmparatoru Marcus Aurelius sevdiğimiz şeylerin ağaçtaki yapraklara benzediğini söylemiştir. Ani bir rüzgârla her an düşebilirler. Çevremizdeki değişimlerin tesadüfi değil, aslında evrenin özünün bir parçası olduğunu söylemiştir. Bu daha çok bir Budist düşüncesidir.
   Sahip olduğumuz her şeyin ve sevdiğimiz herkesin bir gün yok olacağını asla unutmamalıyız. Bu hep aklımızda tutmamız ama karamsarlığa kapılmamamız gereken bir şeydir. Bir şeylerin kalıcı olmadığının farkında olmak bizi üzmemeli, anı ve etrafınızdakileri sevmemize yardımcı olmalıdır.
   "İnsanoğlu kısa ömürlü ve bozulabilen bir şeydir," der Seneca.
   Dünyanın geçici, kısa ömürlü ve tutarsız doğası her Budist disiplinin temelinde yer alır. Bunu her zaman akılda tutmak, birini ya da bir şeyi kaybettiğimizde aşırı acı çekmemizi önler.


F. Miralles ve H. Garcia - Ikigai Japonların Uzun ve Mutlu Yaşam Sırrı

İndigo Kitap, s.158-159



Beyaz peynirden kalın bir dilim kesip onu da kare şeklinde sekiz eşit parçaya bölmeliydim. Çünkü ancak bu şekilde güzel bir görüntü verebiliyordu. Bıçak elimi kesti. Allah'tan kan, peynire hiç bulaşmadı. Çayımı da hazırlayıp artık bir an önce kahvaltımı yapmalıydım. Bu evde bin yıldır aynı şeyleri yapıyormuşçasına yaşıyorum. Bazen can sıkıntısından gözlerimi bağlayıp öyle yapıyorum işleri. Görmemle görmemem arasından hiçbir fark olmuyor. Ezbere yaşamak ne kötü! 
   Babamın yattığı odadan hırıltılar gelince koştum. Uyanmıştı. Islak bezle her yerini bir güzel sildim. Süte ezdiğim bisküviyi yedirdim. İlaçlarını verdim. Sonra da sevdiği şarkıların olduğu kaseti teybe takıp kapıya doğru yöneldim. "Kızım," diyecek olduğu hissine kapıldım. Bana yaşattıkları için özür dilercesine baktı. Uzun uzun baktı... Odadaki kokuya daha fazla dayanamayarak kendimi dışarı attım. 
   Bir şarkı açtım... Hasta olan insanların kaderleri, neden en yakınlarının da kaderleri olur diye düşündüm. Bir yolunu bulup babamı öylece bırakıp gitmeyi o kadar çok düşündüm ki... Beceremedim. İyi mi ettim bilmem. Dışarısı nasıl bir yer hiç bilmiyorum. Anneme benzemekle huzurluyum. 
   Hava kararmaya yakındı. Kapı çaldı. Sürgüyü çıkarmadan araladım. Kıvırcık saçlı, esmer, hafif kirli sakallı bir oğlandı gelen. Ben daha birşey söylemeden titreyen bir tonla konuşmaya başladı. 
   "Merhaba, üst katta oturuyorum. Rica etsem biraz tuz ve makarna verir misiniz," 
   "Oldu olacak, bir de gelip pişireyim," diyecek oldum. Denmez öyle şey tabii. Gittim getirdim. Teşekkür edip üçer beşer çıktı merdivenleri. Biraz sonra tekrar kapı çaldı. "Kim o?" dedim. Yine oydu. Boş tabağı getirdiğini söyledi. Kapının önüne bırakmamı söyledim. Kısa bir zaman geçtikten sonra kapıyı açtım. Tabak doluydu. Tipine baksan hiç beklemezsin, esaslı oğlanmış. "Bak hele şuna örf âdet de bilirmiş, vay be!" diye söylendim mutfağa giderken.
   Birinin dürtmesiyle uyandım sabah. Rüya sandım. Çünkü annem öldüğünden beri hiç kimse beni uyandırmamıştı. Polis olduğunu öğrendiğim kişi hemen kalkıp giyinmemi söyledi. Şaşkınlıkla uyku sersemliğinin verdiği hal birleşince odamdan can havliyle nasıl giyinip çıktığımı düşünmek bile istemezsiniz. 
   Koridorda, Ayten hemen arkasında da polisler... Bir de bakkalın çırağı. Sakızlar geldi aklıma. "Vallahi çalmadım hiçbir şey. Sadece o duygunun nasıl olduğunu küçüklüğümden beri merak ederim. Aklımdan geçirdim o kadar. Kim gördüyse yok öyle bir şey. Gerçekten yok. Annemin üzerine yemin ederim." Kelimeleri hiç nefes almadan ağlayarak söylediğimden olsa gerek koridorda bulunan herkes bakışlarını üzerime sabitledi. 
   "Dün gece neredeydiniz?" "Eee, evdeydim... Ya siz nasıl girdiniz eve? Neler oluyor, lütfen anlatır mısınız?" 
   "Dün gece kapınızı açık unutmuşsunuz. Evde hiç ses duymadınız mı?"
   "Ne sesi? Hiçbir şey duymadım."
   "Kaçta yattınız peki?" 
   "Hiçbir şey duymadım. Bütün gece hiç uyumamıştım. Sabahın ilk ışıkları odaya vurunca oturduğum yerden kalktım. Halıda beliren şekillerin içinden geçip pencere önüne geldim. Dışarıyı seyrettim. Bakkalın bu kadar erken açıldığını görünce şaşırdım. İşe gidenleri. simitçiyi seyrettim bir süre. Sonra da elimdekini bitirmenin huzuruyla yatağıma gittim. Yatar yatmaz da uyumuşum."
   "Elinizdeki neydi?"
   "Kitap, dün üst kat komşumuz tabakta getirmiş. Ona makarna ve tuz vermiştim de. Aman ne anlatıyorum ya, kitaptı işte." 
   "Sizi emniyete kadar alacağız hanımefendi" 
   "Ne olduğunu söylemeyecek misiniz?" 
   "Başınız sağ olsun." 
   "Baba..." 
   Ayten sarıldı ilk bana. Sarıldı mı dövdü mü onu da anlamadım. Kulağıma "Hadi iyisin kız, anana benzemeyecek kaderin. Hoş günahım kadar sevmem seni ama olsun. Çok durma buralarda, toparlan git bir an önce," dedi. 


Eyüp Tosun - Kör Islık

Tefrika Yayınları, s.78-80



MÜKEMMEL BİR ÇILGINLIK ANI

   Sistem alçaklığı alkışlıyor, eğer başarılıysa; başarısızlığa uğrarsa da onu cezalandırıyor. Çok çalanı ödüllendiriyor, az çalanı mahkûm ediyor. Barış çağrısı yapıyor, şiddet uyguluyor. Sana komşunu sevmeni vaaz ediyor ama aynı zamanda seni onu yiyerek hayatta kalmaya zorluyor. Şizofrenik dil paranın özgürlüğünü insanların özgürlüğüyle karıştırdığı zaman en mükemmel çılgınlık anlarından birine ulaşıyor: Böylelikle içine düştüğü çelişkiyi, yalnızca sağduyunun bile fark etmeye yettiği bu çok açık çelişkiyi ortaya çıkarıyor; herhangi biri bu çılgınlığın masum olmadığının farkına varabilir. Bununla beraber, tuzağa düşmeye hazır olan entellektüeller eksik değil; yakın zamanda, Peru'daki özel bankanın kamulaştırılmasının hemen ardından ortaya çıktığı gibi. Şairlerin ifade özgürlüğüyle bankerlerin spekülasyon özgürlüğü yalnızca ilgisiz olmakla kalmaz, birbiriyle bağdaşmazlar da. Paraya sınırsız özgürlük vermek için askeri diktatörlükler insanları cezaevine atıyor. Bunun hiçbir gözden kaçmayan ayan beyan bir hakikat olabilmesi için yüzyıllar boyunca çok fazla, ziyadesiyle fazla kan akıtıldı.
   Bizi görmemek üzere eğitiyorlar. Eğitim eğitimsizleştiriyor, iletişim araçları iletişimsizleştiriyor. Ve eğitim ve iletişim araçları bizi tavşanı kedi saymaya zorluyorlar.

Eduardo Galeano - Biz Hayır Diyoruz

Çevirmen: Bülent Kale, Metis Yayınları



 Mektuba bir hitapla başlanması gerektiğini öğrettiler okulda. Düşündüm. Bir cevap bulamadım. Neyimsin sen? 
   Gece birbirimize eski arkadaşlarımız, eski alışkanlıklarımız hakkında sorular sorarken, "Hâlâ yazıyor musun?" diye sordun, "Bu sıralar değil," dedim. Çok uzun süre sonra işte yine, yazıyorum. Sayemizde. Hayatımdaki onca olumlu olumsuz olaya, alınmış büyük kararlara rağmen, kalbimi, bedenimi, zihnimi senin kadar yoran, sevindiren ve bir o kadar da yerle bir eden başka bir şey yok. Hiç olmadı. Belki ileride bir gün bana benzeyen bir kız çocuğunu doğurup elime alırsam, ancak onun heyecanı ve karmaşası ile tekrar yazabilirim diye düşünüyordum. 
   Yine isteğim dahilinde kıpırdattın yüreğimi bugün. Gideceğini bile bile bilmem kaçıncı kez kapadığım kapıyı yeniden açtım. Anlayacağın yine gönüllü acı çekiyorum. Havaalanında seni uğurladıktan sonra yolda tutamadım kendimi, ağladım. O an anladım sana karşı hiç büyüyemediğimi. Otogarları, vapur iskelelerini, ayrılışları sevmediğimi, sevemeyeceğimi. Küçük bir çocuk gibi dudaklarım, çenem titreyerek ardından ağlayabileceğimi.
   Hayatımın aşkını bir azap gibi yaşamak düştü benim payıma. Seni her defasında uğurlarken, son defa görüyormuşum korkusunu bir daha yaşamam diyordum. Hiç sanmıyordum. Bugün anladım tekrar. İçimde hiç eskimediğini, ani da olsa "Belki de gitmez" diyerek kendimi kandırdığımı, yanında salağı oynadığımı, gece uyku arasında onlarca kez beni öpüp tekrar uyuduğunda, uyuma numarası yapıp sonra uzun süre seni izlediğimi, yıllar da geçse defalarca defalarca defalarca ister gönüllü ister gönülsüz ama başa sarabileceğimi ve bir tek sana karşı iradesiz oluşumu. Bugün tekrar hatırladım. 
   Bir tek sigara kalmış senden çantamda. Parliament uzun. Upuzun. Sanki sürekli bir şeylerin gelmesini bekleyenlerin sigarası. Aldım masamın üstüne koydum. Bilerek mi bıraktın yoksa öylesine mi kaldı bilmiyorum. Yanlışlıkla ıslandı, kuruttum. İçsem mi, senden kalan son şeyi tüketsem mi, bilemedim. Bıraktım olduğu yerde, ellemiyorum. 
   Bana bıraktığın kitabı daha önce okumuştum ve ben de beğendiğim yerlerin altını çizmiştim. Dün gece sana söylemek istedim ama vazgeçtim. Sanırım aynı paydada birleşebildiğimiz tek ortaklık bu; kitapları çizmek. "Kurşun kalem: Kelimeleri kurşun ağırlığına çevirebilen, güçlü bünyelerin savaş silahı." Bu sloganı bana hediye almayı unutup da hep kullandığım kurşun kalemi hediye ettiğin 23. yaşımın gecesinde uydurmuştun. On yıl geçmiş. Keşke hâla o kadar saf olabilseydik. Kendi kitabımda altılı çizili yerlerle, seninkindekileri karşılaştırdım, birbirini pek tutmuyor. Altını çizmediğin için kalbimi kıran bir satır var, oysa ben bunu çizmiştim.
   "Seni kendimden bile daha çok seviyorum. Eğer bunu söyleyebilirsem kendimle barış içinde yaşamayı sürdürebilirim, çünkü bu aşk beni rehin aldı."
   Seni uğurladıktan sonra üstümdekileri değiştirmedim, bu gece de değiştirmeyeceğim. Seninle son defa uyuyacağım bir başıma ve sonra da söz verdiğim gibi nerede bıraktıysak öyle kalacak her şey. Sabahtan sonra bilindik hayatıma devam edeceğim. Tıpkı sana hep söz verdiğim gibi. 
   Dudakların dudaklarıma bir kere daha içimden gelerek değdiği için, bir kere daha bedenimi ruhumu birleştirmeme izin verdiğin için, gece bana sımsıkı sarılıp beni hayattan kopardığın için, bir zamanlar çok sevildiğimi hissettirdiğin için, çok teşekkür ederim. Sakin karışıklık yarattın diye düşünme, aksine yaşadığımı hissettirdin. 
   Mektup bir hitapla başlamalıydı, ben beceremedim. Neyimiz normal ki mektubumuz öyle olsun zaten, değil mi? Bir türlü başlayamadığımız ama kolaylıkla bitirebildiğimiz gibi, ben de hitapla bitiriyorum madem: 
   Tüm pişmanlıklarımın, geç kalmışlıklarımın toplamına... 
   Hep sevgiyle. 


Mevsim Yenice - Aşk Mektupları*

Yayına Hazırlayanlar: Seval Şahin, Tevfika İkiz, Bağlam Yayıncılık, s.121-123

 


Boşandıktan sonra evden aldığım tek eşya olan kitaplar hâlâ mukavva kutuların içinde. Eve biraz erken gideyim; kitapları çıkartırım kolilerinden, konusuna göre ayırırım falan diye ne kadar kurduysam da gece yarısından önce varamadım. Neyse, son beş yıla bakarsak yine de erken sayılır. Kapıyı açtım, havada kesif bir şeftali kokusu. Hatice Hanım'ın temizlik günüydü bugün; tamam, anlaşıldı. Nerden bulmuşsa, temizliği bitirdikten sonra şeftalili oda spreyini sıkıp gidiyor. Kuru temizlemeciden gelen lacivert takım elbise, naylona sarılmış askısında, salonun kapı koluna tutunmuş, beni bekliyor. En son Ankara Gençlik Parkı'nın nikâh salonunda giymiştim bu elbiseyi, iyi hatırlıyorum. Takım elbise alana bir gömlek bir kravat da hediye veriyorlardı. Ayakkabılara her zamanki gibi çok para veren Figen'le nikâh öncesi iyi de bir kavga etmiştik. 
   "İyi ayakkabı pahalıdır. Sen köylü olduğun için bilmezsin."
   "Doğru, sen Isparta kralı Selami'nin kızısın tabii ki! Annen de Antep düşesiydi değil mi?" 
   "Tamam, hemen saldır aileme. Çok iyi bilirsin insanları aşağılamayı zaten. En iyi yaptığın iş bu..." 
   "Senin yaptığın ne? Kötü bir şey mi köylü olmak?"
   "Elbette değil... Ama yaptığın şeye bak. Üstelik hiç de pahalı falan değil, iyi ayakkabı istiyorsan vereceksin bu parayı." 
   "Tamam, kendin kazandığında alırsın o zaman. Benim param yetmiyor bu ayakkabıya."
   "Yazıklar olsun... Bir ayakkabı konusunu buraya getirdin ya!" 
   "Hiçbir yere getirdiğim falan yok. Usandım senin bu hesapsız kitapsız hallerinden. Akşama kadar Allah'ın dağında, günde yüz elli hastanın ağız kokusunu sen çekmiyorsun. Bi tane salak başhekim başımızda. Burnunu uzatsan soruşturma. Yok kravat takmadın, yok törene katılmadın, hadi ver savunmanı! Aldığım üç otuz para. Ben istemez miyim iyi ayakkabı giymeyi, ama sen bilmezsin bunu... Her şeyin bir bedeli var ve bunu ödeyen benim..." 
   "Tamam... Götürür iade ederim yarın... Bi daha da karışmam hiçbir şeyine..." 
   Ayakkabılarımı çıkartmadan geçtim mutfağa. Hatice Hanım mutlaka bir şeyler hazırlamış, koymuştur dolaba. 
   Tahmin ettiğim gibi, tepeleme yaprak sarması tencerede beni bekliyor. Tencere elimde mutfaktan balkona çıktım. Sarmaları teker teker ağzıma atarken, sitenin bahçesinde iyice büyümüş ağaçlara baktım. Enikonu yeşillendi ortalık. İlk geldiğimde cılız fidanları tanker sularıyla ayakta tutmaya çalışıyorlardı, işe yaramış.
   "Beş-on yılda burası ormana döner," demişti Karabüklü bahçıvan, iyi tahmin etmiş. 
   Boşandıktan sonra Istanbul'un ortasındaki evimizden kaçarak taşındığım, bu tuhaf uydu kente geleli beş yıl oldu demek. 
   Salona geçerken cep telefonum çaldı, baktım Radyocu. 
    "Partiye uğradım bugün. Başgan'ın selamı var, Bi  görüşmek istiyor..."
   Adamlar tahminimden de hızlılar. Ciddiler galiba. E, görüşelim o zaman. 
   "İyi, olur... Ne zaman, nerde buluşacağız peki?" dedim. 
   "Belgrad ormanlarında. Yarın Pazar. Başgan müsaitmiş. Başgan'ın danışmanı Betül Hanım da olacak. Sabah erkenden oradayız. Yürüyüş yapacağız hep birlikte. Joking yani." -Gülüyor yine-. "Betül Hanım öyle istemiş. Hem sağlık hem siyaset. Yarın sağlıklı siyasete start veriyoruz yani." -
   Alışamadım gitti şu adamın esprilerine. 
   Telefonu kapattım. Bir sigara yaktım önce. İçimde tuhaf bir sıkıntı var ama. Gittim uzanır gibi olurdum kanepeye. Aklıma nedense, Radyocu'nun eliyle yaptığı tünel işareti geldi. 
   Hakikaten, ne demek istiyor olabilir onu yaparken? 


Ercan Kesal - Nasipse Adayız

İletişim Yayınları, s.36-38



KOMSERİN RÜYASI 

   Bazen rüya görmezsin. Bir süre. Rüya görmediğini fark edersin sonra. Birileri sana rüyalarını anlatmaya başlamıştır. Her tür insan, sağcı, solcu, zengin fakir, akraba, yabancı... Herkes bir eğlencenin bir olayın içindedir ve sen bundan mahrumsundur. 
   Bilinmesini de istemeyebilirsin bunun, öyle ya... Herkes rüya görürken sen niye görmüyorsun? Ben çocukluğumdan ben rüya görürüm. Size bir şey itiraf edeyim mi? Belki garip bulacaksınız ama benim rüyalarım siyah-beyazdır hep. Evet, siyah-beyaz. 
   Uzun zaman bunu çok önemsemedim. Sonra arkadaşlarım gördükleri rüyaların renklerinden bahsetmeye başlayınca dikkatimi çekti. Çok acayipti. Renk yoktu rüyalarımda. İnsan rüyasına müdahale etmeye çalışsa başarabilir mi? Denedim ben, olması. İstedim, renkli göreyim diye yatmadan önce dua ettim. Buydu belki de benim normalim. Bir-iki kez, o da bir ses "Bu mavi! Bu kırmızı!" dedi bir komut gibi. Ah saçmalıyorum iyice.
   Ama rüya göremediğim günler "Bir halt yedin, bir çam devirdin ona sebep alındı senden, kaçtı gitti rüyalar!" derim içimden. Nerede hata yaptığımı bilsem, düzeltmeye çalışırım.
   Dürüst olayım, aslında bazen bilirim. Hissederim ve kendime derim ki "Muhsin aslanım, şu öküzlüğün içindesin, şöyle kabalaştın, anne-babanı ihmal ettin, çocukları, eşini ihmal ediyorsun." Derim bunu!
   Oluyor bunlar, bazen yataktan bir ayı olarak uyanıyorsun. Ben öyleyim, gülmeyin öyleyim. Bütün gün oradan geri dönmeye çalışırım hatta. Bazen şu ofisin penceresinden bakarım kendime. Yolda yürüyen birini gözüme kestiririm. Mesela şu adam, benmişim aslında. Nasıl işte? Tam bir kocaoğlan, aklı bir karış havada. Yediği herze bini geçmiş, battıkça batıyor. Çıksın isterim, pencereyi açıp bağırmak isterim "Dön evine, dön! Özünü bul, kaç kurtul!" diye ama nafile. 
   Uykusuz kalmayacaksın. Çok kötü olurum ben, hiç çekilmem. Bir çay daha alır mısınız Vildan Hanım? Nesrin, sen? Ayşegül? Hiçbiriniz çay istemiyorsunuz öyle mi? Evet, o zaman konuya gelelim. Tufan hakkında konuşalım istiyorum. Nesrin aslında bunu özel konuşmak isterdim. Ama madem Vildan Hanım avukatın olarak burada, yanında hazır bulunsun istiyorsun. Vildan Hanım, yabancı değil. Eski kocan, rahmetli Ali'nin avukatı iken tanışmıştık. Meğer Ayşegül kızımızın annesi imiş. Öğrenmek sürpriz oldu. Ayşegül, çıkmana gerek yok. Vildan Hanım'ın kızı değil, bir polis memuru olarak buradasın. Yine de ara sıra bize çay, kahve servis edersen sevinirim. 
   Bayanlar, Tufan bir haftadır kayıp. Bu yüzden Nesrin Hanım, düğün merasiminiz iptal oldu. Çok üzgünsünüz, neler hissettiğinizi bilmiyorum. Zor olmalı. Tufan'a ulaşmamız lazım. Tufan iyi bir polistir. Zaman zaman aşırılıkları, cinslikleri olmuştur ama bu defa düğününe sayılı saatler kala, ortadan kaybolması, sırra kadem basması olacak iş değil! 
   Nesrin anlatmanı istiyorum. Ne mi öğrenmek istiyorum? 
   Tufan neden böyle bir şey yapmış olabilir? Şu an nerede olabilir? Hiçbir fikrinin olmamasını anlıyorum ama hatırlaman lazım. Senden önce Tufan'ın anne-babası ve kız kardeşi ile konuştum. Sadece kız kardeşi Berrin, rahmetli kocan Ali'yle ilgili bir şeyler söyledi. Doğrusu pek anlamadım. Sizin Tufan ile Ali'yle evlenmeden önce görüşüyor olduğunuzu hatırlıyorum. En doğrusunu bana sen söyleyebilirsin. Lütfen bana en başından anlatır mısın? Bu Ali ve Tufan ile ilgili bilmediğimiz ne var? Ne oldu? Nesrin iyi misin? İstersen biraz hava al. Ayşegül, Nesrin Hanım'a eşlik eder misin lavaboya kadar? Lütfen Ayşegül, yalnız kalmasın. 
   Vildan Hanım, çay almaz mısınız? Kahve? Çok güzel Türk kahvesi yaparlar burada. Emniyet Müdürlüğü'nün en iyisi, o kadar söyleyeyim yani. Söylüyorum o zaman. Orta, az şekerli? Sade! "Alo ablacım, bize iki tane sade kahve. Özel misafirim var, beni mahcup etme bak." 
   Vildan Hanım, nasıl gidiyor avukatlık işleri? Maşallah kızınız Ayşegül'ü ne güzel yetiştirmişsiniz. Çok aklı başında bir kız. İyi bir polis olacak. Şimdiden iyi. En iyileri bize gelir zaten. Ama daha iyi olacak. Geldiniz mi? İyi misin Nesrin? Başın filan dönüyor mu? Haber vereyim bir tansiyonuna baksınlar mı? Peki, iyiysen başlayalım mı? Ayşegül not alıyorsun değil mi? 
   Tufan ile Ali'yle evlenmeden önce birlikteydiniz. Peki, neden ayrıldınız? Tufan, yurtdışına gitti. Bir daha dönmeyeceğini mi düşündün? Ali'yle neden evlendin? Anlıyorum. Yürütemediniz, peki boşanmanızda Tufan'ın geri dönmesi etkili oldu mu? Özür diliyorum haddi aşmakla ne ilgisi var. Lütfen ileride bunlar daha tatsız bir şekilde gündeme gelebilir. Bugün bunları bilmemiz önemli. Vildan Hanım ama niyetim ne olabilir? Lütfen sakin sakin konuşalım. Siz yapmayın bari bunu avukat hanım. Müvekkilinizin haklarını gasp etmiyorum ki? Soru soruyorum. 


Bülent Ata - Rüya Dedektifi

Erdem Yayınları, s.44-46



Duyduğuma göre, onun daha yedinci sayfada buluştuğu o kadın benmişim. 
   Bunu bana söyleyen Azorno idi. Ona adının niçin Azorno olduğunu sormaya hiçbir zaman cesaret edemediğimi de burada belirteyim. 
   Beklerken gelip geçenlere engel olmamak için parkın ana girişinin hemen sağındaki büyük ağaçların altında buluşacaktık. Başımda beyaz bir şapka vardı. Turnikeden geçtiğimde, ortalığı yoğun bir sessizlik kapladı.
   Orada beni bekleyen adam Azorno değildi.
   Bir anda kanım, düşüncelerim, sinirlerim, duyularım on yıl geriye gitti ve sanırım, az önce denizin dibindeyken şimdi birdenbire kendini sert bir kayanın üstünde bulan ve sanki kendisiyle birlikte yukarıya çektiği denizin oluşturduğu, üstelik hiç kimsenin boğulmadan giremeyeceği, kocaman saydam bir çanın içine kapatılmış, bu yüzden de çevresini saran yoğun sessizlikte başkalarının onun için, ölmüş mü, yaşıyor mu, ne dediklerini işitemeyen bir dalgıç gibi duyumsadım kendimi.
   Bunu çok acı veren bir an izledi, ya da daha doğrusu bana öyle geldi. Geçmişle karşılaşmak istemediğim için hızla arkama dünyasından, sudan, nilüferlerden, güneş şemsiyelerinden, ak bulutlardan ve dokumalardan, elle tutulamayanı duyumsattığı düşünülen ve şimdi birdenbire dünyanın belli bir yerinde bir araya gelerek çevremi sarıp beni kocaman saydam bir çan gibi içine alan bu tür pırıl pırıl bir sürü somut şeyden söz ederken, gölgeleri usulca üzerimizden kayıp giden büyük ağaçların altında artık hiç kimsenin olmadığını gördüm, dedi Azorno, bir sessizlik.
   Geniş lale tarhlarının bulunduğu yere varmıştık. Sen Azorno'yu tanıyor musun? Sizi birlikte gördüğümü anımsamıyorum ama benim gitmediğim yerlerde karşılaşmış olabilirsiniz.
   Küme küme lalelerin hepsi aynı uçuk yeşil renkteydi ama her kümenin başka bir renge de eğilimi vardı ve biliyordum ki bu kümelerdeki laleler açtığı zaman, park bahçıvanının büyük bir olasılıkla soğuk bir kış günü Tivoli karlar altındayken tasarlamış olduğu deseni sergileyeceklerdi.
   Ben çiçeklerden, havadan ve bu yıl uzun süren kıştan söz ederken gevezelik ederken, Azorno bana belli etmeden Sampel'in yeni romanını anlatmaya başlamıştı. Bense onun dediklerine aldırmıyor, dinginlikle lalelerin gelişimi üzerine konuşmayı dürdürüyordum, çünkü hiç kimse, Azorno bile, roman özetlerinin, başkalarının özel yaşamları ile ilgili dedikodular gibi algılandığı gerçeğini gizleyemez. Neyse, Sampel'in yeni romanı kuşkusuz kusursuz bir kitaptır. Sen hiç Sampel'den bir şeyler okudun mu?
   Sanırım, bir defasında Katarina'nın bana getirdiği bir buket rengârenk laleden söz etmek üzereydim ki, ikimiz de birdenbire sustuk ve yanından geçtiğimiz gölü çevreleyen yoldan dolanarak geriye lale tarhlarının olduğu yere gelince bir masaya oturduk, iki Dubonnet ısmarladık.
   Göl ile ilgili hiçbir şey konuşmadığımız için biraz üzgündüm. Göl de laleler gibi uçuk yeşil renkteydi, ama bunun nedeni suya yansıyan ağaçlar değildi, çünkü ağaçlar daha yeşermemişti; gökyüzü de değildi, çünkü gökyüzü masmaviydi.
   Azorno gene Sampel'in yeni romanından söz etmeye başlayınca yavaş yavaş anladım ki şaka etmiyordu, çünkü elinin içine aldığı elimle beceriksizce, belki de biraz yapmacık bir beceriksizlikle, oynarken alçak sesle şu açıklamayı yaptı: Bir iki gün önce, Sampel'in romanındaki başkişinin daha yedinci sayfada buluştuğu kadının ben olduğumu öğrenmiş ve bunu bana söylemek için burada buluşmamızı istemişti.

   ***

   Daktiloda yazılmış bu iki sayfayı okuduktan sonra, yazı masasının üstüne yazılmış, yazılı yazısız, ama hepsinin de yazısız yüzü üste dönük birçok kâğıdın arasına çabucak geriye koymak zorunda kaldım. Karo döşeli uzun koridorlardan gelen ayak seslerini işitiyordum; Randi'nin, köpeği Almanca azarladığını işitiyordum ve çok ağır olduğu için, koridora açılan odalara, her zaman iki kişinin iterek götürmesi gereken servis arabasının tekerleklerinin gıcırtısını gittikçe daha belirginlikle işitiyordum. Her şeye karşın Randi her gün kullanıyordu bu servis arabasını.
   Ben kapıyı açar açmaz, köpek hemen kapının yüksek eşiğini kemirmeye başladı. Randi, adı Goethe olan köpeğe bir bisküvi verdi, köpek de hemen koşarak içeriye girip büyük mavi koltuğa yerleşti. 
   Bu oyunun onları eğlendirdiğini gördüğüm için gülümsedim. 
   Demek ki burası, hakkında pek çok şey duymuş olduğum güneş-odasıydı. 
   Demek ki Randi bugün Goethe ve benimle birlikte ya da geçen gün ya da geçen yıl Goethe ve Azorno ile birlikte olduğu gibi, her gün öğleden sonra Goethe ile ya da Goethe ve başkalarıyla birlikte burada çay içiyordu. 
   Almanya'dan buraya gelinceye kadar, bütün yol boyunca, hakkında pek çok şey duymuş olduğum güneş-odasının özlemini çekmiştim. 
   Oda beklentilerimi dikkate değer ölçüde karşılıyordu: Gerçekten de yedi tane çok yüksek penceresi vardı; pencerelerin üçü, aşağılardaki manzaranın içine iyice batmış Züricher See'nin de bulunduğu Güney yönde evin enini oluşturan duvardaydı; iki pencere Batı'ya, aşağılarda parkları, bahçeleri, koruları ve küçük gölleri ya da havuzları olan evlere, bir pencere de Doğuya, gözün hiçbir engelle karşılaşmadan seyredebileceği dalga dalga mavi dağlara bakıyordu. 
   Az önce bütününü ya da yalnızca bir bölümünü okuduğum, ama şimdi çay içerken unutmuş göründüğümüz mektubun gerisindeki gerçeği öğrenmeye artık kesin kararlıydım. Burada bir de Kuzey'e bakan bir pencere vardı, çünkü öncelikle ve özellikle Kuzey'e bakan bu pencere yüzünden, hakkında pek çok şey duymuş olduğum bu güneş odası ile koridor arasındaki köşede ev biraz daha genişti. 
   Oda öyle bir plana göre yapılmıştı ki, yaz mevsiminin en uzun ve en ışıklı gününde bile, en erken saatlerden en geç saatlere kadar güneş alabiliyordu.


Inger Christensen - Azorno

Çevirmen: Murat Alpar, Yapı Kredi Kültür Yayınları, s.7-9


Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa

ABOUT ME

I could look back at my life and get a good story out of it. It's a picture of somebody trying to figure things out.

POPULAR POSTS

  • DARIDERE KAMP ALANI
    Ulaşım Darıdere Mesire Yeri ve Kamp Alanı, Balıkesir, Altınoluk, Narlı Köyünden 13 km içeridedir. İzmir-Çanakkale yolu üzerinde Çanakkale yö...
  • Marcel Proust - Lemoine Vakası
    IV. HENRI DE RÊGNIER    Elması pek de sevmem. Güzel görünmüyor. İnsanın yüzünde bıraktığı o küçük güzellik, etkisindense daha çok yansımasın...
  • "Babam Beni Şah Damarımdan Öptü" - Ozan Önen
       İnsan, babası hayattayken, sanki tüm babalar hayattaymış gibi bir yanılgıya; babası öldüğündeyse sanki sadece kendi babası ölmüş gibi bir...
  • "Musa'nın Derinlerine Düşen Yutkunuş" - Ahmet Sarı
    Bir şeyleri paylaşmak için doğru zaman doğru mekân doğru vesaire ararken geçer zaman. Bilirsiniz. Mustafa Kutlu, "İnsanlar ölür ve cena...
  • VİETNAM SEYAHAT FOTOĞRAFÇILIĞI - ÜLKENİN EN İYİLERİ VE ÖNEMLİ NOKTALARI
    Fotoğrafçı Réhahn tarafından Vietnam Seyahat İpuçları  Fransız fotoğrafçı Réhahn şu anda Vietnam’daki kabilelerin 54’ünü fotoğraflamak için ...
  • CAMPING ADRİAKE
    Ulaşım Antalya'dan Demre'ye minibüsler ile ulaşabilirsiniz. Kamp alanı sahil kenarında. Demre merkeze geldikten sonra buraya ulaşım ...
  • "Bilinmeyen Sular" - Mevsim Yenice
    “Benim için daha iyi olacak,” diyor. Neden bahsettiğinden haberi yok, adım gibi eminim bundan. Yine de kafamı sallayarak destek oluyorum. ...
  • ERCİYES EKSPRESİ (ADANA - KAYSERİ TRENİ)
    Treni hangi operatör işletiyor? TCDD Taşımacılık Nasıl bir trenle seyahat edeceğim? Dizel lokomotifin çektiği vagon dizisi Seyahat seçenekle...
  • Çılga Cantürk - Mutlu Gel Huzurlu Gel
    MUTLU GEL HUZURLU GEL 21.. 6 Ocak 2017 anısına .. İnsan ne kadar sevildiğini ve bu zamana kadar neler yaşamış olduğunu aklının bir köşesinde...
  • APOSTİL NEDİR?
    Apostil belki de ilk defa duyduğunuz bir terim ve ne anlama geldiği hakkında hiç bir fikriniz yok. Belki de var nasıl yapıldığını bilmiyorsu...

Advertisement

Follow us on Facebook

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

EREN ARDA GÜLER. Blogger tarafından desteklenmektedir.

Featured Post (Slider)

Kötüye Kullanım Bildir

Archive

  • ►  2020 ( 184 )
    • ►  Mayıs ( 50 )
    • ►  Nisan ( 44 )
    • ►  Mart ( 17 )
    • ►  Şubat ( 73 )
  • ▼  2019 ( 258 )
    • ►  Kasım ( 43 )
    • ►  Ekim ( 43 )
    • ▼  Eylül ( 53 )
      • "Yaşamak" - Yu Hua
      • "Tao Te Ching" - Lao Tzu
      • "Her Şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum" - Iain Reid
      • "Dubrovski" - Aleksandr Puşkin
      • "Üstü Kalsın" - Cemil Kavukçu
      • "Belki Bu Defa, Belki Şimdi" - Alois Hotschnig
      • "Cosima" - Grazi Deledda
      • "Yaralı Aşklar" - Erhan Bener
      • "Ikigai Japonların Uzun ve Mutlu Yaşam Sırrı" - F....
      • "Kör Islık" - Eyüp Tosun
      • "Biz Hayır Diyoruz" - Eduardo Galeano
      • "Aşk Mektupları" - Mevsim Yenice
      • "Nasipse Adayız" - Ercan Kesal
      • "Rüya Dedektifi" - Bülent Ata
      • "Azorno" - Inger Christensen
      • "Balino" - Anıl Basılı
      • "Göğü Delen Adam" - Erich Scheurmann
      • "Evsizler Şarkı Söyler" - Gülhan Tuba Çelik
      • "Europa" - Tim Parks
      • "Bay How Ne Yapmalı?" - Özcan Doğan
      • "Eve Dönmenin Yolları" - Alejandro Zambra
      • "Sis" - Miguel De Unamuno
      • "Harry Potter ve Felsefe Taşı" - J.K. Rowling
      • "Çığlık" - Ferit Edgü
      • "Doğal Roman" - Georgi Gospodinov
      • "Bozkırda Altımşaltı" - Mustafa Çiftci
      • "Bazuka" - Murat Uyurkulak
      • "Bakü Defteri" - Bahar Aslan
      • "Geçmişe Yolculuk" - Stefan Zweig
      • "Zamanın Farkında" - Şule Gürbüz
      • "Rüzgârın Şarkısını Dinle" - Haruki Murakami
      • "Gammazcılar" - Juan Gabriel Vásquez
      • "Yunan Dansçı Kız" - Arthur Schnitzler
      • "Buzda Yürüyüş" - Werner Herzog
      • "Gök Derinin Altında" - Nazlı Karabıyıkoğlu
      • "Öldürmeyeceksin" - Hermann Hesse
      • "Bahar İsyancıdır" - Onat Kutlar
      • "Alçakgönüllü Bir Öneri" - Jonathan Swift
      • "Bu Yaz Ayrılığın İlk Yazı Olacak" - Selim İleri
      • "Sevil de Sevme!" - Aslı Tohumcu
      • "Bugün Hiçbir Şey Yazmadım" - Daniil Harms
      • "Büyülü Öyküler" - Dino Buzzati
      • "Momo" - Michael Ende
      • "Seraphita" - Balzac
      • "Siyah-Beyaz" - Vüs'at O. Bener
      • "Küskün Kahvenin Türküsü" - Carson McCullers
      • BİR GENÇLİK RÜYASI: "INTERRAIL"
      • HAVAALANINDA SABAHLAMAK VE GECELEMEK İÇİN DİKKAT E...
      • SEYAHAT ETMEK İÇİN PARA BİRİKTİRME ÖNERİLERİ
      • AVRUPA'NIN MUHTEŞEM MANZARALI 10 TREN ROTASI
      • ÇİPLİ PASAPORT NEDİR? (E-PASAPORT)
      • KAMP KARAVAN YERLERİ
      • BİSİKLET TURLARINDA KAMPÇILIK
    • ►  Ağustos ( 6 )
    • ►  Temmuz ( 2 )
    • ►  Haziran ( 9 )
    • ►  Mayıs ( 16 )
    • ►  Nisan ( 56 )
    • ►  Mart ( 15 )
    • ►  Şubat ( 7 )
    • ►  Ocak ( 8 )
  • ►  2018 ( 51 )
    • ►  Aralık ( 7 )
    • ►  Kasım ( 8 )
    • ►  Ekim ( 7 )
    • ►  Eylül ( 3 )
    • ►  Temmuz ( 2 )
    • ►  Haziran ( 3 )
    • ►  Mayıs ( 1 )
    • ►  Nisan ( 4 )
    • ►  Mart ( 3 )
    • ►  Şubat ( 5 )
    • ►  Ocak ( 8 )
  • ►  2017 ( 11 )
    • ►  Aralık ( 1 )
    • ►  Ekim ( 10 )

Bu Blogda Ara

Blog Archive

  • ►  2020 ( 184 )
    • ►  Mayıs 2020 ( 50 )
    • ►  Nisan 2020 ( 44 )
    • ►  Mart 2020 ( 17 )
    • ►  Şubat 2020 ( 73 )
  • ▼  2019 ( 258 )
    • ►  Kasım 2019 ( 43 )
    • ►  Ekim 2019 ( 43 )
    • ▼  Eylül 2019 ( 53 )
      • "Yaşamak" - Yu Hua
      • "Tao Te Ching" - Lao Tzu
      • "Her Şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum" - Iain Reid
      • "Dubrovski" - Aleksandr Puşkin
      • "Üstü Kalsın" - Cemil Kavukçu
      • "Belki Bu Defa, Belki Şimdi" - Alois Hotschnig
      • "Cosima" - Grazi Deledda
      • "Yaralı Aşklar" - Erhan Bener
      • "Ikigai Japonların Uzun ve Mutlu Yaşam Sırrı" - F....
      • "Kör Islık" - Eyüp Tosun
      • "Biz Hayır Diyoruz" - Eduardo Galeano
      • "Aşk Mektupları" - Mevsim Yenice
      • "Nasipse Adayız" - Ercan Kesal
      • "Rüya Dedektifi" - Bülent Ata
      • "Azorno" - Inger Christensen
      • "Balino" - Anıl Basılı
      • "Göğü Delen Adam" - Erich Scheurmann
      • "Evsizler Şarkı Söyler" - Gülhan Tuba Çelik
      • "Europa" - Tim Parks
      • "Bay How Ne Yapmalı?" - Özcan Doğan
      • "Eve Dönmenin Yolları" - Alejandro Zambra
      • "Sis" - Miguel De Unamuno
      • "Harry Potter ve Felsefe Taşı" - J.K. Rowling
      • "Çığlık" - Ferit Edgü
      • "Doğal Roman" - Georgi Gospodinov
      • "Bozkırda Altımşaltı" - Mustafa Çiftci
      • "Bazuka" - Murat Uyurkulak
      • "Bakü Defteri" - Bahar Aslan
      • "Geçmişe Yolculuk" - Stefan Zweig
      • "Zamanın Farkında" - Şule Gürbüz
      • "Rüzgârın Şarkısını Dinle" - Haruki Murakami
      • "Gammazcılar" - Juan Gabriel Vásquez
      • "Yunan Dansçı Kız" - Arthur Schnitzler
      • "Buzda Yürüyüş" - Werner Herzog
      • "Gök Derinin Altında" - Nazlı Karabıyıkoğlu
      • "Öldürmeyeceksin" - Hermann Hesse
      • "Bahar İsyancıdır" - Onat Kutlar
      • "Alçakgönüllü Bir Öneri" - Jonathan Swift
      • "Bu Yaz Ayrılığın İlk Yazı Olacak" - Selim İleri
      • "Sevil de Sevme!" - Aslı Tohumcu
      • "Bugün Hiçbir Şey Yazmadım" - Daniil Harms
      • "Büyülü Öyküler" - Dino Buzzati
      • "Momo" - Michael Ende
      • "Seraphita" - Balzac
      • "Siyah-Beyaz" - Vüs'at O. Bener
      • "Küskün Kahvenin Türküsü" - Carson McCullers
      • BİR GENÇLİK RÜYASI: "INTERRAIL"
      • HAVAALANINDA SABAHLAMAK VE GECELEMEK İÇİN DİKKAT E...
      • SEYAHAT ETMEK İÇİN PARA BİRİKTİRME ÖNERİLERİ
      • AVRUPA'NIN MUHTEŞEM MANZARALI 10 TREN ROTASI
      • ÇİPLİ PASAPORT NEDİR? (E-PASAPORT)
      • KAMP KARAVAN YERLERİ
      • BİSİKLET TURLARINDA KAMPÇILIK
    • ►  Ağustos 2019 ( 6 )
    • ►  Temmuz 2019 ( 2 )
    • ►  Haziran 2019 ( 9 )
    • ►  Mayıs 2019 ( 16 )
    • ►  Nisan 2019 ( 56 )
    • ►  Mart 2019 ( 15 )
    • ►  Şubat 2019 ( 7 )
    • ►  Ocak 2019 ( 8 )
  • ►  2018 ( 51 )
    • ►  Aralık 2018 ( 7 )
    • ►  Kasım 2018 ( 8 )
    • ►  Ekim 2018 ( 7 )
    • ►  Eylül 2018 ( 3 )
    • ►  Temmuz 2018 ( 2 )
    • ►  Haziran 2018 ( 3 )
    • ►  Mayıs 2018 ( 1 )
    • ►  Nisan 2018 ( 4 )
    • ►  Mart 2018 ( 3 )
    • ►  Şubat 2018 ( 5 )
    • ►  Ocak 2018 ( 8 )
  • ►  2017 ( 11 )
    • ►  Aralık 2017 ( 1 )
    • ►  Ekim 2017 ( 10 )

Combine

Horizontal

Vertical1

Vertical2

Gallery

Portfolio

  • Home
  • Features
  • _Multi DropDown
  • __DropDown 1
  • __DropDown 2
  • __DropDown 3
  • _ShortCodes
  • _SiteMap
  • _Error Page
  • Learn Blogging
  • Documentation
  • _Web Documentation
  • _Video Documentation
  • Download This Template

Footer Menu Widget

  • Home
  • About
  • Contact Us

Social Plugin

Contact us

About

Channels

  • abd
  • adana
  • afrika
  • afyon
  • ağva kilimli koyu
  • airport
  • almanya
  • amerika
  • andorra
  • anı harabeleri
  • ankara
  • antalya
  • apostil
  • app
  • araç
  • arkadaş
  • asya
  • Atatürk
  • avrupa
  • avusturya
  • ayder yaylası
  • balıkesir
  • balkanlar
  • bandırma
  • banka
  • bebek
  • belarus
  • bisiklet
  • bisikletli kamp
  • blog
  • blogger
  • bolu
  • bosna hersek
  • bursa
  • card
  • couchsurfing
  • çadır
  • çadır kurulumu
  • çalışmak
  • çıldır gölü
  • çin
  • çin seddi
  • çipli pasaport
  • denizli
  • doğa
  • doğu ekspresi
  • dolar
  • dost
  • dünya
  • e-pasaport
  • elazığ
  • en iyi bölgeler
  • erciyes ekspresi
  • erzurum
  • eskişehir
  • etik
  • euro
  • evcil
  • everest
  • festival
  • fırat ekspresi
  • fotoğrafçılık
  • galata kulesi
  • gecelemek
  • gezi
  • glamping
  • gümüşhane
  • güney kurtalan ekspresi
  • gürcistan
  • güvenilir
  • güvenlik
  • harcama
  • hava durumu
  • havaalanı
  • havalimanı
  • hayvan
  • hindistan
  • hostel
  • ısparta
  • iç anadolu
  • ingiltere
  • interrail
  • isic card
  • istanbul
  • iş
  • izmir
  • jet lag
  • kahvaltı
  • kamp
  • kamp alanı
  • kamp amerika
  • kamp eczanesi
  • kamp ekipman
  • kamp matı
  • kamp mutfağı
  • kanada
  • karadağ
  • karadeniz
  • karavan
  • karavan kampı
  • karesi ekspresi
  • karester yaylası
  • kars
  • kars kalesi
  • kart
  • kasım
  • kastamonu
  • kayak
  • kayak merkezleri
  • kayseri
  • kıbrıs
  • kış
  • kızılcahamam
  • kira
  • kocaeli
  • konaklama
  • kosova
  • kredi kartı
  • kutlama
  • küba
  • kültür
  • kütahya
  • macera
  • makedonya
  • malatya
  • maliyet
  • manzara
  • marmara
  • mil
  • miras
  • moldova
  • osmaniye
  • otel
  • outdoor
  • oyun
  • öğrenci
  • pamukkale
  • para
  • pasaport
  • rehber
  • rize
  • rota
  • rüzgar
  • sabahlamak
  • seyahat
  • sırbistan
  • sırt çantası
  • singapur
  • şile
  • tarih
  • tatil
  • tax free
  • tcdd
  • telefon
  • temizlik
  • tırmanma
  • travel
  • tren
  • türk lirası
  • türkiye
  • ucuz
  • uçak
  • ukrayna
  • uluslararası
  • uygulama
  • uyku tulumu
  • uyumak
  • uzungöl
  • ülke
  • üniversite
  • vanlife
  • vatandaşlık
  • verçenik yaylası
  • vergi
  • vietnam
  • visa
  • vize
  • vizesiz ülkeler
  • wordpress
  • work
  • work and travel
  • world
  • yapıt
  • yaz
  • yedigöller
  • yemek
  • yeşil pasaport
  • yeşillik
  • yurtdışı

Categories

  • abd
  • adana
  • afrika
  • afyon
  • ağva kilimli koyu
  • airport
  • almanya
  • amerika
  • andorra
  • anı harabeleri
  • ankara
  • antalya
  • apostil
  • app
  • araç
  • arkadaş
  • asya
  • Atatürk
  • avrupa
  • avusturya
  • ayder yaylası
  • balıkesir
  • balkanlar
  • bandırma
  • banka
  • bebek
  • belarus
  • bisiklet
  • bisikletli kamp
  • blog
  • blogger
  • bolu
  • bosna hersek
  • bursa
  • card
  • couchsurfing
  • çadır
  • çadır kurulumu
  • çalışmak
  • çıldır gölü
  • çin
  • çin seddi
  • çipli pasaport
  • denizli
  • doğa
  • doğu ekspresi
  • dolar
  • dost
  • dünya
  • e-pasaport
  • elazığ
  • en iyi bölgeler
  • erciyes ekspresi
  • erzurum
  • eskişehir
  • etik
  • euro
  • evcil
  • everest
  • festival
  • fırat ekspresi
  • fotoğrafçılık
  • galata kulesi
  • gecelemek
  • gezi
  • glamping
  • gümüşhane
  • güney kurtalan ekspresi
  • gürcistan
  • güvenilir
  • güvenlik
  • harcama
  • hava durumu
  • havaalanı
  • havalimanı
  • hayvan
  • hindistan
  • hostel
  • ısparta
  • iç anadolu
  • ingiltere
  • interrail
  • isic card
  • istanbul
  • iş
  • izmir
  • jet lag
  • kahvaltı
  • kamp
  • kamp alanı
  • kamp amerika
  • kamp eczanesi
  • kamp ekipman
  • kamp matı
  • kamp mutfağı
  • kanada
  • karadağ
  • karadeniz
  • karavan
  • karavan kampı
  • karesi ekspresi
  • karester yaylası
  • kars
  • kars kalesi
  • kart
  • kasım
  • kastamonu
  • kayak
  • kayak merkezleri
  • kayseri
  • kıbrıs
  • kış
  • kızılcahamam
  • kira
  • kocaeli
  • konaklama
  • kosova
  • kredi kartı
  • kutlama
  • küba
  • kültür
  • kütahya
  • macera
  • makedonya
  • malatya
  • maliyet
  • manzara
  • marmara
  • mil
  • miras
  • moldova
  • osmaniye
  • otel
  • outdoor
  • oyun
  • öğrenci
  • pamukkale
  • para
  • pasaport
  • rehber
  • rize
  • rota
  • rüzgar
  • sabahlamak
  • seyahat
  • sırbistan
  • sırt çantası
  • singapur
  • şile
  • tarih
  • tatil
  • tax free
  • tcdd
  • telefon
  • temizlik
  • tırmanma
  • travel
  • tren
  • türk lirası
  • türkiye
  • ucuz
  • uçak
  • ukrayna
  • uluslararası
  • uygulama
  • uyku tulumu
  • uyumak
  • uzungöl
  • ülke
  • üniversite
  • vanlife
  • vatandaşlık
  • verçenik yaylası
  • vergi
  • vietnam
  • visa
  • vize
  • vizesiz ülkeler
  • wordpress
  • work
  • work and travel
  • world
  • yapıt
  • yaz
  • yedigöller
  • yemek
  • yeşil pasaport
  • yeşillik
  • yurtdışı

PGA Head Teaching Professional

Fotoğrafım
erenardaguler
Profilimin tamamını görüntüle

Channels

  • abd
  • adana
  • afrika
  • afyon
  • ağva kilimli koyu
  • airport
  • almanya
  • amerika
  • andorra
  • anı harabeleri
  • ankara
  • antalya
  • apostil
  • app
  • araç
  • arkadaş
  • asya
  • Atatürk
  • avrupa
  • avusturya
  • ayder yaylası
  • balıkesir
  • balkanlar
  • bandırma
  • banka
  • bebek
  • belarus
  • bisiklet
  • bisikletli kamp
  • blog
  • blogger
  • bolu
  • bosna hersek
  • bursa
  • card
  • couchsurfing
  • çadır
  • çadır kurulumu
  • çalışmak
  • çıldır gölü
  • çin
  • çin seddi
  • çipli pasaport
  • denizli
  • doğa
  • doğu ekspresi
  • dolar
  • dost
  • dünya
  • e-pasaport
  • elazığ
  • en iyi bölgeler
  • erciyes ekspresi
  • erzurum
  • eskişehir
  • etik
  • euro
  • evcil
  • everest
  • festival
  • fırat ekspresi
  • fotoğrafçılık
  • galata kulesi
  • gecelemek
  • gezi
  • glamping
  • gümüşhane
  • güney kurtalan ekspresi
  • gürcistan
  • güvenilir
  • güvenlik
  • harcama
  • hava durumu
  • havaalanı
  • havalimanı
  • hayvan
  • hindistan
  • hostel
  • ısparta
  • iç anadolu
  • ingiltere
  • interrail
  • isic card
  • istanbul
  • iş
  • izmir
  • jet lag
  • kahvaltı
  • kamp
  • kamp alanı
  • kamp amerika
  • kamp eczanesi
  • kamp ekipman
  • kamp matı
  • kamp mutfağı
  • kanada
  • karadağ
  • karadeniz
  • karavan
  • karavan kampı
  • karesi ekspresi
  • karester yaylası
  • kars
  • kars kalesi
  • kart
  • kasım
  • kastamonu
  • kayak
  • kayak merkezleri
  • kayseri
  • kıbrıs
  • kış
  • kızılcahamam
  • kira
  • kocaeli
  • konaklama
  • kosova
  • kredi kartı
  • kutlama
  • küba
  • kültür
  • kütahya
  • macera
  • makedonya
  • malatya
  • maliyet
  • manzara
  • marmara
  • mil
  • miras
  • moldova
  • osmaniye
  • otel
  • outdoor
  • oyun
  • öğrenci
  • pamukkale
  • para
  • pasaport
  • rehber
  • rize
  • rota
  • rüzgar
  • sabahlamak
  • seyahat
  • sırbistan
  • sırt çantası
  • singapur
  • şile
  • tarih
  • tatil
  • tax free
  • tcdd
  • telefon
  • temizlik
  • tırmanma
  • travel
  • tren
  • türk lirası
  • türkiye
  • ucuz
  • uçak
  • ukrayna
  • uluslararası
  • uygulama
  • uyku tulumu
  • uyumak
  • uzungöl
  • ülke
  • üniversite
  • vanlife
  • vatandaşlık
  • verçenik yaylası
  • vergi
  • vietnam
  • visa
  • vize
  • vizesiz ülkeler
  • wordpress
  • work
  • work and travel
  • world
  • yapıt
  • yaz
  • yedigöller
  • yemek
  • yeşil pasaport
  • yeşillik
  • yurtdışı

Subscribe To Sarah Bennett Blog

Kayıtlar
Atom
Kayıtlar
Tüm Yorumlar
Atom
Tüm Yorumlar

Slider Widget

5/recent/slider

CATEGORIES

  • abd
  • adana
  • afrika
  • afyon
  • ağva kilimli koyu
  • airport
  • almanya
  • amerika
  • andorra
  • anı harabeleri
  • ankara
  • antalya
  • apostil
  • app
  • araç
  • arkadaş
  • asya
  • Atatürk
  • avrupa
  • avusturya
  • ayder yaylası
  • balıkesir
  • balkanlar
  • bandırma
  • banka
  • bebek
  • belarus
  • bisiklet
  • bisikletli kamp
  • blog
  • blogger
  • bolu
  • bosna hersek
  • bursa
  • card
  • couchsurfing
  • çadır
  • çadır kurulumu
  • çalışmak
  • çıldır gölü
  • çin
  • çin seddi
  • çipli pasaport
  • denizli
  • doğa
  • doğu ekspresi
  • dolar
  • dost
  • dünya
  • e-pasaport
  • elazığ
  • en iyi bölgeler
  • erciyes ekspresi
  • erzurum
  • eskişehir
  • etik
  • euro
  • evcil
  • everest
  • festival
  • fırat ekspresi
  • fotoğrafçılık
  • galata kulesi
  • gecelemek
  • gezi
  • glamping
  • gümüşhane
  • güney kurtalan ekspresi
  • gürcistan
  • güvenilir
  • güvenlik
  • harcama
  • hava durumu
  • havaalanı
  • havalimanı
  • hayvan
  • hindistan
  • hostel
  • ısparta
  • iç anadolu
  • ingiltere
  • interrail
  • isic card
  • istanbul
  • iş
  • izmir
  • jet lag
  • kahvaltı
  • kamp
  • kamp alanı
  • kamp amerika
  • kamp eczanesi
  • kamp ekipman
  • kamp matı
  • kamp mutfağı
  • kanada
  • karadağ
  • karadeniz
  • karavan
  • karavan kampı
  • karesi ekspresi
  • karester yaylası
  • kars
  • kars kalesi
  • kart
  • kasım
  • kastamonu
  • kayak
  • kayak merkezleri
  • kayseri
  • kıbrıs
  • kış
  • kızılcahamam
  • kira
  • kocaeli
  • konaklama
  • kosova
  • kredi kartı
  • kutlama
  • küba
  • kültür
  • kütahya
  • macera
  • makedonya
  • malatya
  • maliyet
  • manzara
  • marmara
  • mil
  • miras
  • moldova
  • osmaniye
  • otel
  • outdoor
  • oyun
  • öğrenci
  • pamukkale
  • para
  • pasaport
  • rehber
  • rize
  • rota
  • rüzgar
  • sabahlamak
  • seyahat
  • sırbistan
  • sırt çantası
  • singapur
  • şile
  • tarih
  • tatil
  • tax free
  • tcdd
  • telefon
  • temizlik
  • tırmanma
  • travel
  • tren
  • türk lirası
  • türkiye
  • ucuz
  • uçak
  • ukrayna
  • uluslararası
  • uygulama
  • uyku tulumu
  • uyumak
  • uzungöl
  • ülke
  • üniversite
  • vanlife
  • vatandaşlık
  • verçenik yaylası
  • vergi
  • vietnam
  • visa
  • vize
  • vizesiz ülkeler
  • wordpress
  • work
  • work and travel
  • world
  • yapıt
  • yaz
  • yedigöller
  • yemek
  • yeşil pasaport
  • yeşillik
  • yurtdışı

Advertisement

Main Ad

Trend Tags

  • abd
  • adana
  • afrika
  • afyon
  • ağva kilimli koyu
  • airport
  • almanya
  • amerika
  • andorra
  • anı harabeleri
  • ankara
  • antalya
  • apostil
  • app
  • araç
  • arkadaş
  • asya
  • Atatürk
  • avrupa
  • avusturya
  • ayder yaylası
  • balıkesir
  • balkanlar
  • bandırma
  • banka
  • bebek
  • belarus
  • bisiklet
  • bisikletli kamp
  • blog
  • blogger
  • bolu
  • bosna hersek
  • bursa
  • card
  • couchsurfing
  • çadır
  • çadır kurulumu
  • çalışmak
  • çıldır gölü
  • çin
  • çin seddi
  • çipli pasaport
  • denizli
  • doğa
  • doğu ekspresi
  • dolar
  • dost
  • dünya
  • e-pasaport
  • elazığ
  • en iyi bölgeler
  • erciyes ekspresi
  • erzurum
  • eskişehir
  • etik
  • euro
  • evcil
  • everest
  • festival
  • fırat ekspresi
  • fotoğrafçılık
  • galata kulesi
  • gecelemek
  • gezi
  • glamping
  • gümüşhane
  • güney kurtalan ekspresi
  • gürcistan
  • güvenilir
  • güvenlik
  • harcama
  • hava durumu
  • havaalanı
  • havalimanı
  • hayvan
  • hindistan
  • hostel
  • ısparta
  • iç anadolu
  • ingiltere
  • interrail
  • isic card
  • istanbul
  • iş
  • izmir
  • jet lag
  • kahvaltı
  • kamp
  • kamp alanı
  • kamp amerika
  • kamp eczanesi
  • kamp ekipman
  • kamp matı
  • kamp mutfağı
  • kanada
  • karadağ
  • karadeniz
  • karavan
  • karavan kampı
  • karesi ekspresi
  • karester yaylası
  • kars
  • kars kalesi
  • kart
  • kasım
  • kastamonu
  • kayak
  • kayak merkezleri
  • kayseri
  • kıbrıs
  • kış
  • kızılcahamam
  • kira
  • kocaeli
  • konaklama
  • kosova
  • kredi kartı
  • kutlama
  • küba
  • kültür
  • kütahya
  • macera
  • makedonya
  • malatya
  • maliyet
  • manzara
  • marmara
  • mil
  • miras
  • moldova
  • osmaniye
  • otel
  • outdoor
  • oyun
  • öğrenci
  • pamukkale
  • para
  • pasaport
  • rehber
  • rize
  • rota
  • rüzgar
  • sabahlamak
  • seyahat
  • sırbistan
  • sırt çantası
  • singapur
  • şile
  • tarih
  • tatil
  • tax free
  • tcdd
  • telefon
  • temizlik
  • tırmanma
  • travel
  • tren
  • türk lirası
  • türkiye
  • ucuz
  • uçak
  • ukrayna
  • uluslararası
  • uygulama
  • uyku tulumu
  • uyumak
  • uzungöl
  • ülke
  • üniversite
  • vanlife
  • vatandaşlık
  • verçenik yaylası
  • vergi
  • vietnam
  • visa
  • vize
  • vizesiz ülkeler
  • wordpress
  • work
  • work and travel
  • world
  • yapıt
  • yaz
  • yedigöller
  • yemek
  • yeşil pasaport
  • yeşillik
  • yurtdışı

Pages

  • EV
  • EV
  • EV

Most Trending

  • "Babam Beni Şah Damarımdan Öptü" - Ozan Önen
       İnsan, babası hayattayken, sanki tüm babalar hayattaymış gibi bir yanılgıya; babası öldüğündeyse sanki sadece kendi babası ölmüş gibi bir...
  • "Kadın Yok Savaşın Yüzünde" - Svetlana Aleksiyeviç
     İnsan savaştan büyük...     Büyük olduğu sahneler akılda kalan. Savaşta insanı yönlendiren bir şey var ki tarihten bile güçlü. Daha derinde...
  • Tolstoy - Polikuşka
     Tam da o sırada Yegor Mihayloviç konağın kapısında gözüktü. Şapkalar art arda başlardan alındı, kâhya yaklaştıkça ortasından, önünden dazla...
  • Rebecca Solnit - Karanlıktaki Umut
      Neden-sonuç ilişkisi tarihin ileri doğru hareket ettiğini varsayar ama tarih bir orduya benzemez. Tarih, yanlamasına seğirten bir yengeç, ...
  • "İpekli Mendil" - Sait Faik Abasıyanık
    Vakit geçiyor. Gün akşama, akşam geceye dönüyor ve bütün bunlara kuşlar şahit, gök şahit, insan şahit. Yaşlanıyoruz. Sait Faik nasıl anlatıy...
  • ŞİMŞİRLİK KAMP ALANI VE ALABALIK TESİSLERİ
    Ulaşım Düzce merkezine, İstanbul yada Ankara'dan otoban yoluyla ulaşmak mümkün. İstanbul - Düzce otoban çıkışı 210 km. Merkeze ulaştığın...
  • UKRAYNA'YA GİTMEK
    ARABA İLE GİTMEK… Mail kutuma yoğun bir şekilde gelen bir diğer soru, Ukrayna’ya araba ile gitmek. Her ne kadar Ukrayna’ya araba ile yolculu...
  • "Pan" - Knut Hamsun
     Üçüncü Demir Gece; olanca gerginlik içinde bir gece. Hiç değilse biraz don olsaydı! Don yerine gündüzün güneşinden kalma bir sıcaklık; ılık...
  • "Şizodüş" - Merve Sevde Selvi
    Akşam oluyor. Şehrin üstüne karanlık inerken daralan göğsümü, dünyanın muhtelif yerlerindeki gün doğumlarını düşünerek geniş tutuyorum. Masa...
  • KAMP MATI NEDİR VE NASIL SEÇİLİR?
    Özellikle uzun süre yürüyerek seyahat ederken yaptığım doğa kampları sırasında karşılaştığım en keyif bozucu durum kamp çadırını kuracak uyg...

Featured Posts

About Me


I could look back at my life and get a good story out of it. It's a picture of somebody trying to figure things out. Great things in business are never done by one person. They’re done by a team of people.

Popular Posts

  • DARIDERE KAMP ALANI
  • Marcel Proust - Lemoine Vakası
  • "Babam Beni Şah Damarımdan Öptü" - Ozan Önen

Advertisement

Designed By OddThemes | Distributed By Blogger Templates