"Derde Deva Randevu" - Murat Menteş


Papağının Tehdidi

Derman arardım derdime
Derdim bana derman imiş
[NİYÂZÎ-İ MISRÎ, 1618-1693]

Ölüler geri dönebilir, dönmeyebilir de. Fakat sesleri canlı gelir.
[HAROLD BLOOM, Etkilenme Endişesi]

Zaman, varlığın paketlenmesi değil, ebediyet ile alışverişidir.
[EMMANUEL LEVINAS, 1906-1995, Ölüm ve Zaman]

   Evde iki papağanım var: Django ve Mango. Onlara ilk “Çalış” kelimesini ezberlettim. Sabahtan akşama kadar “Çalış!” diye düet yapıyorlar. Ben de çalışıyorum. Okuyor ve yazıyorum yani. Papağanların motive ettiği bir yazardan ne beklersiniz? Fakat iş göründüğü gibi değil. Televizyondan duyduklarıyla kelime hazinelerini genişlettiler. “Çalış! Seni Allah’ın belası!” “Çalış! Lanet olası!” “Çalış! Yoksa beynini dağıtırım!” nevi hakaret ve tehditlerle konsantre olmamı sağlıyorlar. Tabiatın bir mucizesi.
***
   Derde Deva Randevu’yu roman olarak tasarlamıştım ilkin: Zamanda yolculuk eden yaşlıca, yalnız, çaçaron Hafife Alma adlı bir kadın, ansiklopediden rastgele isimler seçiyordu. Hüseyin Rahmi Gürpınar’a gidip “Benim damat da hayırsızın teki çıktı Hüseyin Bey!” diye yakınıyor mesela. Fakat teselli de veriyor: “Gulyabani’ye dil uzatanlar halt etmiş. Hiiiç tasalanmayın. Romanı yüzbinler ayıla bayıla okuyacak. Filminde de en meşhur artistler oynayacak…”
   Yalnız yaşamaktan bunalan Hafife Alma, çene çalmak için tarihî şahsiyetlere musallat olacaktı. Böylece hem dertlerine deva arayacak hem de ziyaret ettiği kişileri kendine mahsus yöntemlerle teselli edecekti. Bugünden tarihe, tarihten bugüne laf taşıyan, ıvır zıvır nakleden başkarakter, işleri karıştıracaktı. Dünyanın çivisini kanırtan, vidaları gevşek bir kadının şamatalı sergüzeşti. Hafife Hanım, harcıalem sorunlarına umulmadık düzeyde çözümler bulurken; filozofların, şairlerin, romancıların buhranlarını şıppadak giderecekti!..
   Yapamadım. Yazamadım yani. Yazarlar böyledir. Yazmakta zorlanırlar. Neden papağanların tehdide varan teşvikine gereksinim duyduğumu anlayın işte.
   Roman, müteveffa yazarlarla sohbetlere dönüştü. Fârâbî’yle, Hacı Bektaş-ı Veli’yle, Bukowski’yle… diyalog kuruyorum. Kuruyor ve kurguluyorum. İyi ama neden ben? Ne hakla? Bu muteber müelliflerle muhataplık mertebesine layık mıyım? Hem sonra, muhayyel buluşmalarda onların eserlerinden alınan sözleri bizzat seçtiğime göre, bu bir diyalog mudur? Nihayetinde kendi görüşlerimle örtüşen, bana makbul, hiç değilse makul görünen ifadeleri yansıtmıyor muyum? Dolayısıyla, bu kitap diyalog görünümlü ‘dolaylı monologlar’ toplamı mı?
***
   Aceleye mahal yok. Tekerleği, icat eden adamın elinden kapıp uçağa takamayız. Elinizdeki kitabın değeri, sizi, daha büyük faydalar temin etmek üzere kimi yazarların eserlerini okumaya azmettirmesiyle belirecektir.
   Kitap okumanın bir nevi randevu olduğu, bu randevunun hemen her zaman bir dertleşme ve / yahut deva arayışı anlamına geldiği kabulüyle hareket ediyorum. Gene de okurun önünde iki yol bulunduğunu söyleyebiliriz: 1] Kendi kanaatlerini pekiştirecek türde eserler okumak. Yani volta atmak veya yerinde saymak. 2] Başka başka düşüncelere açılmak suretiyle, kendini yenilemeye yönelmek; farklı ve mümkünse daha iyi birine dönüşme umuduyla ilerlemek.
   İşin aslı, okumak fikirlerimizi riske atmaktır.
   Alarm! Maazallah, bizi muhitimizdeki kimselerle sıkı dost kılan kırılgan görüşlerimiz darmadağın olabilir. Kişilik kazanayım derken, yapayalnız kalabiliriz. Maksadımız üzüm yemek iken, bağcının ikram ettiği pekmez bizi hayrete yükseltir. [Aydınlanmanın doğası bu: Müjdeleri yıkan bir sürpriz.] Tüm bunların berisinde, neyi dert edeceğimiz konusunda bir bilince ermeye çabalamak lüzumlu sanırım. Yani belki ister istemez, dertsiz başınıza dert açıyorum? Bu da var.
***
   Kitapta, elimden geldiğince, yazarların telakkilerini anlamayı ve aktarmayı gözettim. Beri tarafta, mesela Dostoyevski’nin romanlarından aldığım sözler, sahiden onun kişisel düşünceleri sayılabilir mi? Bu gibi hususlarda hassas ve dengeli bir tutumu korumaya çalıştım. 
   Kendi yorumumu kenarda tutmayı ve yalın sualler yönelten biri konumunda kalmayı seçtim. Zira Derde Deva Randevu’nun amaçları bunu gerektiriyordu: Yazarları ve eserlerini genel hatlarıyla tanıtmak; tecrübeli okura hatırlatmalarda bulunmak; yolun başındaki okurlara kılavuzluk etmek…
***
   Yazarları, kitap üreten uzmanlar, edebiyat teknisyenleri olarak görmüyorum.
   Kendini aşmaya çalışan kişidir yazar. [Okur da hakeza.] Ve onun kişiliği, olanca netliğiyle eserinde görünür. Tuhaf bir şey mi söyledim? Pekala… Neden “Tanpınar okuyorum” deriz mesela? Çünkü biliriz ki insan esasen manevi / mücerret bir varlıktır. Ve Tanpınar’ı cüssesinden, sesinden, kokusundan tanıyamayız. Yazar, eseridir. Dolayısıyla, kanaatimce “Kitap en iyi arkadaştır” sözü, derinlerde bir yerde “Yazar en iyi arkadaştır” manası kazanır.
***
   Evet, yazarları arkadaşım sayarım. Onlarla münasebetimi profesyonelce düzenleyemem. Çağdaşım yazarlarla da dostluğumuza güç katan asıl unsur, onların eserlerinden bana ulaşanlardır zannımca. Peki ya diğerleri? Yani bu dünyadan göçmüş yazarlar? Ya en iyi arkadaşımız, biz onunla tanışmadan ölüp gittiyse?.. Cemal Süreya’yla teatide bulunmak, Orhan Kemal’le hasbıhal etmek, Oğuz Atay’la dertleşmek iyi olurdu sanki?
***
   Demek istediğim, derdin devası belki de aynı derdi üstlenmiş bir kişiyle buluşmakla belirir? Ben de bu umutlu ihtimalin tesiriyle, merhum yazarların nabzını tuttum… Kendimce, payıma düşen mirasın bana gösterdiği canlılığı paylaşıma açıyorum. Böylece uygarlığımızı kurtarıveriyorum işte. Şakaydı. Bana öyle geliyor ki, biriyle hiç mi hiç şakalaşamıyorsanız, ona tam manasıyla saygı da duyamazsınız. “Çağdışı ciddiyet”ten yakamızı sıyıralım da… 
   Size ‘kişisel’ bir kazanç / fayda sunabilmek için ‘ekibi’ toplamaya çalışıyorum. Ola ki siz de Kurt Vonnegut’la, Hacı Bektaş-ı Veli’yle, Nietzsche’yle muhabbeti koyultur, arkadaşlığınızı ilerletirsiniz?
***
   Elinizdeki kitabın içeriğini ben tasarladım. Fakat bu tasarım’ın hayat bulmasında başrol çizer dostum Hakan Karataş’a ait. Hakan, bazı buluşmaları tümüyle çizgi–öyküye dönüştürerek kişileri, mekanları, olayları görünür kıldı. Ve bunu hayranlık uyandırıcı bir ustalıkla yaptı. Bazen de mana yüklü illüstrasyonlarla metinleri taçlandırdı. Onun sanatsal emeği, kitaba göz kamaştırıcı pırıltılar getirdi.

   Fârâbi, Shakespeare, Dostoyevski, Hacı Bektaş-ı Veli, Nietzsche, Hüseyin Rahmi, Agatha Christie, Neşet Ertaş, Kurt Vonnegut, Orhan Veli ve Bukowski… İlk bakışta, bu kişiler arasında, onların aynı kitapta yer almasını anlamsız kılacak büyük farklar olduğu düşünülebilir. 
   Nitekim modern zihin, benzerliklerden ziyade farklılıkları görmeye koşullanmıştır.
   Lewis Carroll bir dergide şöyle yazmış: “Kuzgun ile yazı masası arasında ne gibi bir irtibat olabilir?” Okurlardan biri mektupla şu cevabı yollamış: “Edgar Allan Poe her ikisi üzerinde de çalışmıştır.”
   Elinizdeki kitap -öncelikle- bağ kurma ve bütünleşme eğilimi taşıyan kişilere hitap ediyor.
***
   Edgar Poe ile temas kurayım derken, onun hikayelerinde kabristana dalıp ölüleri rehin alan tabiplerle aynı karakola çekilmek istemem doğrusu. Falanjist filan değilseniz, Derde Deva Randevu’yu dostluk başlatan ikram gibi kabul ediniz.
***
   Kitabı hazırlamak tahminimden uzun sürdü. Bu arada papağanlar dilimizi iyice söktüler. Annemin dinlediği sesli-kitaplardan Shakespeare, Hüseyin Rahmi, Agatha Christie gibi yazarların eserleri hakkında bilgi edindiler. Neşet Ertaş türküleri ve Orhan Veli şiirlerine aşinalık kesbettiler. Onlara Derde Deva Randevu’dan bölümler okudum. “Hiç fena değil!” dediler. Hakan’ın çizgilerini gördüklerinde ise yelkenleri suya indirdiler ve hatta tezahürata başladılar: “Harika! Süper! Muhteşem!”
   “Neden seni olduğundan yakışıklı, kendisini çirkin çiziyor?!” diye çemkirdi Django. “Söylediğine göre, çizerliğin raconu böyleymiş” dedim.
***
   Sahte umutsuzluğun karanlığını veya suni umudun pusunu dağıtacak bir ışık arıyorsanız… Kitabımızın bu arayışta size bir müddet refakat edeceğini umuyorum. Sonunda, o ışık altında birbirimizi daha net görebiliriz. Dilerim, yalnızlık, iki numara büyük bir pelerin gibi ayağımıza takılmasın.

   Murat Menteş, Ocak 2019, Kadıköy



Murat Menteş - Derde Deva Randevu

April Yayıncılık, s.5-6


0 Comments