Melisa Kesmez - Bazen Bahar


Keskin dişleri kemiğime dayanmıştı, durmuyor, kemirmeye devam ediyordu.
   "...seninle de onunla olduğu gibi, içinde bir yerde hep bir açık kapı kaldı, rüzgar çıktıkça çarpıp durdu. Ne içeri yerleşebildim geçen zamanda, ne de o açık kapıdan çıkıp gidebildim. Kendimi yokladım durdum. Masaya yatırdım, kestim biçtim ama bir sonuca varamadım. Seninle de yapamadım."
   Gidiyordu. Bir şair gibi mısralar dizerek hem de. Kendimi önemli mi hissetmeliydim sırf bu yüzden? Bu lirizmi hak edecek ne yapmıştım? Oysa kadınlar âleminde bir noktaydım sadece onun için. Bir durak. Bir kıyı. Bana uğramış, soluklanmış, iyileşmiş, yüzüne gözüne renk gelmiş, tekrar gücünü toplamış ve yola çıkmaya hazırdı. Birazdan hesabı isteyecek, Kalkacaktı masadan. Masalardan hızla kalkan bir adamdı o. Arkasından  bakıp sesini çıkartamayacak olandım bense. "Kal" demeyecektim. "Kal" diyemeyen kadınlardandım ben de. O, "Gel" derse koşardım. Ama demeyecekti bu sefer. Boğazıma balık kılçığı gibi takılıp kalan "Seni özlüyorum" cümlesi yutkundukça canımı yakacaktı. Bir daha göremeyecektim onu. Bir daha uyumayacaktı yanımda. Bir daha kâbuslardan sıçrayıp da uykulu elimi uzatıp bulamayacaktım onunkini ılık yorganın altında. Bendeki kitaplarını ne zaman, nasıl verecektim? Diş fırçasını çöpe mi atacaktım? Buzdolabının üzerine yazıp bıraktığı notu yırtacak mıydım, yoksa şahsi kalp kırıklıkları tarihimin nadide parçalarından biri olarak, her taşınmada başıma bela olan hatıra kutularından birine mi saklayacaktım? Nasıl olacaktı her şey?
   Kendime acımam çok sürmedi, beni dibe vurup ordan dev bir öfkeyle yukarı fırlattı.
   "Yani ben sadece sahneye girdim, seni o kadından kurtardım ve sahneden indim. Rolüm bu kadardı. Öyle mi! Karanlık sahilde önüne fener tutup 'Dikkat et canım, tam şuraya bas şimdi' diyerek seni o çorak adadan gizlice kaçıran biriydim. Kıyına bir gece yanaşıp sana 'Haydi atla' diyendim. O kadar. Ha?"
   İçimde bir şeyler infilak etmişti. Öldürmüyor, süründürüyordu.
   "Üzgünüm" dedi. Tekrar. "Üzgünüm" demek yasaklanmalıydı.
   "Üzgün olman ne büyük kibarlık. Ama... Biliyor musun... Böyle olacağını hiç düşünmemiştim."
   "Bilemezdin."
   "İçimde şehirler yıkılıyordu. Saat kuleleri, yüksek binalar, köprüler, caddeler yerle bir oluyordu tek tek. Büyük bir gürültü ve her şeyi yutan bir toz bulutu. Göktaşı yerküreme çarpmıştı. Felaketin çapını tahmin etmek şimdilik zordu. Sadece çığlıkları işitiyordum. Göz gözü görmüyordu. Kan revan. Gözyaşı.
   Ayağa fırladım. Sandalyem arkaya devrildi. Masadaki kahve fincanlarını elimin tersiyle itip yere attım. Fincanlar tuzla buz oldular ayaklarımın dibinde. Her yere kahve saçıldı.
   "Sen kötü bir hikâyesin!" diye bağırdım. Umrumda değildi civardaki masallar. "Sen bir kadının başına gelebilecek en berbat hikâyesin!"
   Son dediğimi duymadı.
   Çoktan kafenin buğulu camından görünen ıslak sokakta, üşüyüp iyice kamburlamış sırtlarından biri olmuştu. Yanağımı yaslayıp uyuduğum kadife sırt. Şimdi kalabalığın içindeki herhangi bir sırttı.
   Masaya 50 lira bırakmış, kalkıp gitmişti.
   Yere devrilen sadalyeyi kaldırdım. Oturdum. Kafede çıt çıkmıyordu. Tüm masalara derin bir sessizlik çöküştü. Ormanda bir vahşi hayvan sürüsünün ortasında kalmış gibiydim. Vücudumu delip geçen bakışlarını hissedebiliyordum. O bakışları iyi tanıyordum. Bir tanesiyle bile göz göze gelmeye niyetim yoktu.
   Tek tek topuzumdaki tel tokaları çıkardım. Saçlarım kafesinden salınmış güvercinler gibi indi omuzlarımdan aşağı. Masada tek başına kalmış kaşığı alıp arkasındaki yansımada kendime baktım, kızarmış gözlerime, beyaz boynuma.
   Saçlarımı saldığımda kesinlikle daha güzelim.

0 Comments