"Cumartesi Yalnızlığı" - Selim İleri


NEFİS İŞKEMBE VE PAÇA SALONU ÜÇÜNCÜ SINIF

   Hiç işkembe yememiştim, kokusundan tiksinirdim. Ama bir gün seninle gideceğimizi, o çok korktuğum çılgın kalabalığa karışıp işkembe içeceğimizi, o tırtık tırtık et parçalarını -seninle olduğu için- beğeniyle geveleyeceğimizi umut ederdim. Belki yağmur yağardı o gün. Islanırdık iyice, başımızdan sular akarak dalardık aşevine, o ekmekleri büyük bölüp az konuşan işçi kasketli erkeklerden de, o çoğu çarşaflı ve hastalıklı sıska kadınlardan da ürkmezdim. Sen yakınımda, güvenilir bir bekçi gibi. Hem her şeyi yenerdim. Her şeyi ardımda bırakırdım. Babası anlayışsız, acımasız gülmüştü; “Geceleri de koynuna bir oldu olacak” demişti. İşten çıkınca sana koşardım, bir çırpıda, sanki bir adımda inerdim yokuşu. Kimseler anlayamazdı sevgimi, Sait Faik duyar yazardı. Onu okurdum sana, dinlerdin karşılara bakıp. Derslerin ağırdı, dert yanardın bazen. “Aldırma” derdim. “Okumayıp bankada mı sürüneceksin?” derdim. Her pazartesi sinemaya giderdik, gişeye eğilir, “Bir şebeke, bir tam” derdin. Sen konuşurken en yalınç sözler bile şiirleşirdi, inan yüreğimde Sait Faik bile susardı. Ama gelsin, bizi tanısın, oraya, o al yaprakların süslediği çardağın altına otursun ve nina sonra, yalnızlıklar, kimsesizlikler gelip çatınca bizim serüvenimizi yazsın isterdim. Film başlasın bir an önce dilerdim. Oyuncuların adları yazılırken, ilk müzik sesi işitilirken coşkulanırdım. Karanlıkta sana bakmaya doyamazdım, o vakit yeşil gözlerinde çakıl taşları gibi küçümen beneklerin kızgın bir güneşe ısındığını sezerdim. Bilemezsin yücelirdim, dağlarca güçlenirdim.
   Geçmişi zorlayınca oturdukları köşkü getirebilirdi ancak gözleri önüne. Şişman, domates burunlu bir adamındı köşk. Bahçeye çıkınca pencerenin ardına geçer süzerdi onu. “Yukarıya gel” demişti bir gün, “tavşanlarım var benim, ak ak.” “Git” demişti annesi de, “amcanın ak ak tavşanlarını gör.” Hep o korkuydu içimi bürüyen, iç sızılarımı iyileştirmeyen. Sinemalarda onun için öyle güçsüz, öyle garip tutardım ellerini. Öbür insanlar bir çirkin gülerlerdi ellerine sarılmış ölgün ellerime bakıp. Kızarırdı yüzüm, korkuyla çekerdim. Sen de güleceksin sanırdım. Kızacaksın belki. Ellerim ellerinde böyle iyiydi, hoştu güzeldi. Anlatamazdım. Şişman adam düşman olmuştu üstelik, çiçekleri koparıyor diye tutturmuştu, gelip gelip dövdürmüştü onu babasına. Birbiri ardına yemişti esrik tokatları, kimi geceler kayışını çözüp vurmuştu babası. Annesi odadan çıkar, dirlik düzenlik bozulacak diye karışmazdı hiçbir şeye. Gülerdi evin sahibi, gitgide artardı kahkahalarının sesi. Bir büyürdü gözbebekleri. Vişne mevsimi de, “Ağaçtaki vişneleri çaldı oğlun” demişti. Oysa bir gün önce kendisinin topladığını anası da, babası da biliyorlardı. Komşunun sümüklü oğlu Cemal yılan atmıştı bir gün önüne, bir gün düşmüş kaşını patlatmıştı, sidikli Necmiye ödevini yırtmıştı bir gün okulda. Var olan acıların tümünü; ikiyüzlülükleri, aldatılmaları, terk edilmeleri, yersiz kötücüllükleri hepten yaşamıştı. Ama bana asıl dokunan, beni asıl yıkan…
   En azından “martı”yı yazmalıydı Sait Faik. Benim güzel, benim ak martımı. Bankaya giderken yol üzerindeki kilisenin çan kulesindeki puta konardı her sabah. İlk dostum oydu benim. Aynı martıydı, çünkü yanılmaz hep aynı puta konardı. Oradan, o yüksekliklerden seyrederdi kenti. Ben oralara varınca birden havalanır, şöyle bir uçar, sonra gene eski yerine tünerdi. Bir günaydındı bu, hemen beremi çıkarırdım ben de. Gülümsemek de isterdim ama; o oralardan göremez nasıl olsa, diye vazgeçerdim. Sonra sen gidince o da yitti. Günlerce dönecek diye bekledim. Bir akşam mutsuzluğuma, özlemime karşı koyamayıp indim deniz kıyısına.


Selim İleri - Cumartesi Yalnızlığı

Everest Yayınları, s.12-14


0 Comments