DENEME BLOGU
  • Home
  • Download
  • Social
  • Features
    • Lifestyle
    • Sports Group
      • Category 1
      • Category 2
      • Category 3
      • Category 4
      • Category 5
    • Sub Menu 3
    • Sub Menu 4
  • Contact Us

Yukarıda da söylediğim üzere uzun bir aradan sonra , yazıya dökülmek denen şey cidden farklı oluyormuş ve insan özlediğini ya da hayatında gerçekten bir şeylerin uzun zamandır eksik kalmış olduğunu fark ediyormuş. Hayatın yoğunluğu, kargaşası, sahip olduğumuz sorumluluklar, yapmak zorunda olduğumuz ve  katlanmak zorunda kaldığımız milyonlarca şey.. Bunların içinde boğulurken, nefes alabildiğimiz o yüzeye çıkmaya çalışırken, aslında hem kendinden hem de gerçekte olduğu kişiden çok uzaklarda bir yerlerde kalabiliyor bazen. Önemli olan insanın o bulunduğu zaman dilimini ,  az bile olsa gerçekten ve içinden gelerek yapmak istedikleri ile doldurmasıdır aslında. Hepimizin hayatında bir takım olaylar dönüyor, hepimiz türlü türlü olaylarla ve durumlarla  mücadele etmeye çalışıyoruz ve bazen bunların altından kalkamadığımızı fark ettiğimiz anda kendimizi daha çok dibe çekiyoruz. Ben yine bugün burada kendime yaptıklarımla ilgili, kendimden çıkardığım sonuçlarla ilgili bir şeyler karalayacağım. (Karalamıştım gerçekten çünkü bunu kağıda yazmıştım oradan geçiriyorum LOL her neyse..) 
             Bazen düşünmeden edemiyorum 'Acaba kendimi bu hale ben mi getirdim? ' diye. Ama sonra ne zaman bir şeyleri kafasına takmayan ve rahat bir insan oldum ki diye kendime sorduğumda cevabını alamadığımda , kendimi bu hale getirenin ben olmadığımı, kendimi bildim bileli böyle olduğumu daha iyi anlıyorum. Hepimiz öyleyiz. Evet, yaşadıklarımız, tecrübelerimiz, hayatımıza giren çıkan insanlar, maddi ve manevi sıkıntılarımız, aile sorunlarımız gibi nedenler bizi değiştirebiliyor, bazen zamanla çok farklı bir insana bile dönüştürebiliyor . Bunlar bile böyle güçlere sahipken ve bu kadar etkiliyorken yine de içimizde bir yerlerde o değişmeyen kısımdan bir parça eksilmiyoruz. Yaşadıklarımız ve yaşattıklarımızdan ötürü kendimizden asla memnun kalmıyoruz. Bu böyle dipsiz bir kuyu gibi yıllar geçtikçe bizi içine çekiyor ve geçen tek şey zaman olurken değişenlerde zamanla biz oluyoruz. "Ben hiçbir zaman yaşadıklarımdan pişman olmadım" diyebilmeli insan. Bu kendi içinde bulunup, kendi parçası olan kötü olaylar için bile geçerlidir. Çünkü bazı şeyleri sadece en kötü zamanda öğrenebilirsin ve bu senin için belki de hayatının sonuna kadar ilerlemeni ve bir şeylere tutunmanı sağlayacak birer parça haline gelir. 21 yaşında bir insan olarak 24 - 25 yaşındaki bir insana göre bile belki de yeri geldiğinde " sen daha ne yaşadın ki? " olursun.. Öyle çünkü.. Bu her zaman böyle olacak diye bir gerçekte tabiki yoktur. Misal 25 yaşında 3 yılda yaşadığı şeyleri , sen 20 yaşında bir ay içerisinde yaşarsın.. İşte o zaman bu "sen daha ne yaşadın ki?" sorusunun taşıdığı anlamı tamamen yitirir. Herkesin kendine göre dertleri, baş etmesi gereken durumları kendi içindedir ve bunu göstermemek , belli etmemek demek bunların olmadığı ya da yaşanmadığı anlamına gelmez. Mutlu görünüyorsan mutlusundur, suratın asıksa mutsuzsundur, kızgınsındır. Bir de gülüyorsan ve mutlu görünüyorsan mutsuzsundur kısmı var.. Orası işte en aydınlığın en karanlığı gibi bir şey.. 
     Gelelim üzüldüğüm bir noktaya ; insanlarla aramızdaki iletişimler günden güne azalırken, gelip kimse kimseye "hiç öyle olur mu ya sana öyle geliyor." demesin.. Kapandık, içimize ve içimizdeki dünyaya günden güne kendi kendimizi iterek kapandık. Çünkü dışarıda tehlike var, çünkü insanlar zararlı, çünkü artık bunu ya da şunu yapamazsın.



Herkesin kendi içinde ve dışında en iyi şekilde duygu ve düşüncelerini ifade ettiği yöntemleri vardır. Kimisi karşısındaki insanla konuşarak daha sıcak hissederken kimisi eline aldığı kalemi o bembeyaz kağıda konuşturarak döker yaşadığı en hararetli duyguları. Benimde çok uzun zamanlardan beri gelen bu yazma ve okuma alışkanlığımla beraber tercihlerim kağıtlar kalemler ve kitaplar yönünde ilerledi. Bu kesinlikle bir asosyal davranış biçimi ya da alışkanlıklar olarak algılanmasın. Çevremdeki çoğu insandan daha sosyal, daha girişken, olaylara daha olumlu yaklaşan ve daha hareketli birisi olduğumu hiç düşünmeden söyleyebilirim. Bu her zaman böyleydi ve böyle olmaya devam ediyor. Yazmak ve okumak insanı dış dünyaya kapatan bir eylem değil tam tersine kapılarını bakışların en güzeline ve duyguların en yoğununa açan bir anahtardır. Gelelim neden buradayım ve burada bunları size anlatıyorum. Paylaşmak dinlemek kadar önemli bir faktördür insan hayatında. Hissettiklerinizi ve yaşadıklarını her yönüyle paylaşmak sizi hayata daha geniş pencereden bakan bir insan haline getirir. Dünyada hepimiz genlerimizden varoluş biçimimize kadar farklı şekillerde var olmuşuzdur. Hepimiz kendimize özgü ve farklı hatlara sahibizdir hayatın her alanında. Bu yüzden paylaşarak, fikir alarak, dinleyerek hayata karşı bir tane pencereniz olacağı yerde binlerce pencere yaratmış olursunuz kendinize ve bu sizi hayatın zor koşullarında dahi ayakta tutacak en büyük şey haline gelecektir. Ben ise bu şekilde size böyle ulaşmak bazı şeyleri bu şekilde paylaşmak istedim. Eminim ki burada belki de tanıdık tanımadık birçok kişiyle karşılıklı konuşmuş kadar olacağım. Hissettiklerimi buradan da hissettirebileceğim. En önemlisi de gerçekten yazmayı okumayı insanoğluna verilmiş en güzel hediyelerden biri olarak gören herkes en içtenliğiyle benim yanımda olacaktır. Nasıl mutlu olursanız öyle yollar yaratın, mesela benim sadece bu klavyede harflere basarak yarattığım mutluluklar gibi..

"ÇILGA CANTÜRK"



Yaşantımın en can alıcı noktalarında üst üste bir sürü olay yaşadım. Eğer bu olayları yaşamasaydım mutlu olduğum bu halime asla gelemezdim diye de her zaman kendime hatırlatmaya devam ettim. İnsan olarak hepimiz farklı noktalardan kırıldık, farklı noktalardan güçlendik ve çoğu şeyle savaştık. Fakat her insana bu savaşma özelliğine sahip olma şansı verilmemiştir. Sizin o hayatı çok güzel dediğiniz insanlar aslında güzelliğini göremeyenler olacaktır hep.Biliyorum ki sizin yaşadıklarınızın az bir parçasını bile görüp yaşasalar sanki dünya yerle bir olmuşta altında bir tek onlar kalmış gibi hissederler. Sizin gücünüzü, sizin çözümlerinizi, sizin dünyaya ve kendinize bir şeyler katışınızı görürken içten içe deliye dönerler. Sakın bunlar sizi rahatsız etmesin. Önünüze sınır koyanlar olacaktır. Aslında kendinizde gram değeri olmayan yüzlerce yorum yapacaklardır.Bunların hiçbiri sizin yaşadıklarınıza ve yaşadıklarınız sayesinde başardıklarınıza bir engel ya da incitme olmasın. İnsanlar her zaman konuşacaklardır.Siz tartıp konuşan ve konuşurken anlamlı kılacak şekilde hareket eden taraf olduğunuz için karşınızdakinin sizden bir şeyler almasını beklemeyin. Ben her zaman en yanlışı kendime ne kattıysam karşımdakine de katmaya çalışarak yaşadığım için yapmışımdır. Fakat doğru insanlara değil aynı zamanda yanlış olanlarına da. Eğer belirli bir olgunluğa gelmişseniz karşınızdaki insanın aslında yanlış mı doğru mu olduğunu kendinize tam olarak kabullendiremeseniz de anlamışsınızdır. Bunu anladıktan sonra her zaman ona göre hareket etmeyi kendimize öğretmek şu hayatta tutunmamız gereken en önemli özelliklerden biridir. Değerlerinize sahip çıkıp, söyledikleriniz ve paylaştıklarınızın kıymetini bilerek başkaları ile paylaşırken belki iki belki üç kez düşünün. Çünkü düşünceleriniz ve yarattıklarınız sizin en büyük hazinenizdir bu hayatta. Onlara olan saygınızı yitirdiğiniz anda sahip olduğunuz her şeye saygınızı yitirmişsiniz demektir. Yaşadıklarınızdan asla pişmanlık duymayın çünkü bu hayatta yaşadığınız ve karşınıza çıkan her şeyin bir sebebi, size olumlu olarak kattığı çok sayıda sonucu var. Keşkeleri bir kenara bıraktığınız anda hayatınızın daha anlamlı şekilde ilerlediğinin her zaman farkına varacaksınız. Bu iyilikten kendinizi mahrum bırakmayın. Sadece olaylar ya da talihsizlikler değil hayatınıza giren ya da iki dakika da olsa karşınıza çıkan insanlar içinde bu her zaman geçerlidir. Sen iyi ya da kötü bununla karşılaştın,  sonu ne olursa olsun, asıl sonucu sana bir ödül aslında. Bir kenara atma, unutma , kendine unutturma. Unutma ki bunları hatırladığın sürece bir şeylere devam edebilesin ve attığın her adımın tadını çıkarabilesin.. Çok klasik ama çok doğrulardan bir alıntı olarak ' Bir şeyi yapmadığın için pişman olacağına yaptığın için pişman ol.' Sen ve senin kişiliğin bu dünyada sana verilmiş en güzel hediye.Bunu hiçbir zaman aklından çıkarma.

"ÇILGA CANTÜRK"



  Yazmanın ve bir şeyler paylaşmanın asla zamanı yoktur diyenlerin başında kesinlikle ben geliyorum. Bazen gün içinde aklıma gelen bir olaydan ya da sadece basit bir kelimeden binlerce şeyi kafamda aynı anda düşünüp üzerinde kafa yorabiliyorum . Ve bunların içinden, o gün içinde bana en çok dokunan ve yakın gelen şeyi, kafamın içinden çıkarıp yazıya aktarıyorum. Bu noktada yazmak aslında bir nevi iç döküş haline geliyor ve geriye dönüp en başından okuduğunuzda aslında yazarken ne kadar kendinizi kaptırdığınızı farkediyorsunuz ve okuduğunuz şey sanki sizi tarafınızdan değil de, sizinle aynı düşünce de ve yapıda olan başka bir insan tarafından yazılmış, sizde onu okuyormuşsunuz gibi hissediyorsunuz. O yüzden kendinize bir iyilik yapmak istiyorsanız, kafanızdaki şeyleri sadece havada bırakmayın. Bırakın kelimeler burada somut hale gelsin, bırakın düşünceleriniz burada anlam bulduktan sonra başka zihinlerde de yer etsin, hatırlansın. Belki burada yazmış ya da paylaşmış olduğunuz bir cümle, bir başka zihinde işe yarar şekilde somut hale gelir ya da güzel bir şeyin parçası olur. 
  Bugün kendimle baş başa kalacak daha fazla zamanım olduğu için kafamı dolduran şeylerin daha da gözümün önünde belirdiğini hissettim ve yine diğer zamanlarda da olduğu gibi bu beni yazmaya sevketti. Zaman zaman kendimle çok fazla konuşurum. İnsanların birbirleri ile konuşarak ve birbirlerini gerçekten anlamaya çalışarak dinlemeleri, belki de dünya üzerinde  çok fazla önem verdiğim şeylerden birisidir. Bunu hayatımın her alanında fazlasıyla uygulamaya çalıştığım ve bunu gerçekten içimden gelerek yaptığım için her zaman daha fazla artı yönünü gördüm. Evet, her insan gibi karşıma beni ne kadar anlatsamda asla anlamayan ve bir adım bile ilerleyemediğim insanlar çıktı. Fakat bunu aşamadığım sürece asla bırakmadım. Bu bir nevi çok istediğniz bir şeyin peşinden giderken, tam zafere ulaşmadan sondaki engelde takılıp, gücünüz yetmediği için değil yeterince çabalamadığınız için vazgeçtiğiniz hayal gibidir. Her zaman sizin içinizde ukde kalır ve  içinizdeki dolmayan her boşluğa yerleşmeye çalışır. Benim için de bu her zaman böyle oldu. Böyle olmanın yararı yanında zararını da gördüm, bunu inkar edemem. Fakat unutma ki; insanlar senin gibi, çevresindeki olgulardan insanlara kadar, hatta en küçük şeylere bile layığına yakışır derecede değer vermiyor. Bu senin özünle alakalı, bu senin hayatta varoluş biçiminle alakalı, sen bu şekilde diğerlerinden ayrıldığın için değer algıların da onlara göre değişiyor. Bunu bir aptallık, salaklık, kaba tabiri ile enayilik olarak görenlerden bende tamamen ayrılıyorum. Evet , yine içimizde bir yerlerde bunun savaşını veriyoruz. Yeri geldiğinde gerçektende aptallık denecek konuma kadar getirildiğimizde kendimize bunu hatırlatıyoruz. Fakat en çok dikkat ettiğim nokta beni yine diğerlerinden ayırıyor. Sadece kafanı biraz toplayıp düşündüğünde, aslında ne kadar da mantıklı geldiğini anladığın binlerce şey dönüyor hayatında, en başında sana çok saçma gelen,  aslında içten içe saçma olmadığını bildiğin ve kendine kanıtlayamadığın şeyler.. Değer vermek, sevgini vermek, belli etmek, göstermek, yanında olmak, karşılığını almadan bir şeylerin peşinden gidip ucundan da olsa yakalamak.. Bak, bunlar sana karşılıksızken ne kadar da boş gelecek. Ne zaman kendi içindeki savaş bitecek biliyor musun? Kabul edemediklerin ve sana saçma gelen doğrular ne zaman seninle olan zıtlığını bir kenara bırakacak biliyor musun? Değer vermek, sevgini vermek, belli etmek, göstermek, yanında olmak, karşılığını almadan bir şeylerin peşinden gidip ucundan da olsa yakalamak.. İşte bunlara baktığında karşılıksız dahi çok güzel olduklarını hiç sorgulamadan düşündüğün zaman.. Hayatta zor gelen şeyleri sıraladığımızda belki de içlerinde bunları karşılıksız şekilde yapmak da gelebilir yeryüzündeki çoğu insana,  hatta çok çok fazla insana.. Bu yüzden bunlara farklı baktığımızda ayrılacağız diğerlerinden. Hayal kırıklığına uğradın biliyorum, içinde yeşeren şeyleri kendin yeşerttiğin gibi kendin koparmak zorunda kaldın biliyorum, attığın her adımda çok yoruldun, gücün bitene kadar hiç durmadın ve sonunda arkana bakıp keşke dursaydım dedin onu da biliyorum.. İnan, bunu öğrendiğin zaman gücünün ne kadar sende kaldığının farkına varacaksın, arkandan çok önüne odaklandığını ve ne kadar huzurlu nefes alabildiğini gördükçe ileriye attığın her adımda daha mutlu olmana kendi kendine izin vereceksin, bunu bir başkası için değil, sadece kendin için yapacaksın. Başkaları için o kadar şeyi yapan sen kendine bunu öğretmeyi zor görmeyeceksin. 
   Ne kadar değerli olduğunu kendine hatırlatmak yapacağın en büyük iyilik ve ötesi yoktur. Birisiyle ilgilendim, birisine yardım ettim, birisinin derdine ortak oldum, birisine içimden geldiği için hediye aldım, birisinin iyiliği için kendi şansımdan ve iyiliğimden vazgeçtim, kendiminkini silemezken birisinin gözyaşını sildim, birisini düşündüm, birisinin her daim yanında oldum; ben bunları o birilerinden çok aslında kendim için yaptım, bunun farkına vardım. Çünkü ben onlara değer verdim, onlar kendileri değer verdirttirmediler. Ben yanlarında oldum, onlar yanında olmamı istedikleri için değil, bunu ben istediğim için yaptım. Çünkü kendi içimden geleni yaptım, olmak istediğim kişi değil olduğum kişi oldum, pişmanlık duymadım çünkü bu her zaman kendime olan saygımı yitirmeme neden olurdu. Hayatımda bana zararı dokunan herkese karşı en büyük cezam onlara aslında ne kadar değerli olduklarını hissettirmem oldu. Bu yine benim içimden gelendi, bana yapılana kızmadım, üzüldüm. Üzülmenin sonunda bazı şeylerin farkına varıp, farklı açılardan bakıp, size kattıklarını görmek varken; öfkenin sonunda sadece boşa geçen kocaman bir zaman ve sabaha kadar sizi uyutmayan bir baş ağrısı var. Çünkü öfkenizi değmeyecek şeylere harcadığınızda ve onları ayıpları ile baş başa bırakmadığınızda yine kendinize olan saygınızı yitirmiş olursunuz. Bu evrende her oluşun bir sebebi var ve buna inanmaya devam etmekten kendimi mahrum bırakamam. Siz kendinize yakışanı yaptığınız sürece varlığınız değer kazanır. Olmak istediğiniz değil, olduğunuz kişi gibi var olduğunuz sürece yaşadığınız zamanın bir anlamı olur.  Öfkelendiğiniz ve içinizden çıkarmadığınız her şey sizin peşinizden gelmeye devam ederek, attığınız her adımda size kendini hatırlatır, onu rahat bırakın. Onu rahat bıraktığınız zaman bakmaya değil görmeye başladığınızı farkedersiniz. İçinizde affedin. Affedin ki yer açın içeri girmeye çalışan güzelliklere, affedin ki hayatınıza girmek isteyen güzel şeyleri onların yanında kalmaya maruz bırakarak haksızlık etmeyin… Ve  teşekkür edin, değerlerinize her zaman teşekkür edin, herkesin sahip olamayacağı ve sizi farklı kılan o değerlere kocaman bir teşekkür borçlu olduğunuzu aklınızdan çıkarmayın..

"ÇILGA CANTÜRK"



MUTLU GEL HUZURLU GEL 21..
6 Ocak 2017 anısına .. İnsan ne kadar sevildiğini ve bu zamana kadar neler yaşamış olduğunu aklının bir köşesinde her zaman saklasa da doğum günlerinde bambaşka duygularla anımsıyor bunların hepsini. Ve benim her bir sonraki yaşımı hayat o günde daha güzel yanları ile çıkarıyor benim karşıma. Çünkü ilerleyen her zamanımda hayatıma anlam katan o kadar güzel olaylar olup, o kadar güzel insanlar giriyor ki , her zaman şükrediyorum. Çocukluğumdan beri beni yaşama tutunmaya zorlayan ve aileme türlü türlü duygular yaşatan bir sürü ve basit olmayan sağlık sorunları ile karşılaştım ve onlarla yaşadım. Zaten 5 buçuk aylık doğmanın da getirdiği şeylerdi bunlar. Her nefesim kesilip öldü sandıklarında dakikalar içinde yeniden hayata tutunuşlarım belki de bu zamana kadar olan gücümün simgesidir. O kadar çok fotoğrafım, diğer büyüklerimden duyduğum o kadar çok anılarım ve yaşadıklarım var ki ; onları her duyuşumda bu kadar zorluğun yanında ne kadar şanslı olduğumu hissediyorum. İlk olarak en büyük şansım bilinçli bir aileye ve çevreye sahip olmaktır bence. O zaman şartlarında, zor koşullar altında çalışıp didinen ve daha liseye başladığında okumak için başka şehire tek başına atılan, ona rağmen asla içinde mutsuzluk barındırmayan ve rahatlık içinde olanlardan kimse olamazken, lise ve üniversite bitirip meslek sahibi olup bu zamana kadar bizden emeğini esirgemeyen annem.. Gençlik yıllarını en güzel şekilde geçirip, çok fazla insan tanıyıp her zamanın koşuluna ayak uydurup, zor şartlar altında çalışıp zorlu askeri koşullara rağmen türlü türlü yer kazanıp , meslek sahibi olup işini hakkıyla yapan ve seven güçlü mü güçlü babam.. Benden hiçbir zaman emeklerini ve sevgilerini esirgemediler. Her konuda kendilerini geri plana atıp hakkımda iyisini de değil en iyisini isteyip bunun için çabaladılar ve hala bunu yapmaktalar. Büyüdükçe sorunlar yaşıyoruz, birbirimizi anlamamaya başlıyoruz, üzülüyoruz, kırılıyoruz belki de çok yorulup yıpranıyoruz ama aslında her daim bazı şeylerin farkındayız. Her ne kadar birbirimizi gerçekten bazen anlayamadığımız dönemlerden geçsek de aslında daha da ilerisinde ne kadar da aynı olduğumuzu, aslında haklılarmış dediğimizi şimdiden anımsıyorum.. Babam sayesinde bir sürü şehir gezdim, bir sürü şehirde yaşadım ve çok farklı insanlarla tanıştım. Bunun benim için her zaman bir ayrıcalık olduğunu bildim çünkü bu beni bir adım önde tuttu. Anlayışımdan insanları tanımama hatta olaylara ve yaşadıklarıma olan bakış açımdan kendime kattığım özelliklere kadar her şeyi bu koşullar bile şekillendirdi diyebilirim. Herkesin sahip olamayacağı ve tadamayacağı bu güzel ama bir o kadar da zor şeyi ben tattım.. Bunun için yine babama minnettarım. Sıkıntılarım olsa bile olduğum yerde nasıl mutlu olmam gerektiğini bildiğim için çevremdeki sıradan insanlardan ''ne bu mutluluk ya bu kadar sıkıntının içinde'' gibi tepkiler aldım hala da almaya devam ediyorum. Fakat kimsenin anlamayacağı , daha doğrusu sadece benzer şeylerden geçenlerin anlayabileceği bir nokta var ki , o da başkalarına zorluk ve hayat şartı diye görünen şeylerin aslında bizimkilerin yanında ne kadar basit kaldığı ve benim gözüme o yüzden gelmediği oldu. Ne yaşarsam yaşayayım güler yüzümü ve iyi niyetimi kimseden esirgemedim , bir insana insan gözüyle baktığım için hep rahattım. Bana değer veren insanlardan vermeyenlerine kadar karanlık taraflarından bile bakıp iyi yüzümü gösterdim ve içimde fesatlık barındıramadım. Evet bu yüzden çok yıpranıyoruz farkındayım ama unutmayın ki bu konuda kendinizi ne yaşarsanız yaşayın değiştiremezsiniz. Çünkü vicdan ve iyi niyet daha siz doğmadan içinize serpiştirilen ve ömür boyu üzerinizde taşıdığınız bir şeydir. Aksi gibi olmaya çalışıp buna kendinizi inandırdığınız zaman sadece rol yapmış olursunuz. Bunu hiçbir zaman yapmadım. Bu yüzdendir ki benim hayatıma zararı dokunan insanların hayatlarında ayaklarına ufak ya da büyük bir şeyler batması, sonra tekrar bana hakkını helal et cümleleri ile dönmesi. Ne kadar şanslıyım şu zamana kadar kendimle ilgili bir kötü söz işitmeyişimden.. Vicdanın rahat olmasının ne demek olduğunu şu dünyada tadabilen o kadar az kişiyiz ki.. 
    İçimde büyüttüğüm bu inanca ve güce sahip olduğum her gün, ne kadar zorluk olursa olsun yeniden doğmaya istekliyim. Bunu ne başkalarının ne de yaşanılanların kırmasına izin vermem, vermedim de. Bu hayatın size sahip olduğunuz en güzel hediye olduğunu sadece ölümlerde anlamayın. Sadece bir şeyler okuduğunuzda ya da şahit olduğunuzda anlamayın. İsyanlarını ve üzüntüleriniz anlık olsun. Ben böyle bir düşünceye sahip olduğum halde en büyük isyanları edip yakınabiliyorum bazen ama önemli olan bunun ne kadar sürdüğü. Bir süre sonra size farkettirdikleri.. Geriye dönüp baktığınızda sadece mutsuzluklarınızı ve zorluklarınızı değil onların size kattıklarını hatırlayın.. 
   Ve son olarak yine bana bu günü ve diğer günlerimi güzel kılan herkese minnettarım. Ben kendimden sonra en önemli unsur olan hayatımdaki insanlarla anlam buluyorum. İyisiyle de kötüsüyle de . Umarım kötüsünden de öteye her zaman daha iyiye, yaşanılabilir bir şekilde devam eder 21 yaşımda ondan sonraki yaşlarımda.. Hepiniz iyiki varsınız.  Mutlu gel huzurlu gel 21 ! :)

"ÇILGA CANTÜRK"


Tutamıyorum.. O içimdeki bazı pişmanlıkları, içimde beslediğim ve beni günden güne kendimi bulmaya ve sana yönelmeye iten o binlerce duyguyu bir yerlere gömmeye çalışsam da, hep bir yerlerde oldukları sürece tamamen üstlerini örtemiyorum. Ben örtsem kalbim örtmez, kalbim örtse aklım örtmez bir isyan alırsa başını.. Getir aklına, güldüklerini acımasızca koparan ağlamalarına kız kızabilirsen, iki gün hissettiğin o huzuru üçüncü günde alan hayal kırıklıklarını at bir kenara umursamadan, yapabilirsen.. Nasıl örtsün insan kalbinden geçip, upuzun bir yol gibi aklına kadar uzanan ve sürekli ayağına takılan o yolu? Yapamazsın. Koşarak kaçamazsın da , aynı yolda yürüyemezsin de, başka yoldan yürümekse; asla. Unutmayın diyorum mesela. Yaşattığı hayal kırıklığını unutmayın, döktürdüğü gözyaşlarını, içten sandığınız her bir sevgi sözcüğünün içindeki harflere kadar, hissedemediğiniz ama tüm kalbinizle inandığınız o cümleleri unutmayın.. Diyorum da , unutuyorum. Ben diyorum, ben unutuyorum. Unutursunuz. Şimdiki aklım olsa bir adım gitmezdim dediğiniz ne varsa, şimdiki aklınızla şuan olsa koşarak gideceğinizi de unutursunuz. Unuttunuz. 
     Kendi başına bir anlam ifade etmeyip, işin içine içimdeki sevgi karışınca, dünyanın en anlamlı şeyi haline gelen her olguyu, her duyguyu paramparça edeni koşarak gözüm kapalı severim. Çünkü öyle yapmazsam mutlu olurum.. Ve mutlu olmak benim en son isteyeceğim şeydir şu kopuk düzende, ağır yüklü ve  itmekle gitmeyen hayatımda. Seni bu kadar gözü kapalı duygusuz ve incitici olmaya iten ne varsa , karşındaki herkesi öyle sanmaya devam edersen, gitmelisin zaten, kalma.. Kocaman dünyan ve sen, sahip oldukların ve sen, hayatını devam ettirmeni sağlayan ne varsa onlar ve sen.. Artı bir sana külfet? Güzel külfet, bende bir tane alabilir miyim?

"ÇILGA CANTÜRK"


BAK

Kocaman ve gri renkleri üzerine yüklemiş bir bulut.. Üstünden gölgesini hiçbir zaman eksik etmeyerek, etrafında dönüp duran koskocaman ve dipsiz karanlıklar..  Şimdi karşında çok önemli bir nokta var göremediğin. O'nun arkasındaki gökyüzün nerede? Ne ara bu kadar toz bulutunu üstüne yükleyip, senin ışık saçan aydınlıklarını kapattı? 
                       Günden güne, inleyerek yok olma hali içinde olan binlerce duygu.. Kimisi bir an önce yok olup gitme derdindeyken ; diğerleri sahip olduğu bütün değerlere tutunup kalma derdinde.. Acıyı bile bile üstüne yürüyenler, kalmaya çalışanlar var. Doğruyu gördüğü halde, oraya yönelmeyip acının elinden tutanlar var. Tutkularına, arzularına, duygularına ve yaşadıklarına sıkı sıkı sarılanlar var. Bak bana , yanlış yaptım. Değer vermeyi yanlış saydıracak hangi güç beni buna alıştırdı? Ben bu kadar verdiğim emekten , değerden, sevgiden, özveriden, neşemden, her şeyimden pişman olmayı istemedim, seçmedim.. En karanlık döneminde, varlığını armağan saydığın bir adamı nasıl olurda kocaman pişmanlıklarla geride bırakırsın? Bırakman lazımsa nasıl yaparsın? Kocaman çelişkiler, hiç dışa vurulamayacak olan iç çekişler, hiç okunamayacak olan mesajlar, belki şiirler , adına kapatılmış milyonlarca kahve , hatırlattığını bile bile altı çizilmiş milyonlarca cümle, sırf  acıtır diye izlenemeyen onlarca film.. 
        Bir kenara atsan mesela hepsini. Önünde capcanlı duran onlarca şeyi toplayıp , en tozlu köşeye kaldırsan? Tamam. Bak orada bir şey var! Merhaba, ben bilinçaltı..
Rüya demeye dilinin varamadıkları, gözünü kapattığında beliren görüntüler, bir anlık esinti ile burnuna gelen koku, başkasından sana ulaşan ve o ses tonunu anımsatan hafif bir mırıltı.. Hoş geldin.. Tekrar başladığın yere döndün.. Hayır, aslında hiç devam etmemiştin.. O yola hiçbir zaman adım atmadın, hiçbir zaman yürümedin, görmedin, denemedin.. Yerinde saydın durdun. Aptalsın. Kızma bana, aptalsın. Zamanını, değerini, emeklerini, arzularını, üzerine kurulu hayallerini, umutlarını kocaman bir çöp haline getiren ve  getirmeye devam eden kocaman bir aptalsın!
         Yoruldun artık, nefes alman lazım. Vazgeçemiyorsun, dönemiyorsun, ilerleyemiyorsun. Hepsi bir kenara, sen her kenardan, her köşeden başlayıp hiç bir yere varamıyorsun.. Bırak. Bak şimdi aynaya; kendine ,  karakterinle bütünleşmiş o yüz hatlarına, gözlerinin arkasında gördüğün ve harekete geçirmeni bekleyen aydınlıklarına bak. Tek tek özür dile onlara ettiğin haksızlıktan, verdiğin zarardan..  "Bak" diyorum ya sürekli, aslında bakma . Gör!
    Kendine dön.. Bak ben kendime döndüğümde buldum başlangıçlarımı ve sonlarımı.. Yürü , arkana bakma demiyorum. Bakacaksın arkana, hislerinin boyutunu göreceksin, verdiğin değerlerin hepsine tek tek minnet edeceksin, zamanından özür dileyip, kayıplarına tecrübe diyerek af dileyeceksin.. Tutacaksın kendi kolundan.. Kaybedecek bir şeyin olmadığının farkına vardığında, boş vereceksin üstüne yüklenmiş onca şeyi...

"ÇILGA CANTÜRK"


Belirli yerlere sakladığım ve bazen yerlerini bile unuttuğum o kadar çok şey buluyorum ki son zamanlarda , kalıcığını korusun ve her istediğimde okuma ve göz atma şansım olsun diye, aynı zamanda paylaşabilmek için buraya aktarmak istedim. Kim bilir bu parça parça yazdıklarıma devam edebilseydim neler çıkaracaktım ortaya, fakat bunları uzun bir aradan sonra okumak bana çok farklı ve güzel geldi.. Belki de yarım kaldığı için bu kadar güzel gelmiştir, bende ister istemez farklı bir etki yarattı anlam veremediğim. Sağa sola karalanmış farklı ve yarım kalmış bir karakterden ufak bir merhaba o zaman size :)


Kaç kere dağılabilir bir insan? Kaç kere dağıldığı parçalardan yeniden toparlanabilir? 21 yıllık hayatının hangi karesine, hangi yollarına, hangi günlerine sığdırabilir yaralarını? Yüzünden hayatı okunan bir insanla tanışma fırsatınız oldu mu hiç?
  Burası benim yeniden doğduğum yer, burası benim gücümü zayıflıklarımdan yarattığım yer. Tutunduğum dallarım olmadığı için kendime yerde bulduğum ince dallardan bir ağaç yarattığım yer..
  
BÖLÜM 1   

  Kış her şey için güzel bir mevsimdir. Çok soğuktur ama sıcaklığı, samimiyeti sevdirir, yakınlaştırır, yazdan bile daha içtendir bazen.. Ben kış sevgisi ile yanıp tutuşurum küçüklüğümden beri. Bu kirli ve samimiyetsiz dünya tarafının, bütün çirkinliğini kış gizler. Daha güzeldir kışın altında dünyanın ve görüntülerin her yönü. Kitaplarım okunurken daha anlamlı, akşam yemekleri daha lezzetli gelir mesela. Tattınız değil mi o sıcaklığı? Tatmadıysanız da bir an önce kış mevsimini iple çekmeyi alışkanlık haline getirmelisiniz.
   22 Kasım sabahı ve ben sabahın erken saatlerinde adeta kurulu bir saat gibi uyanmayı başardım. Yatağın içinde göz kapaklarımı kaldırma uğraşları ve sıcacık yatağıma veda etme zorluğu aşıldıktan sonra kendime büyük bir enerji yükleyerek  yatağımdan kalkıp aynamın karşısına geçtim. Sabahları bunu yapmayı pek sevmiyorum aslında, çünkü kalkıp o aynaya her baktığımda, ölene kadar yatağımın içinden çıkmama düşüncesi bütün vücudumu ve beynimi sarıyordu adeta.
  Tabi ki gidilmesi gereken bir okul ve iş vardı. Aynı zamanda akşamın nasıl olduğunu anlamadan dakikalar içinde sona erecek bir gün.. Ne güzeldir ki beni kararsızlığa düşürüp, zaman kaybı yaratacak bir kıyafet seçimi derdim yok. Siyah ve gri renklerden oluşan bir kaç kısa kollu t-shirt ve iki parça kot pantolon benim rahatlıkla günümü geçirmeme yetiyor da artıyor bile. Her konuda olmasa da bu konuda fazlasıyla rahatıma düşkün olduğumu söyleyebilirim. Bu tarzımdan ötürü de, eminim yolda yanımdan geçen herhangi birisi, ikinci görüşünde beni çok net hatırlayacaktır. Standart bir kız, gri ve siyah t-shirtleri..
  Üstümü hızlıca giyindikten sonra odamdan dışarı çıkıp koşarak mutfağa yöneldim. Beni güzel bir kahvaltı sofrası beklemiyordu ama mutfağa doğru olan koşuşuma birisi şahit olsaydı, eminim içeride ne var diye merak ederek benimle yarışa girip, benden önce ulaşmaya çalışırdı. Her zaman olduğu gibi kendime bir kase dolusu süt ve mısır gevreği hazırladım, daha sonra akşama kadar beni açlık yüzünden ölmekten alıkoyacak, kendi ellerimle hazırladığım atıştırmalıklarımı küçük siyah sırt çantama tıkıştırdım. Bu çantayı ortaokuldan beri severek kullandığımı belirtmeden edemeyeceğim. Teşekkürler baba.. 
  Evden çıt çıkmıyordu. Bu annemin evde olmadığını gösteriyordu. O evde olduğu zamanlar, genellikle içeriden belli belirsiz bir televizyon sesi duyulurdu. Gece geç saatte geldiği için, o saatten sonra ancak televizyon seyrederek uykuya dalabiliyordu. Annemin bu can sıkıcı durumu her ne kadar hoşuma gitmese de, bu duruma kendi kendisini soktuğunu bildiğim için ona sinirlenmeme engel olamıyordum. Bir adam yüzünden, bu her ne kadar resmi ve biyolojik olarak benim babam olsa da, kendini bu hale getirmesine anlam veremiyor ve katlanamıyordum.

"ÇILGA CANTÜRK"



Havanın karanlık tonu en sevdiğimden,  bir o kadar aşık olduğum soğuk esinti ürperterek kollarımda ve yüzümde geziniyor, mum kokusu  rüzgar vurdukça hafif hafif en sevdiğim yoğunluğuyla burnuma geliyor. Karşımda göze batmayan,  her zaman renklerine göre dizdiğim, yaşantımdan parçaları içinde barındıran ahşap kokulu kitaplarımı eski ama güzel asaleti ile taşıyan bir kitaplığım var. Aslında pek sağlam olmayan çivilerle birbirine tutturulmuş raflar. Göründüğü kadar raf, gördüğüm kadar kitaplık, hissettiğim kadar krallık, hazinem.. Bakmayın öyle, aslında biz asosyallik profili çizdik ince ayrıntılarıyla, farkındayım. Bu öyle bir şey değil. Bizimkisi; dünya diyerek içinde yaşadığımız, var olan parçalardan şikayet etmekten çok aslında onu şekillendirenlerin biz olduğuna çoğu şeyden fazla inanmak. Herkesin üzüldüğü şeylere üzülmüyoruz mesela, herkes bizim sevindiklerimize sevinmiyor. Var olanlardan çok var olmayanlar dikkatimizi çekiyor. Bir tane fotoğrafta ya da bir tane şarkıda kendimizi en istediğimiz şekilde görebiliyoruz. Kimisine saçma gelen fikirler, bize hayattaki en güzel anları yaşatıyor. Mesela ben en çok mum ışığında yazmayı, karalamayı, okumayı, dinlemeyi severim, hiçbir şey yapmasam bile sarhoş gibi sağa sola giden ateşin hareketlerine bakıp dinlenmeyi severim. Hepimiz bir yerlerde ayrılıyoruz işte böyle, hoşumuza gidenlerle birlikte. 
    Özgür olup olmadığımızı nasıl anlarız? Ya da gerçekten istenilen özgürlüğe sahibiz de özgürlük bizim anlamını bilmediğimiz farklı bir şey mi? Bunun üzerine tek başıma bile saatlerce konuşabilirim belki de. Nasıl özgürlük alanı kitapları, kalemleri ve kağıtlarından ibaret olan bir insan, kendini o noktada en özgür hissettiğini bilen insan, bu konu hakkında saatlerce konuşabilir ki? Birazcık içsel düşünen kişiler bunu okuduklarında kafalarında bir cevap oluşturabilirler aslında. Bende buradan hepsini duyar gibiyim. Hadi bakalım, zaten sende biraz olsun benden bir parça taşıyorsan, aynı fikir suları içinde yüzüyoruz demektir. Daha fazla anlıyoruz.. Farkında mısınız? İçinden çıkamıyorum. 

 Buradan sonra neden birden hikaye kısmına atlamışım bende anlamadım ama kağıdın devamında burası var (şaşkınım) ; 

   Her genç kızın da  olduğu gibi hayattan sürekli bir beklentim var.  Her gün çoğalan fakat ilk baştakine bile henüz ulaşamadığım beklentiler. İsteklerime kendi çabamla ve kendi gücümle ulaşmak istememde ki hırsım da bunu etkiliyor aslında. Hayattaki en değerli varlığım babama yük olacağım ve erkek kardeşimin daha az şeye sahip olacağı düşüncesi gibi şeyler beni etkilemeye yetiyor da artıyor bile. 
   Babam mutfaktan seslendi : " Yemeğin soğuyor."
Babam, her konuda bir kere bile bize annemin yokluğunu hissettirmemişti. Kaç saat çalışırsa çalışsın, o sanayide ne kadar yorulursa yorulsun, asla bizi mis kokular gelen bir yemek sofrasından mahrum bırakmamıştı. Evde yardım edebildiğim her işe koşuyordum. Bütün işler babamın elindeydi fakat o bir kez olsun bundan şikayet etmemişti. Aksine , zorluk derecesi ne olursa olsun, sanki en sevdiği hobisi ile uğraşıyormuş gibi yapardı her işini.
 Babam yıllar önce, annemin o korkunç kazadaki ölümünden önce, çok ünlü ve başarılı bir mimardı. Herkes o'nun başarılarını konuşur ve parmakla gösterilen bir adam olduğundan bahsederdi. Annemin ölümünden sonra, aşkla yaptığı işini sanki daha önce hiç yapmamış gibi bir anda bıraktı ve bir daha asla bahsetmedi. Şuan ise sadece, sanki yıllardır o sanayide başkalarının işlerini yapan bir işçiymiş gibi kendinden bahsediyor.  
 "Sanırım bugün okulda ilgini çeken bir şey olmadı tatlım. Yoksa bu huzursuzluğun fırsat bulup bir şeyler okuyamamandan mı? " diye sordu babam gülerek.
Konuyu dağıtması için küçük kardeşimin yüzüne bakıyordum fakat o televizyona kitlenmiş bir şekilde gözlerini kırpmadan çizgi film seyrediyordu. Kaşıkla ağzına götürmeye çalıştığı bütün yemekler yerde ve üzerindeydi, her zamanki gibi biz yetişkinler onun umurunda bile değildik.
Sonunda babama bir cevap vermem gerektiğinin farkına vardım.
"Sadece birazcık yorgunum, baba. Kütüphaneye yeni kitaplar geldi ve bu hafta sayımlar önceki haftalara göre çok daha fazla." 


Eveeet! Şunun devamını neden getirmiyorsun, insan kendi yazdığı şeyi merak eder mi ya? Ne düşündün bunu yazarken? Kendimle bunlara bakarak uzun süredir konuşuyorum, yazdıklarımın içinden bir şeyler çıkarmaya çalışıyorum. Ama olsun bazen merakta kalmakta iyidir. :)

"ÇILGA CANTÜRK"



Bir erkeği sevmek ; bir yandan  kadını kadın yapan en anlamlı özellik olurken, öte yandan bir kadını yaşadığı her şeyden çok sınayan bir eylem haline gelir.. Sınayan eylem şiire dökülür , kağıda dökülen cümleler tamamlar kalbinin dile getiremediklerini. Sen yazdıkça içinde büyüyen kocaman dünya, sen sevdikçe hayatını kaplayan kocaman bir örtü haline gelir, usul usul girer kapının arasından hiç belli etmeden rengini..
  Şimdi bir kadına verilen en güzel armağandır kalbine yakışacak bir adamı saklamak, onunla büyümek, onunla attığı her adımı kendine ödül bilmek.. 
Bir adam sevmek istedim kalbimin en derinlerinde, iç sesime kulak veren, gösteremediklerimi gören, kendi içinde onları hissedip nazikçe elini uzatan. Yüreğimi koydum ortaya, emeğimi koydum, sevgimle acımı örttüm sırf yanımda hissedebilmek için her zerresini.. Herkese yanlış gelen o her kelime, o'nun dilinden düşmedikçe en mutlak doğrum haline geldi yaşadığım her günde. 
  Bir adam sevdiğinizde o'nunla birlikte kocaman bir dünya seversiniz, o dünya içinde attığınız her adım hiç bitmesin yaktığınız her ışık hiç sönmesin, o yürüdüğünüz ve her adımında yeni bir şey keşfettiğiniz upuzun yollar hiç son bulmasın istersiniz.. Bir ışık yaktım bir adamın içinde, aydınlık oldum, yol oldum, yolumu buldum. Attığım her adımda bir tane dilek bıraktım, her adımda aynı dilek, her dilekte aynı duygular.. Ağırlığını o an anlamanın mümkünatı yokken bıraktığım dileklerin, gerçekleri görmeyi istedim her zaman. Yürüdüğüm yolun doğruluğundan şaşmadım ya , doğruluktan şaşmadığım her gün, birer sızı bırakmış aslında içimde, sonradan öğrendim.. Bir adamı sevmenin ağırlığını sevgisiyle örtmüş bir kadın gördüm aynada, biraz solgun duruyordu ama gözlerinde o içinde yaktığı ışıktan hep bir parça gördüm.. Bırakmasın istedim, bırakma yürüdüğün o yolu, kopma emeklerinden ve sevginden dedim, dinledi.. Hata yaptığını anlayana kadar dinledi de, yorulduğunu yere düşünce anladığında dayanamadım. Kaldırmaya çalıştım bir yerde , gücümün yettiği yere kadar sımsıkı tuttum kollarından, yükledim omuzlarıma.. Yapamadım.
  Bir adamı sevdi kadın saç telinden parmak uçlarına kadar, bir adama kalbini açtı kadın , kalbinin her bir odasına birer resmini yerleştirdi. Kafasını yastığa her koyduğunda nefes alışını hayal etti, yolda yürürken yanında duruşunu resmetti kafasında.. Her yeni güne uyandığında, her mutlu adımına sebebi olanı düşündü durdu günler günleri kovaladıkça.. Giydiği her parçanın üstünde duruşunu sevdi ilk önce, sonra etrafına bakmak için kafasını her kaldırışında kendisini aradığı gözlerini, gözlerindeki merakı.. Bir meraktı kadına huzur veren, bir adamdı kadına huzuru yakıştıran. Adama kalan bir kadındı da , adam bir kadında kalamadan gitti. Kadının ektiği çiçekleri, yoluna tek tek  yerleştirdiği umutları beraberinde götürüp gitti sonra.. Işık söndü, hiç sonu gelmesin diye hayal ettiği ve o umutların yeşerdiği yol bir anda gözden kayboldu.. Sis örttü yollarını, kocaman bir karanlık çöktü ilk önce açamasa da gözlerini, etrafa tutunarak buldu yolunu bir süre. Ne tutulan zamanın akıntısına kapılabildi ne de aydınlığın geldiği yöne yürüyebildi bir yerde.. Umudunu, inancını yitirdiği adam, bu kadar ışık olmuşken niye şimdi bu kör karanlıktan tökezlemek? Anlam verse yürürdü belki, anlam bulsa yine tutunurdu bir nebze. Tutunamadı ya..
   Belli belirsiz bir aydınlık oldu tozlu topraklı yolun etrafında, adamın içinde giden ışıktan farklıydı ya bu da hani biraz puslu, biraz sönük. Yine de daha iyi görebildi önünü, sevindi. Yürüdü durdu, eskisinden daha rahat görebildiğine , daha rahat yürüyebildiğine sevindi belli belirsiz. Sonra geçti.. 
Sevindiği şeylere alıştı, alıştığı zaman ise; aydınlıkta kayboldu. Adamın karanlığında boğulan kadındı o, adamın aydınlığında yeşeren, yaralandığı dizlerinden öpülesi kadın.. Sevdiği kadar sevilemedi diye düştüğü yerlerden yeniden kalkan, kırıldığı yerlerden yeniden çiçek açan sevilesi kadın.. Şimdi sen yeşert bu yolları, şimdi kendin ol , kendi yarattığın yolda kendine armağan ettiğin çiçekleri ser önüne.. Sensin bu yola baş koyan, sevgisini sırtında taşıyan, yükle şimdi tüm değerlerini omuzlarına, sensin yine sana ışık tutan..

"ÇILGA CANTÜRK"



Bu adada yirmi üç yılı devirmiştim, bu yere ve hayat tarzına o kadar alışmıştım ki vahşilerin bu yere gelip beni rahatsız etmeyeceklerinden kesinkes emin olabilseydim, zamanımın geri kalanını orada, hatta son âna, mağaradaki teke gibi elden ayaktan düşene kadar orada geçirmeye razı gelirdim. Ayrıca kendime zamanımı eskisine göre çok daha hoş geçirmemi sağlayan birtakım küçük eğlenceler ve meşgaleler de bulmuştum; bir defa, daha önce belirtildiği üzere, Poll’uma konuşmayı öğretmiştim ve o kadar rahat, anlaşılır, tane tane konuşuyordu ki çok hoşuma gidiyordu; zaten benimle birlikte en az yirmi altı yıl yaşadı. Sonrasında daha ne kadar yaşadı bilmiyorum, ama Brezilya’da papağanların yüz yıl yaşadığına inanıldığını duymuştum; belki de zavallı Poll hâlâ orada hayattadır ve Zavallı Robin Crusoe deyip duruyordur. Dilerim hiçbir İngiliz buraya gelip de onu işitmek gibi bir kara talihle karşılaşmaz; ama olursa da, onu iblis sanacağı kesindir. Köpeğim en az on altı yıl boyunca bana güzel bir can yoldaşı olmuş, sonra yaşlılıktan ölmüştü; kedilerime gelince, o kadar çoğalmışlardı ki ilk başta beni ve neyim var neyim yoksa hepsini yemesinler diye bazılarını vurmak zorunda kalmıştım; ardından, yanımda getirdiğim iki yaşlı kedi gidince ve sürekli kendimden uzaklaştırıp bir gıdım ekmek bile vermeyince, zaten evcilleştirdiğim ve ailemin birer ferdi olan iki-üç gözdem hariç hepsi ormanlığa kaçtı, ama yeni doğan yavrularını her zaman boğuyordum. Bunlar dışında, her zaman iki-üç oğlak besliyordum, onlara elimden yem yemeyi öğretmiştim; ayrıca çok iyi konuşan iki papağanım vardı, ikisi de Robin Crusoe diyebiliyordu ama ikisi de ilk papağanımın eline su dökemezdi; zaten bunlara ilkinde olduğu kadar emek harcamamıştım. Adlarını bilmediğim iki deniz kuşum vardı, kıyıda yakalayıp kanatlarını koparmıştım ve kale duvarım için diktiğim küçük kazıklar şimdiki gibi çok sıkı bir koru haline gelmeden önce, bu kuşlar bu küçük ağaçların arasında yaşar, orada ürerlerdi, bu da benim hoşuma gidiyordu. Dolayısıyla vahşilerin dehşetinden korunabildiğim ölçüde, yukarıda dediğim gibi, yaşadığım hayattan çok memnun bir hale gelmiştim. Ama yazılan başkaymış ve benim bu hikâyemle karşılaşacak olan herkesin buradan şu gerekli dersi çıkarması menfaat icabıdır: Yaşamlarımızın seyri içinde, en fazla kaçıp kurtulmaya çalıştığımız ve başımıza geldiğinde en çok canımızı yakan kötülük, çoğu zaman kurtuluşumuzun bizatihi aracıdır ya da kurtuluşumuza açılan kapıdır ve ancak onun sayesinde bu belayı atlatabiliriz. Kendi acayip hayatımdan buna dair birçok örnek verebilirim, ama bu açıdan, adadaki yalnız yaşamımın son yıllarındaki koşullarım kadar kaydadeğer olanını bulamam.


Gelişinizi hatırlarım. Kemikleri iri iri fırlamış beygirli Resim'in dağınık arabasıyla.
   Sen küçüktün o zaman. Sağında leğen, elinde kanarya kafesi vardır. Sen de diğer eşyalar gibi arabadaydın. Arabadaki eşyalardan biri gibi.
   Ben penceredeydim, ikmal imtihanlarına çalışmada güya.
   Sen bilmezsin. Alev alevdi saçların o zaman.
   Hani bir dere akardı evler arasından.. hani sana renkli çakıllar buluverdiğim bülbüllü dere.
   Hani kanaryanız bülbül gibi ötmesini
   Hani sen sevmesini öğrendiğin seneler.
   Hani dört mevsimden dört başka hazla.
   Hani dört mevsimde dörtyüz oyunla yaklaştığımız, doğru dürüst ne yaptığımızı bilmezken kucaklaştığımız seneler.
   Bilyalar, gazoz kapaklarım, uçurtmalar,
   Senin,
   "Sus Allasen sus" diye yalvardığın anlar, taş bebeğinin -olur olmaz saatlerde- uyumak ihtiyacıyla kıvrandığını hissettiğin anlar.
   Sen küçüktün "Hatırlamazsın". 
   Hani güzel yüzünü çepçevre ihata ediveren analık duygusu.
   Atı o ata benzeyen, arabası biraz değişik bir araba.
   Hatırlarsın.
   Sen büyümüştün.
   Hatırlarsın, ders çalışıyordum pencerede güya.
   Ateş ateşti saçların,
   Ateş ateşti gözlerinden fışkıran ziya.
   Ve büyümüştün "Hatırlarsın".
   Geldiği gibi gitmemişti araba.


Kısa zamanda F'yi seviyorum; kolunun üzerini gevşekçe saran giysisinden, tabağıma yahni koyarken ileriye uzanışından hoşlanıyorum.

Uzun boylu çocukları, onların rahat unutkanlıklarını da seviyorum. H'yi çok fazla sevmemeye dikkat ediyorum.

O'yu istediğim kadar çok sevebilirim, sahilde kollarını sallayarak yürümesini ve bebeklerimizin onun kalçalarına tünemelerini. Her biri bir kalçasına.

Z kalbime bir şey yapmış gibi görünüyor. Onu gevşetmiş gibi. İçinde bir boşluk açmış gibi.

***

Z ve C küvetin içinde oturuyorlar, ciltleri ayna gibi bizi yansıtıyor. Musluklar damlatıyor. Günlerden pazar sanki.

Z ve C oturuyorlar ve biz de düşmesinler diye kolluyoruz. Ellerini çırpıyor, ucu ucuna ıskalıyorlar. Geriye kaykılıyorlar. Onları yakalıyoruz. 

Buharlı camların ardında ada devam ediyor, ağaçları esintide kabarıyor, rüzgâr aldırmadan tepemizde girdap yapıyor. 

Her tarafta tahribat var. Yüzlerce ya da binlerce yıl öncesinden başka kaçakların kalıntıları, diyor H. Keşiler, münzeviler, saçlarında arılar uçuşan vahşi adamlar.

Artık neredeyse kesinlikle boş, diye anlatıyor H. Ne olur ne olmaz, fazla uzağa gitmiyoruz.

***

Çok uzaklarda ve denizlerin altında kalan bir kitaptan eski bir öğüt, onlar uyuyunca uyuyun diyordu.

Ama Z uyur uyumaz ve kapıyı kapar kapamaz hayatta daha önce hiç olmadığım kadar uyanığım.

Beyaz duvarlarda bir cana yakınlık, üzerlerinde yüz desenleri  ve her gün artan başka şekiller var. Yatağımıza yakın bir yerde yaşlı bir kadın duruyor. Sanki sakalları var. 

Boyanın dokusunda R'yi bulabilir miyim acaba diye düşünüyorum. Ya da bu şekilde ona bize doğru gelen bir yol çizebilir miyim diye.

Onun yüzünü görmeye çalıştığımda kafamda canlanan tek şey geceleri kel kafasını boynuma yaslayan Z. Orada bir yerde R'yi özleyip özlemediğini merak ediyorum.

Sinir hücreleri arasındaki iletişim elektriksel mesajdır, değil mi? Kuzey ışıkları gibi renk patlamaları ya da kilometrelerce aşağıda ve tam da içimizde yüzen derin deniz yaratıklarıdır.

***

Gece hızla geçiyor ve bizler ağlayıp sızlanarak onu yitiriyoruz. İşte herkesin kaderden uzak yaşadığı yer, doğru dönemeç burası.

***

Kendimi ufak bir bezle örtüp sonra yeniden ortaya çıkarınca tabii ki hoşuma gidiyor.

Annemin ortaya çıktığı zamanki gibi. Onun annesinin de yaptığı gibi.

Bir şeyin yeniden geri geleceğini açığa çıkması. Yeniden. Ve yeniden.

***

Burada gerçekten bir şeyler yetiştiriyoruz. Yere tohumlar koyuyoruz ve büyüyorlar. Bazen. Rüzgâr kuvvetli ve toprak etkileyici bir şey. Fazlasıyla etkileyici.

Elektrik yok ama eski sihir var - tahta, fitil ve kıvılcım, her boyda alev.

Musluk dönüp dursa da bir şey akmıyor, ama çocuk tekerlemelerindeki gibi ip ve kuyusu olan bir kuyu var. 

***

Sabah uyandığım zaman nerede olduğumu bilmiyorum.

Bedenime hiçbir şey ifade etmiyor. Neresi olduğu artık sorun değil sanki.

***

Evden bir kilim alıp Z'yi üzerine koyuyorum. Olaya doğru bizden hızla uzaklaşan gökyüzünün altında, engebeli arazide oturuyoruz. 

Görünüşe göre olaysızlığa ulaşmışız: Z'nin bedeninin görünmez bir şekilde büyümesine, topraktan gelen yemeğimizin azar azar artışına.

***

Bir gece H eski bir radyoyu çalıştırmayı başarıyor. Sevişme sonrası açık saçık bir hışırtı gibi parazit sesi duyuyoruz. Başlangıçtan geriye ne kaldıysa, diye duymuştum bir seferinde.

Anakara alevler içinde, diyorlar onca kelimeyle. Su baskınından sonra yangın. Öyküyü takip edemiyorum. Unutuyorum.

Üstüm bebeklerle kaplı. C ve Z'nin ikisi de üzerimde uyuyorlar. Her şeyi bir kenara, O örgü örüyor. Mumlar zayıflayıp fısıldayarak sönüyor. Uzun boylu çocuklar yataklarındalar.

O ve ben kocalarımızın bir salda ya da başka bir adada beraber oldukarını hayal etmeyi seviyoruz.


Bilirsiniz, hepimiz yaparız bunu. Zamanın nasıl akıp gittiğini fark etmemek için kafamızı başka şeylere veririz. İşimize gömülürüz. Domates fidelerimizi küften korumakla uğraşırız. Benzin depolarımızı ve metro kartlarımızı doldurup bakkal alışverişimizi yapar, böylelikle her geçen haftayı birbirinden farksız kılarız. Bir gün bir de bakarsınız, bebeğiniz yetişkin olmuş. Aynaya bakıp saçınıza aklar düştüğünü görürsünüz. Geriye, şimdiye dek yaşadığınızdan daha kısa bir ömrünüz kaldığını. Ve içinizden şöyle dersiniz: Nasıl böyle çabuk geçti? İlk içkimi içtiğim gün, onun altını bezlediğim günler, gençlik günlerim daha dün gibi.

Ve bu gerçek kafanıza dank ettiğinde, hesaplamaya başlarsınız. Ne kadar vaktim kalmıştır acaba? O kısacık aralığa daha ne kadar şey sığdırabilirim?

Sanırım bazılarımız bu farkındalıkla yolunu çiziyor. Tibet seyahatine çıkıyor, heykel yontmayı öğreniyor, yamaç paraşütü yapıyor. Sona çok yaklaştığını görmezden gelmeye çalışıyor.

Kimimiz ise sadece benzin depomuzu ve metro kartımızı doldurmak ve market alışverişini yapmakla yetiniyoruz, çünkü yalnızca önünde uzanan patikayı görebildiğinde yolun tehlikelerine kafanı takmazsın.



Kimimiz asla öğrenmez.

Kimimiz erken öğrenir.


  Korkuyorum. Pencereler kapalı, evin dış kapısı, odaların kapıları kapalı. Buraya kadar gelemezler, biliyorum. Yine de korkuyorum. Perdeyi açınca göreceğim karartılardan, karanlık, homurdanan, salyalar akıtan yüzlerinden, ileri geri uzattıkları, aniden koştukları bacaklarından, salyaların gerisindeki kocaman dişlerinden.
   Korkmak çok garip bir his. Göğüs kafesimde bir yanma hissediyorum önce. Yanma aşağılara doğru inerken koltuk altlarım terliyor. Kendime acımaya başlıyorum; o kadar üzülüyorum ki kendim için, sırtımı sıvazlayıp başımı omzuma yaslamak geliyor içimden. Tüm bunlar olurken, onlar izliyorlar beni. Bacakları üzerinde yaylanarak, kızgın homurtular çıkararak. Bazen birbirlerine sürtünerek ya da birbirlerinin etrafında gezinerek. Ben onların bütün bu davranışlarının bir adım ötesini kafamda canlandırıp duruyorum bu sırada. Birbirlerine sürtünürken gerilimin arttığını, artan gerilimin bana doğru koşmalarını tetiklediğini, bacağıma yaklaşan ağızları, dişleri... Bunları düşünürken koşma isteğiyle doluyorum ama koşma fikrini akıllarına düşürmek istemiyorum. Bu yüzden korkumu belli etmemeye çalışarak, onlara bakmadan ama onları görerek, onların da beni izlediğini bilerek belirli bir hızın üzerine çıkarmamaya çalıştığım adımlarımı sayıyorum; okuldan eve bin dört yüz adım. Adımlar bitip de kapıyı kapattığımda ve kapandığından emin olmak için kilitlediğimde, evin girişindeki holde ucu ıslanmış çoraplarımla göz göze geliyor ve az önceki durumu bir daha yaşamamak için bir şey yapmaya karar veriyorum.
   Geçenlerde elektrik saatini okumaya gelen gençten bir çocuk "Abi," dedi, "bunlara dikkat et ha, kuduz muduz olur, allah korusun." Okuldan Ali Hoca'ya anlattım. "Olur mu hocam, aşılıdır onlar. Belediye aşılayıp, kısırlaştırıp salıyordur onları," dedi. "Onlar da başka yer yokmuş gibi, benim evin aşağısındaki arsada geziniyorlar," dedim. Güldü. "Korkuyor musun yoksa, korkma canım, bir şey yapmazlar." Senin yanındayken korkmuyorum, dedim. İçimden.
   Siyah, çirkin suratlı, uzun bacaklı olanı ağababaları gibi dolaşıyor aralarında. Rüyama giriyor. Son günlerde daha sık. Yatağımda sırtüstü uzanıyorum, ayaklarımdan başlıyor yemeye. Acı falan yok, kan bile akmıyor. Vücudum kemiksiz sanki, yumuşak bir sakız gibiyim. Sakin sakin yiyor beni, gittikçe ılıklaşıp eriyorum. Birden aklıma bu durumdan korkmam gerektiği geliyor, çişim gelerek uyanıyorum. Korku, endişeyle birleşip tavandan dönerek iniyor bana doğru, rahatlamak için aldığım her derin nefeste ağzımdan burnumdan girip göğüs kafesime yerleşiyor. Kara bir duman gibi hayal ediyorum onu, korkuyu. Yanlarından geçerken, her nefes alıp verişimde soğuk havayla birleşip çıkıyor ağzımdan. Ağzımdan çıkan dumanın korku olduğunu anlayacaklar diye ödüm kopuyor. Onlar anlarmış.


IV. HENRI DE RÊGNIER

   Elması pek de sevmem. Güzel görünmüyor. İnsanın yüzünde bıraktığı o küçük güzellik, etkisindense daha çok yansımasındandır. Ne zümrüdün okyanus berraklığı ne de safirin sonsuz maviliği vardır onda. Elmastansa topazın sisli parıltısını ve tüm o opallerin alacakaranlık büyüsünü tercih ederim. Simgesel ve iki yönlüdürler. Ay ışığının bir yönü gökkuşağı gibi renkliyken, diğer yönü gün batımının pembe ve yeşil ışıltılarıyla kırmızıya çalan bir renkte görünür. Bizler renklerin bize gösterdiklerinden dolayı değil, bizler renklerin bize kurdurduğu hayallerden dolayı etkileniriz. Kendi kaderi dışında kendisinden öte hiçbir şeyle karşılaşmayan birisi öteki ciddi yüzünü gösterir.
   
   Hermas'ın beni götürdüğü şehirde böylelerinden çok vardı. Yaşadığımız ev, sağladığı konfordan ziyade daha çok konumunun güzelliğinden dolayı değerliydi. Orada, mülklerin dekorasyonunun planlanmasındansa ufuk görünümü daha da itinayla düzenlenirdi. Orada uyumaktansa dalıp gitmek daha güzeldir. Rahat olunacak bir yerden ziyade resmedilmeye değer bir yerdi. Gün boyunca sıcaktan bunalan tavus kuşlarının kaçınılmaz olan alaycı bağırtıları tüm gece boyunca duyulurdu. Aslında bakılırsa, bu bağırtılar orayı uyumaktansa tam dalıp gitmelik bir yer yapıyordu. Zillerin sesi, insanı sabah boyunca uyumaktan ve her ne kadar daha sonraki uyku erken saatte tamamen uyumamaktan kaynaklı yorgunluğu en azından belli bir dereceye kadar giderse de, insanın gün ışığı öncesinde gerçekten keyfini aldığı uykudan mahrum bırakıyordu. Saatini çanların duyurduğu törenlerin görkemi, bir kimsenin uyuması gerektiği, istediği takdirde daha sonra ilerleyen saatlerde uyumaktan yararlanması gerektiği bir saatte uyandırılmanın verdiği kızgınlığı telafi etmekte zayıf kalıyordu. O zamanlar yapılacak tek şey ise o çarşafı ve tüylü yastığı bırakıp evin içerisinde gezinmekti. Aslına bakılırsa biraz da olsa cazibesi olsa da bu girişim tehlikeliydi de. Tehlikeli olsa da zevkliydi. Bir kimse maceraya koşmaktansa onun zevkinden vazgeçmeyi tercih eder. M. de Séryeuse'nin adalardan getirdiği parke döşemeler; çok renkli ve bağlantısız, kaygan ve geometrikti. Mozaikleri parlak ve düzensizdi. Burada büyütülen ve orada parçalanan tahta zemindense, şimdi kırmızı-siyah olan baklava dilimi biçimi çok daha hoş bir görüntü sunuyordu ve isabetli bir yürüyüşü gerektiren adım gerektiriyordu.

   Birisinin avluda yapacağı yürüyüşün albenisi, o kadar riskli olduğundan dolayı değildi. Öğlenleri birisi orada gezinebilirdi. Güneş kaldırımı ısıtırdı ya da damlardan yağmur damlaları düşerdi. Bazen rüzgâr hava okunu gıcırdatırdı. Devasa ve bakır pasla kaplı kapının önünde heykeli yapılmış Hermes, kadüsenin şeklini tasarladığı bir tasavvurunu yansıtıyordu. Yakınlardaki ağaçlardaki solmuş yapraklar, topuklarına kadar dönerek düştü ve mermerden kanatların üzerine altın kanatlar istiflenirdi. Adak olarak verilen güvercinler alınlığın geniş kısmında veya başkemer nişlerinde tünemeye gelirdi ve genelde yaprağa benzeyen gri, sönük renkli tüylerini düşürürlerdi.


 Değişmez yol izlenmektedir. Önceden ayarlanmış hareketlerle. 
   Kusursuz biçimde ayarlanmış olan düzenek, en ufak beklenmedik bir olaya bile yer vermez. Metni izlemek, cümle cümle ezbere okumak gerek yalnız ve de kelam tamamlanacak ve şerit şerit bezlere sarılı Lazarus mezarından çıkacak...
   Buyruğu yerine getirmek için böyle gizli gizli ilerleyen kişinin yüreğinde ne kuşku ne de korku yatar. Kendi bedeninin ağırlığını bile hissetmez artık. Papazın adımları gibi sessizdir adımları; halıların ve döşeme taşlarının üstünde kayarlar, aynı derecede düzenli, aynı derecede kişiliksiz, aynı derecede kararlı. 
   İki nokta arasındaki en kısa yol doğru çizgidir. 
   ...okyanusların yüzeyinde en ufak bir kıpırtı bile yaratmayacak kadar hafif adımlar. Bu evin merdiveninin yirmi bir basamağı var, iki nokta arasındaki en kısa yol... okyanusların yüzeyi... 
   Bu kadar berrak olan su bulanır birden. Yasa tarafından belirlenmiş bu dekor içinde, sağda da solda da tek bir parmak toprak bile olmadan, tek bir saniye bile göz kırpmadan, dur durak bilmeden, geriye dönüp bakmadan, bir cümlenin tam ortasında birden durur oyuncu... Her akşam oynadığı bu rolü ezbere bilir; ama bugün daha öteye gitmeyi reddeder. Çevresindeki öteki kişiler, bir kol havada ya da bir bacak hafifçe kırık donup kalırlar. Müzisyenlerin başladığı tempo ebedileşir... Bir şeyler yapmak gerekir şimdi, hemen ağza gelen sözler, oyun metninde yer almayan sözcükler söylemek gerekir... Ama her akşam olduğu gibi, başlanılan cümle, öngörüldüğü biçimde sonuçlanır, kol düşer, bacak hareketini tamamlar. Orkestraysa kendisine ayrılan çukurda hep aynı şevkle çalmaya devam eder. 
   Merdiven yirmi bir tane ahşap basamak ile bunlardan hissedilir derecede daha geniş, beyaz taş bir basamaktan oluşur. Topuz yerine üç çıngıraklı başlık takılı bir soytarı kafası yerleştirilmiş, karmaşık bezemelerle işli bakır bir sütun bu beyaz taş basamağın açıkta kalan yuvarlatılmış ucuna konulmuştur. Daha yukarda, kalın ve cilalı ahşaptan yapılma korkuluk, aşağı tarafı hafifçe şişkin, tornadan çıkma çubuklar tarafından taşınır. Merdiven, kenarları nar kırmızı çizgili, gri bir halıyla kaplıdır; aynı halı girişteki hole doğru uzanıp giriş kapısına kadar olan her yeri kaplar. 
   Bu halının rengi ile bakır topuz Bona'nın betimlemesinde yer almamıştır. 
   Attığı adımların her birinin ağırlığını düşünen başka biri tam da burada ...
   On altıncı basamağın tam üstünde, göz yüksekliğine küçük bir tablo asılmıştır. Fırtınalı bir geceyi gösteren romantik bir peyzajdır bu: bir şimşek bir kulenin yıkıntılarını aydınlatmaktadır; kulenin hemen dibinde yere uzanmış iki adam görü, etraftaki gürültüye rağmen uyuyakalmışlar; yoksa yıldırım mı çarpmış? Belki de kulenin tepesinden düşmüşler. Resmin çerçevesi altın yaldızla kaplı oymalı ahşaptan; bütün hepsi epey eski zaman işi gibi duruyor. Bona söz etmedi bu tablodan. 
   Sahanlık. Sağda kapı. Çalışma odası. Tam da Bona'nın be­timlediği gibi, belki biraz daha dar ve karışık: kitaplar, her yanda kitaplar, duvarları kaplayan kitapların nerdeyse tümü de yeşil deri ciltli, ötekiler, karton ciltli olanlar ise özenle yığılmış şöminenin üstüne, bir sehpanın üstüne, hatta doğrudan doğruya yere bile yığılmış; masanın köşesine, deri kaplı iki koltuğun üstüne rastgele konulmuş olanlar da var. Koyu renkli meşe ağacından yapılma uzun ve anıtsal masa odanın geri kalanını kaplar. Masanın üstü kâğıt ve dosyalarla kaplı; odanın tam or­tasına konulmuş abajurlu koca lamba sönük. Tavanda karpuzun içinde tek bir ampul parlar. 
   Garinati masayla kapı arasında kalan yeşil halı kaplı küçük boş alandan (orada yer döşemesi gıcırdar) geçmek yerine koltuğun arkasından dolaşır, sehpa ile üst üste konulmuş kitaplar arasından kıvrılır ve masaya öbür taraftan ulaşır. 
   "Masanın arkasında durup, önündeki iskemlenin sırtlığını iki elinle kavrayıp kapının ve odadaki tüm nesnelerin konumunu kaydedeceksin aklına. Zamanın olacak: Dupont saat yedi­buçuktan önce çıkmaz yukarı. Her şeyden kesinlikle emin olduğunda gidip tavandaki ışığı söndüreceksin. Elektrik düğmesi girişte, kapı pervazının hemen yanındadır; duvara doğru çevirmek gerekir, öteki tarafa çevirirsen fazladan iki ampul daha yakmış olursun. Sonra gene aynı yoldan geri gelip iskemlenin arkasına yerleşeceksin, kesinlikle önceki gibi duracaksın gene. Ateşe hazır durumdaki tabancayı sağ elinde tutup gözlerin kapının bulunduğu yere dönük bekleyeceksin. Dupont kapıyı açtığında, koridor aydınlık olduğundan kapının önünde açık seçik belirginleşecektir; karanlıkta görünmeyeceğin için, sol elinle iskemlenin sırtlığına dayanıp rahatça nişan alacaksın. Üç el ateş edeceksin tam kalbine, sonra da hiç acele etmeden çekip gideceksin; yaşlı kadın hiçbir şey duymamış olacak. Olur da girişdeki holde onunla karşılaşırsan, yüzünü fazla gösterme; sert biçimde olmasın ama kadını kenara itip geç. Evde başka kimse olmayacak." 
   İki nokta arasındaki tek yol. 
   Biçimi hafifçe bozulmuş bir tür küp, gri lavdan parlak bir blok, kullanıla kullanıla yüzleri cilalanmış gibi, köşeleri yassılaşmış, görünüşü sert, derli toplu, altın gibi ağır, aşağı yukarı yumruk büyüklüğünde; kağıt ağırlığı mı? Odadaki tek biblo bu. 
   Kitapların adları: "Emek (1929) Fenomenolojisi", "İktisadi Çevrimlerin İncelenmesine Katkı" ve de bu tür şeyler. Pek eğlenceli değil. 
   Elektrik düğmesi kapı pervazının hemen yanında, porselen ve nikelajlı metalden yapılma, üç konumlu. 
   Beyaz bir sayfanın tepesine bir sözcük yazmaktaydı: "engelleyemezler..." Akşam yemeğine işte tam o sırada indi; sonraki sözcüğü bulamamış olmalı.
   Sahanlıkta ayak sesleri. Işık! Gidecek zaman yok artık. Açılan kapı ve Dupont'un salak bakışı... 
   Kaçan bir beden parçasına, rastgele tek bir el ateş etti Garinati. 

   En küçük aksaklık.. . Belki de. Denizcinin bocurgatla işi bitti; döner köprü kapandı yeniden. 
   Korkuluğun üstünde eğilmiş durumda bulunan Garinati kıpırdamadı. Ayaklarının dibinde rıhtımın içine doğru giren bir bölümde çırpınmasına bakıyordu yağlı suyun; birkaç enkaz parçasının yığıldığı yere: üstünde zift lekeleri olan küçük bir tahta parçası, sıradan iki eski şişe mantarı, bir portakal kabuğu parçası, ne oldukları güçlükle belirlenebilecek, daha inatçı, yarı yarıya çürümüş kırıntılar.


  "Kaç zaman oldu ? Kaç zaman olduğunu ben de bilmem, Bey. Zaman dediğin bazen güne haftaya vurulmuyor, sayıma ölçüme gelmiyor hep. Ama..."
   Burada susuyor biraz. Batık gözleri Haliç'in bulanık sularına dalıyor, sigarasından derin bir nefes çekiyor, uzun uzun susuyor. Sonra birdenbire, derinlerden gelen boğuk bir sesle başlıyor tekrar konuşmaya. 
   "Ama uzun zaman oldu, inan. Uzun, çok uzun zaman oldu. Belki bir ömür kadar uzun bir zaman... Ama zaten ömür dediğin nedir ki, Bey?
   "Nedir ömür, Mürsel?"
   "Ömür bazen bir nefes, Bey. Bazen dipsiz bir su, in in bitmiyor, ama çoğun bir nefes."
   Bir nefes ömür... Aramıza bir karakedi gibi giren bu uğursuz "Bey" gölgesinin üzerinden atlamaya çalışarak bakıyorum Mürsel'e. Yaşam, insanların yollarını ayırıyor. Yabancı, soluk fotoğraflara dönüşüyor zamanla çocukluk anıları. Yirmi yıl önce, sabahın dördünde kalkıp, kıçtan takma motorlu ufacık bir botla Galatasaray Adası açıklarında parakete atmaya gittiğimiz sıralarda "Bey" yoktu henüz, ne de lodosta Kandilli koyunu basan çöp yığınlarının arasında domates, karpuz kabuğu ve limonları toplayıp, sandaldan sandala deniz savaşı yaptığımızda, hatta ne de bundan on beş yıl öncesi, ikimiz de on sekiz yaşlarındayken, ben üniversiteyi okumak için Amerika'ya gideceğim sırada vedalaştığımızda. 
   Ama şimdi geriye bakınca anlıyorum ki, yine de adlandırılamayan bir şeyler, bir ayrı gayrılık, bir başkalık vardı hep, ne onun ne  de benim çocuk aklımızla ayırdına varamadığımız. Gizli, uğursuz bir kehanet, zamanla boy atıp serpilmesi, her yanımızı sarması, elimizi kolumuzu bağlaması kaçınılmaz olan, kötü bir tohum, bir hastalık tohumu. Bunca zaman sonra, otuz yaşlarında iki yetişkin insan olarak karşılıklı oturuyoruz yine Haliç'teki bu balıkçı kahvesinde, ama o iki teklifsiz çocukluk arkadaşı yok artık. Mürsel Kaptan ve Makine Mühendisi Kemal Bey var onların yerine.
   Kendi ellerime bakıyorum. Beyaz ve küçük eller. Onunkiler ise kemikli, iri ve kaba, yırtıcı birer kartal pençesini andırıyor. Parmaklarında birçok misina kesiği var. Denizin tuzlu suyunda pişmiş, yağız eller bunlar. Tıpkı yüzü gibi. Çatık kaşlı, güneş yanığı bir yüz. Avurtları çökük, alnında kırışıklıklar var. Yanaklarının üstlerine dek bir haftalık, fırça gibi ve kırçıl bir sakal uzanıyor. Daha bundan yıllar önce, Poyrazköy'deki balıkçı kahvelerinde ona "Karamürsel" diye isim takmış olduklarını anımsıyorum. 
   "Ve biz nefesin yarısındayız, Bey."
   "Evet, Mürsel Kaptan." diye onaylıyorum sözlerini, "Ama yine de belli olmaz, bakarsın sonudur o nefesin, ya da bir de bakarsın daha başındayızdır."
   "Doğru, belli olmaz, Bey."
   Cüzdanımdan karımın ve kızımın fotoğraflarını çıkarıp gösteriyorum Mürsel'e. Dikkatle inceliyor ve "Allah bağışlasın!" gibi bir şeyler mırıldanarak geri veriyor. Eski tanıdıklardan konuşuyoruz. Ailemi soruyor. Babamın iki yıl önce vefat ettiğini öğrenince başsağlığı diliyor. Sigara tutuyorum. Benim bu kahvede ne de olsa misafir sayılacağımı söyleyerek, o bana kendi paketinden ikram ediyor. Birer sigara yakıyoruz.
   "Ya sen, Mürsel," diyorum, "dünya evine girmedin mi daha?"
   "Hayır!" anlamında başını sallıyor.
   "Peki, ciddi görüştüğün bir kız filan?"
   "Yok!" diyor kısaca. Sesinde keskin, acıtıcı bir şeyler var. Eski defterleri tekrar açmak istemediğimden, daha fazla kurcalamıyorum.
   Birer sigara daha yakıyoruz. Bu sefer, benim sigaramı kabul ediyor. Buna karşılık, çaylar ondan. Sabaha dek gözüme uyku girmeyeceğini bile bile, balıkçı kahvelerine özgü bu "kelle" çayı tadını çıkara çıkara içiyorum. Biraz daha havadan sudan, denizden,  balıktan konuşuyoruz. Beş metrelik, pancar motor bir teknesi var Mürsel'in. Bu sene lüfer gecikmiş. Balığın ekim ortalarında Karadeniz'den ineceğini umuyorlarmış. Kasıma kalırsa, iş kesata varacak. Yapmamam gerektiğini bile bile, daha fazla dayanamayıp, dosdoğruca soruyorum.
   "Katya'yı hiç görüyor musun, Mürsel?"

Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa

ABOUT ME

I could look back at my life and get a good story out of it. It's a picture of somebody trying to figure things out.

POPULAR POSTS

  • DARIDERE KAMP ALANI
    Ulaşım Darıdere Mesire Yeri ve Kamp Alanı, Balıkesir, Altınoluk, Narlı Köyünden 13 km içeridedir. İzmir-Çanakkale yolu üzerinde Çanakkale yö...
  • Marcel Proust - Lemoine Vakası
    IV. HENRI DE RÊGNIER    Elması pek de sevmem. Güzel görünmüyor. İnsanın yüzünde bıraktığı o küçük güzellik, etkisindense daha çok yansımasın...
  • "Babam Beni Şah Damarımdan Öptü" - Ozan Önen
       İnsan, babası hayattayken, sanki tüm babalar hayattaymış gibi bir yanılgıya; babası öldüğündeyse sanki sadece kendi babası ölmüş gibi bir...
  • "Musa'nın Derinlerine Düşen Yutkunuş" - Ahmet Sarı
    Bir şeyleri paylaşmak için doğru zaman doğru mekân doğru vesaire ararken geçer zaman. Bilirsiniz. Mustafa Kutlu, "İnsanlar ölür ve cena...
  • VİETNAM SEYAHAT FOTOĞRAFÇILIĞI - ÜLKENİN EN İYİLERİ VE ÖNEMLİ NOKTALARI
    Fotoğrafçı Réhahn tarafından Vietnam Seyahat İpuçları  Fransız fotoğrafçı Réhahn şu anda Vietnam’daki kabilelerin 54’ünü fotoğraflamak için ...
  • CAMPING ADRİAKE
    Ulaşım Antalya'dan Demre'ye minibüsler ile ulaşabilirsiniz. Kamp alanı sahil kenarında. Demre merkeze geldikten sonra buraya ulaşım ...
  • "Bilinmeyen Sular" - Mevsim Yenice
    “Benim için daha iyi olacak,” diyor. Neden bahsettiğinden haberi yok, adım gibi eminim bundan. Yine de kafamı sallayarak destek oluyorum. ...
  • ERCİYES EKSPRESİ (ADANA - KAYSERİ TRENİ)
    Treni hangi operatör işletiyor? TCDD Taşımacılık Nasıl bir trenle seyahat edeceğim? Dizel lokomotifin çektiği vagon dizisi Seyahat seçenekle...
  • Çılga Cantürk - Mutlu Gel Huzurlu Gel
    MUTLU GEL HUZURLU GEL 21.. 6 Ocak 2017 anısına .. İnsan ne kadar sevildiğini ve bu zamana kadar neler yaşamış olduğunu aklının bir köşesinde...
  • APOSTİL NEDİR?
    Apostil belki de ilk defa duyduğunuz bir terim ve ne anlama geldiği hakkında hiç bir fikriniz yok. Belki de var nasıl yapıldığını bilmiyorsu...

Advertisement

Follow us on Facebook

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

EREN ARDA GÜLER. Blogger tarafından desteklenmektedir.

Featured Post (Slider)

Kötüye Kullanım Bildir

Archive

  • ▼  2020 ( 184 )
    • ►  Mayıs ( 50 )
    • ►  Nisan ( 44 )
    • ►  Mart ( 17 )
    • ▼  Şubat ( 73 )
      • Çılga Cantürk - Bir Kahvelik İç Dökümü
      • Çılga Cantürk - Merhaba! Şu an buraya doğru bakan ...
      • Çılga Cantürk - Sebebi Her Zaman Var
      • Çılga Cntürk - Yer Açın, Affediyoruz.
      • Çılga Cantürk - Mutlu Gel Huzurlu Gel
      • Çılga Cantürk - Tutamıyorum
      • Çılga Cantürk - İnleyerek Yok Olma Hali
      • Çılga Cantürk - Kaç Kere Dağılabilir İnsan?
      • Çılga Cantürk - Havanın Karanlık Tonu
      • Çılga Cantürk - Bir Erkeği Sevmek
      • Daniel Defoe - Robinson Crusoe
      • Bahaeddin Özkişi - Göç Zamanı
      • Megan Hunter - Sondan Sonra
      • Jodi Picoult - Küçük Muazzam Şeyler
      • Arzu Uçar - Bir Küçük Delilik
      • Marcel Proust - Lemoine Vakası
      • Alain-Robbe Grillet - Silgiler
      • Ali Teoman - İnsansız Konağın İkonu
      • Ahmet İhsan Tokgöz - Haver
      • Dünyaya Geldim Gitmeye - Sadettin Ökten, Kemal Sayar
      • Neslihan Önderoğlu - Burada Öyle Biri Yok
      • TEK BAŞINA SEYAHATE ÇIKMAK İÇİN EN GEÇERLİ 5 NEDEN
      • YURTDIŞINDA HEM ÇALIŞIP HEM DE GEZEBİLECEĞİNİZ SİS...
      • İSVEÇ VATANDAŞLIĞI ALMANIN YOLU SAMBO NEDİR?
      • SEYAHATE ÇIKARKEN ALINMASI GEREKEN İLAÇLAR
      • YOLCU HAKLARINIZI BİLİYOR MUSUNUZ?
      • KADIN BAŞINA INTERRAIL !!
      • BİR OTOSTOPÇUNUN EN ÇOK DUYDUĞU 10 SÖZ
      • TÜRKİYE'DE GÖRÜLMESİ GEREKEN 20 İNANÇ MERKEZİ
      • BÜKREŞ'TE SOKAK SANATI
      • ENTROPAY NEDİR, NASIL ALINIR VE NASIL KULLANILIR?
      • AVRUPA'DAKİ EN İYİ ŞATOLAR
      • SEVDİĞİM EN İYİ GEZİ VE SEYAHAT FİLMLERİ
      • AVRUPA'DA EN UCUZ 10 ŞEHİR
      • Sadık Hidayet - Üç Damla Kan
      • Unica Zürn - Kara Bahar
      • Mark Twain - İnsan Nedir?
      • Spencer Holst - Büyücünün Kızı
      • Melisa Kesmez - Bazen Bahar
      • Yakup Kadri Karaosmanoğlu - Hep O Şarkı
      • KIŞIN GEZİLECEK 10 ÜLKE REHBERİ
      • KIŞIN GEZİLECEK YERLER: TÜRKİYE'DE EN GÜZEL 10 KIŞ...
      • Vecdi Çıracıoğlu - Son Voli
      • Thomas Bernhard - Don
      • Gül İrepoğlu - Kavuşmak
      • Nursel Duruel - Yazılı Kaya
      • John Stuart Mill - Özgürlük Üzerine
      • Barış Bıçakçı - Tarihî Kırıntılar
      • AVRUPA'DA EN PAHALI 10 ŞEHİR?
      • NİÇİN SEYAHAT ETMELİYİZ?
      • SIRT ÇANTALI GEZGİN OLDUĞUNU NASIL ANLARSIN?
      • EKONOMİK SEYAHATİN İPUÇLARI
      • SEYAHATE ÇIKARKEN SIRT ÇANTASINDA NELER OLMALI?
      • Stuart Dybek - Chicago Kıyıları
      • Milenko Yergoviç - Saraybosna Marlborosu
      • Sinan Terzi - Derdimize Çare Bir Çiçek
      • Johan Daisne - Bir Gece... Bir Tren
      • Louis-Ferdinand Celine - Gecenin Sonuna Yolculuk
      • Orhan Duru - Bırakılmış Biri
      • Mahir Ünsal Eriş - Kara Yarısı
      • Gilbert Adair - Yazarın Ölümü
      • Cemil Meriç - Bu Ülke
      • Jean-Christophe Grange - Ölüler Diyarı
      • Faruk Duman - Zeytin Taneleri Birbirine Çarpıyor
      • Gulam Hüseyin Sâedi - Dendil
      • Melisa Kesmez - Nohut Oda
      • Andre Breton - Nadja
      • Ahmet Turan Tiryaki - Güvercinköy
      • Tanya Byron - Dolaptaki İskeletler
      • Robert Walser - Jakob von Gunten
      • Tolstoy - Polikuşka
      • Rebecca Solnit - Karanlıktaki Umut
      • Tuğba Doğan - Nefaset Lokantası
  • ►  2019 ( 258 )
    • ►  Kasım ( 43 )
    • ►  Ekim ( 43 )
    • ►  Eylül ( 53 )
    • ►  Ağustos ( 6 )
    • ►  Temmuz ( 2 )
    • ►  Haziran ( 9 )
    • ►  Mayıs ( 16 )
    • ►  Nisan ( 56 )
    • ►  Mart ( 15 )
    • ►  Şubat ( 7 )
    • ►  Ocak ( 8 )
  • ►  2018 ( 51 )
    • ►  Aralık ( 7 )
    • ►  Kasım ( 8 )
    • ►  Ekim ( 7 )
    • ►  Eylül ( 3 )
    • ►  Temmuz ( 2 )
    • ►  Haziran ( 3 )
    • ►  Mayıs ( 1 )
    • ►  Nisan ( 4 )
    • ►  Mart ( 3 )
    • ►  Şubat ( 5 )
    • ►  Ocak ( 8 )
  • ►  2017 ( 11 )
    • ►  Aralık ( 1 )
    • ►  Ekim ( 10 )

Bu Blogda Ara

Blog Archive

  • ▼  2020 ( 184 )
    • ►  Mayıs 2020 ( 50 )
    • ►  Nisan 2020 ( 44 )
    • ►  Mart 2020 ( 17 )
    • ▼  Şubat 2020 ( 73 )
      • Çılga Cantürk - Bir Kahvelik İç Dökümü
      • Çılga Cantürk - Merhaba! Şu an buraya doğru bakan ...
      • Çılga Cantürk - Sebebi Her Zaman Var
      • Çılga Cntürk - Yer Açın, Affediyoruz.
      • Çılga Cantürk - Mutlu Gel Huzurlu Gel
      • Çılga Cantürk - Tutamıyorum
      • Çılga Cantürk - İnleyerek Yok Olma Hali
      • Çılga Cantürk - Kaç Kere Dağılabilir İnsan?
      • Çılga Cantürk - Havanın Karanlık Tonu
      • Çılga Cantürk - Bir Erkeği Sevmek
      • Daniel Defoe - Robinson Crusoe
      • Bahaeddin Özkişi - Göç Zamanı
      • Megan Hunter - Sondan Sonra
      • Jodi Picoult - Küçük Muazzam Şeyler
      • Arzu Uçar - Bir Küçük Delilik
      • Marcel Proust - Lemoine Vakası
      • Alain-Robbe Grillet - Silgiler
      • Ali Teoman - İnsansız Konağın İkonu
      • Ahmet İhsan Tokgöz - Haver
      • Dünyaya Geldim Gitmeye - Sadettin Ökten, Kemal Sayar
      • Neslihan Önderoğlu - Burada Öyle Biri Yok
      • TEK BAŞINA SEYAHATE ÇIKMAK İÇİN EN GEÇERLİ 5 NEDEN
      • YURTDIŞINDA HEM ÇALIŞIP HEM DE GEZEBİLECEĞİNİZ SİS...
      • İSVEÇ VATANDAŞLIĞI ALMANIN YOLU SAMBO NEDİR?
      • SEYAHATE ÇIKARKEN ALINMASI GEREKEN İLAÇLAR
      • YOLCU HAKLARINIZI BİLİYOR MUSUNUZ?
      • KADIN BAŞINA INTERRAIL !!
      • BİR OTOSTOPÇUNUN EN ÇOK DUYDUĞU 10 SÖZ
      • TÜRKİYE'DE GÖRÜLMESİ GEREKEN 20 İNANÇ MERKEZİ
      • BÜKREŞ'TE SOKAK SANATI
      • ENTROPAY NEDİR, NASIL ALINIR VE NASIL KULLANILIR?
      • AVRUPA'DAKİ EN İYİ ŞATOLAR
      • SEVDİĞİM EN İYİ GEZİ VE SEYAHAT FİLMLERİ
      • AVRUPA'DA EN UCUZ 10 ŞEHİR
      • Sadık Hidayet - Üç Damla Kan
      • Unica Zürn - Kara Bahar
      • Mark Twain - İnsan Nedir?
      • Spencer Holst - Büyücünün Kızı
      • Melisa Kesmez - Bazen Bahar
      • Yakup Kadri Karaosmanoğlu - Hep O Şarkı
      • KIŞIN GEZİLECEK 10 ÜLKE REHBERİ
      • KIŞIN GEZİLECEK YERLER: TÜRKİYE'DE EN GÜZEL 10 KIŞ...
      • Vecdi Çıracıoğlu - Son Voli
      • Thomas Bernhard - Don
      • Gül İrepoğlu - Kavuşmak
      • Nursel Duruel - Yazılı Kaya
      • John Stuart Mill - Özgürlük Üzerine
      • Barış Bıçakçı - Tarihî Kırıntılar
      • AVRUPA'DA EN PAHALI 10 ŞEHİR?
      • NİÇİN SEYAHAT ETMELİYİZ?
      • SIRT ÇANTALI GEZGİN OLDUĞUNU NASIL ANLARSIN?
      • EKONOMİK SEYAHATİN İPUÇLARI
      • SEYAHATE ÇIKARKEN SIRT ÇANTASINDA NELER OLMALI?
      • Stuart Dybek - Chicago Kıyıları
      • Milenko Yergoviç - Saraybosna Marlborosu
      • Sinan Terzi - Derdimize Çare Bir Çiçek
      • Johan Daisne - Bir Gece... Bir Tren
      • Louis-Ferdinand Celine - Gecenin Sonuna Yolculuk
      • Orhan Duru - Bırakılmış Biri
      • Mahir Ünsal Eriş - Kara Yarısı
      • Gilbert Adair - Yazarın Ölümü
      • Cemil Meriç - Bu Ülke
      • Jean-Christophe Grange - Ölüler Diyarı
      • Faruk Duman - Zeytin Taneleri Birbirine Çarpıyor
      • Gulam Hüseyin Sâedi - Dendil
      • Melisa Kesmez - Nohut Oda
      • Andre Breton - Nadja
      • Ahmet Turan Tiryaki - Güvercinköy
      • Tanya Byron - Dolaptaki İskeletler
      • Robert Walser - Jakob von Gunten
      • Tolstoy - Polikuşka
      • Rebecca Solnit - Karanlıktaki Umut
      • Tuğba Doğan - Nefaset Lokantası
  • ►  2019 ( 258 )
    • ►  Kasım 2019 ( 43 )
    • ►  Ekim 2019 ( 43 )
    • ►  Eylül 2019 ( 53 )
    • ►  Ağustos 2019 ( 6 )
    • ►  Temmuz 2019 ( 2 )
    • ►  Haziran 2019 ( 9 )
    • ►  Mayıs 2019 ( 16 )
    • ►  Nisan 2019 ( 56 )
    • ►  Mart 2019 ( 15 )
    • ►  Şubat 2019 ( 7 )
    • ►  Ocak 2019 ( 8 )
  • ►  2018 ( 51 )
    • ►  Aralık 2018 ( 7 )
    • ►  Kasım 2018 ( 8 )
    • ►  Ekim 2018 ( 7 )
    • ►  Eylül 2018 ( 3 )
    • ►  Temmuz 2018 ( 2 )
    • ►  Haziran 2018 ( 3 )
    • ►  Mayıs 2018 ( 1 )
    • ►  Nisan 2018 ( 4 )
    • ►  Mart 2018 ( 3 )
    • ►  Şubat 2018 ( 5 )
    • ►  Ocak 2018 ( 8 )
  • ►  2017 ( 11 )
    • ►  Aralık 2017 ( 1 )
    • ►  Ekim 2017 ( 10 )

Combine

Horizontal

Vertical1

Vertical2

Gallery

Portfolio

  • Home
  • Features
  • _Multi DropDown
  • __DropDown 1
  • __DropDown 2
  • __DropDown 3
  • _ShortCodes
  • _SiteMap
  • _Error Page
  • Learn Blogging
  • Documentation
  • _Web Documentation
  • _Video Documentation
  • Download This Template

Footer Menu Widget

  • Home
  • About
  • Contact Us

Social Plugin

Contact us

About

Channels

  • abd
  • adana
  • afrika
  • afyon
  • ağva kilimli koyu
  • airport
  • almanya
  • amerika
  • andorra
  • anı harabeleri
  • ankara
  • antalya
  • apostil
  • app
  • araç
  • arkadaş
  • asya
  • Atatürk
  • avrupa
  • avusturya
  • ayder yaylası
  • balıkesir
  • balkanlar
  • bandırma
  • banka
  • bebek
  • belarus
  • bisiklet
  • bisikletli kamp
  • blog
  • blogger
  • bolu
  • bosna hersek
  • bursa
  • card
  • couchsurfing
  • çadır
  • çadır kurulumu
  • çalışmak
  • çıldır gölü
  • çin
  • çin seddi
  • çipli pasaport
  • denizli
  • doğa
  • doğu ekspresi
  • dolar
  • dost
  • dünya
  • e-pasaport
  • elazığ
  • en iyi bölgeler
  • erciyes ekspresi
  • erzurum
  • eskişehir
  • etik
  • euro
  • evcil
  • everest
  • festival
  • fırat ekspresi
  • fotoğrafçılık
  • galata kulesi
  • gecelemek
  • gezi
  • glamping
  • gümüşhane
  • güney kurtalan ekspresi
  • gürcistan
  • güvenilir
  • güvenlik
  • harcama
  • hava durumu
  • havaalanı
  • havalimanı
  • hayvan
  • hindistan
  • hostel
  • ısparta
  • iç anadolu
  • ingiltere
  • interrail
  • isic card
  • istanbul
  • iş
  • izmir
  • jet lag
  • kahvaltı
  • kamp
  • kamp alanı
  • kamp amerika
  • kamp eczanesi
  • kamp ekipman
  • kamp matı
  • kamp mutfağı
  • kanada
  • karadağ
  • karadeniz
  • karavan
  • karavan kampı
  • karesi ekspresi
  • karester yaylası
  • kars
  • kars kalesi
  • kart
  • kasım
  • kastamonu
  • kayak
  • kayak merkezleri
  • kayseri
  • kıbrıs
  • kış
  • kızılcahamam
  • kira
  • kocaeli
  • konaklama
  • kosova
  • kredi kartı
  • kutlama
  • küba
  • kültür
  • kütahya
  • macera
  • makedonya
  • malatya
  • maliyet
  • manzara
  • marmara
  • mil
  • miras
  • moldova
  • osmaniye
  • otel
  • outdoor
  • oyun
  • öğrenci
  • pamukkale
  • para
  • pasaport
  • rehber
  • rize
  • rota
  • rüzgar
  • sabahlamak
  • seyahat
  • sırbistan
  • sırt çantası
  • singapur
  • şile
  • tarih
  • tatil
  • tax free
  • tcdd
  • telefon
  • temizlik
  • tırmanma
  • travel
  • tren
  • türk lirası
  • türkiye
  • ucuz
  • uçak
  • ukrayna
  • uluslararası
  • uygulama
  • uyku tulumu
  • uyumak
  • uzungöl
  • ülke
  • üniversite
  • vanlife
  • vatandaşlık
  • verçenik yaylası
  • vergi
  • vietnam
  • visa
  • vize
  • vizesiz ülkeler
  • wordpress
  • work
  • work and travel
  • world
  • yapıt
  • yaz
  • yedigöller
  • yemek
  • yeşil pasaport
  • yeşillik
  • yurtdışı

Categories

  • abd
  • adana
  • afrika
  • afyon
  • ağva kilimli koyu
  • airport
  • almanya
  • amerika
  • andorra
  • anı harabeleri
  • ankara
  • antalya
  • apostil
  • app
  • araç
  • arkadaş
  • asya
  • Atatürk
  • avrupa
  • avusturya
  • ayder yaylası
  • balıkesir
  • balkanlar
  • bandırma
  • banka
  • bebek
  • belarus
  • bisiklet
  • bisikletli kamp
  • blog
  • blogger
  • bolu
  • bosna hersek
  • bursa
  • card
  • couchsurfing
  • çadır
  • çadır kurulumu
  • çalışmak
  • çıldır gölü
  • çin
  • çin seddi
  • çipli pasaport
  • denizli
  • doğa
  • doğu ekspresi
  • dolar
  • dost
  • dünya
  • e-pasaport
  • elazığ
  • en iyi bölgeler
  • erciyes ekspresi
  • erzurum
  • eskişehir
  • etik
  • euro
  • evcil
  • everest
  • festival
  • fırat ekspresi
  • fotoğrafçılık
  • galata kulesi
  • gecelemek
  • gezi
  • glamping
  • gümüşhane
  • güney kurtalan ekspresi
  • gürcistan
  • güvenilir
  • güvenlik
  • harcama
  • hava durumu
  • havaalanı
  • havalimanı
  • hayvan
  • hindistan
  • hostel
  • ısparta
  • iç anadolu
  • ingiltere
  • interrail
  • isic card
  • istanbul
  • iş
  • izmir
  • jet lag
  • kahvaltı
  • kamp
  • kamp alanı
  • kamp amerika
  • kamp eczanesi
  • kamp ekipman
  • kamp matı
  • kamp mutfağı
  • kanada
  • karadağ
  • karadeniz
  • karavan
  • karavan kampı
  • karesi ekspresi
  • karester yaylası
  • kars
  • kars kalesi
  • kart
  • kasım
  • kastamonu
  • kayak
  • kayak merkezleri
  • kayseri
  • kıbrıs
  • kış
  • kızılcahamam
  • kira
  • kocaeli
  • konaklama
  • kosova
  • kredi kartı
  • kutlama
  • küba
  • kültür
  • kütahya
  • macera
  • makedonya
  • malatya
  • maliyet
  • manzara
  • marmara
  • mil
  • miras
  • moldova
  • osmaniye
  • otel
  • outdoor
  • oyun
  • öğrenci
  • pamukkale
  • para
  • pasaport
  • rehber
  • rize
  • rota
  • rüzgar
  • sabahlamak
  • seyahat
  • sırbistan
  • sırt çantası
  • singapur
  • şile
  • tarih
  • tatil
  • tax free
  • tcdd
  • telefon
  • temizlik
  • tırmanma
  • travel
  • tren
  • türk lirası
  • türkiye
  • ucuz
  • uçak
  • ukrayna
  • uluslararası
  • uygulama
  • uyku tulumu
  • uyumak
  • uzungöl
  • ülke
  • üniversite
  • vanlife
  • vatandaşlık
  • verçenik yaylası
  • vergi
  • vietnam
  • visa
  • vize
  • vizesiz ülkeler
  • wordpress
  • work
  • work and travel
  • world
  • yapıt
  • yaz
  • yedigöller
  • yemek
  • yeşil pasaport
  • yeşillik
  • yurtdışı

PGA Head Teaching Professional

Fotoğrafım
erenardaguler
Profilimin tamamını görüntüle

Channels

  • abd
  • adana
  • afrika
  • afyon
  • ağva kilimli koyu
  • airport
  • almanya
  • amerika
  • andorra
  • anı harabeleri
  • ankara
  • antalya
  • apostil
  • app
  • araç
  • arkadaş
  • asya
  • Atatürk
  • avrupa
  • avusturya
  • ayder yaylası
  • balıkesir
  • balkanlar
  • bandırma
  • banka
  • bebek
  • belarus
  • bisiklet
  • bisikletli kamp
  • blog
  • blogger
  • bolu
  • bosna hersek
  • bursa
  • card
  • couchsurfing
  • çadır
  • çadır kurulumu
  • çalışmak
  • çıldır gölü
  • çin
  • çin seddi
  • çipli pasaport
  • denizli
  • doğa
  • doğu ekspresi
  • dolar
  • dost
  • dünya
  • e-pasaport
  • elazığ
  • en iyi bölgeler
  • erciyes ekspresi
  • erzurum
  • eskişehir
  • etik
  • euro
  • evcil
  • everest
  • festival
  • fırat ekspresi
  • fotoğrafçılık
  • galata kulesi
  • gecelemek
  • gezi
  • glamping
  • gümüşhane
  • güney kurtalan ekspresi
  • gürcistan
  • güvenilir
  • güvenlik
  • harcama
  • hava durumu
  • havaalanı
  • havalimanı
  • hayvan
  • hindistan
  • hostel
  • ısparta
  • iç anadolu
  • ingiltere
  • interrail
  • isic card
  • istanbul
  • iş
  • izmir
  • jet lag
  • kahvaltı
  • kamp
  • kamp alanı
  • kamp amerika
  • kamp eczanesi
  • kamp ekipman
  • kamp matı
  • kamp mutfağı
  • kanada
  • karadağ
  • karadeniz
  • karavan
  • karavan kampı
  • karesi ekspresi
  • karester yaylası
  • kars
  • kars kalesi
  • kart
  • kasım
  • kastamonu
  • kayak
  • kayak merkezleri
  • kayseri
  • kıbrıs
  • kış
  • kızılcahamam
  • kira
  • kocaeli
  • konaklama
  • kosova
  • kredi kartı
  • kutlama
  • küba
  • kültür
  • kütahya
  • macera
  • makedonya
  • malatya
  • maliyet
  • manzara
  • marmara
  • mil
  • miras
  • moldova
  • osmaniye
  • otel
  • outdoor
  • oyun
  • öğrenci
  • pamukkale
  • para
  • pasaport
  • rehber
  • rize
  • rota
  • rüzgar
  • sabahlamak
  • seyahat
  • sırbistan
  • sırt çantası
  • singapur
  • şile
  • tarih
  • tatil
  • tax free
  • tcdd
  • telefon
  • temizlik
  • tırmanma
  • travel
  • tren
  • türk lirası
  • türkiye
  • ucuz
  • uçak
  • ukrayna
  • uluslararası
  • uygulama
  • uyku tulumu
  • uyumak
  • uzungöl
  • ülke
  • üniversite
  • vanlife
  • vatandaşlık
  • verçenik yaylası
  • vergi
  • vietnam
  • visa
  • vize
  • vizesiz ülkeler
  • wordpress
  • work
  • work and travel
  • world
  • yapıt
  • yaz
  • yedigöller
  • yemek
  • yeşil pasaport
  • yeşillik
  • yurtdışı

Subscribe To Sarah Bennett Blog

Kayıtlar
Atom
Kayıtlar
Tüm Yorumlar
Atom
Tüm Yorumlar

Slider Widget

5/recent/slider

CATEGORIES

  • abd
  • adana
  • afrika
  • afyon
  • ağva kilimli koyu
  • airport
  • almanya
  • amerika
  • andorra
  • anı harabeleri
  • ankara
  • antalya
  • apostil
  • app
  • araç
  • arkadaş
  • asya
  • Atatürk
  • avrupa
  • avusturya
  • ayder yaylası
  • balıkesir
  • balkanlar
  • bandırma
  • banka
  • bebek
  • belarus
  • bisiklet
  • bisikletli kamp
  • blog
  • blogger
  • bolu
  • bosna hersek
  • bursa
  • card
  • couchsurfing
  • çadır
  • çadır kurulumu
  • çalışmak
  • çıldır gölü
  • çin
  • çin seddi
  • çipli pasaport
  • denizli
  • doğa
  • doğu ekspresi
  • dolar
  • dost
  • dünya
  • e-pasaport
  • elazığ
  • en iyi bölgeler
  • erciyes ekspresi
  • erzurum
  • eskişehir
  • etik
  • euro
  • evcil
  • everest
  • festival
  • fırat ekspresi
  • fotoğrafçılık
  • galata kulesi
  • gecelemek
  • gezi
  • glamping
  • gümüşhane
  • güney kurtalan ekspresi
  • gürcistan
  • güvenilir
  • güvenlik
  • harcama
  • hava durumu
  • havaalanı
  • havalimanı
  • hayvan
  • hindistan
  • hostel
  • ısparta
  • iç anadolu
  • ingiltere
  • interrail
  • isic card
  • istanbul
  • iş
  • izmir
  • jet lag
  • kahvaltı
  • kamp
  • kamp alanı
  • kamp amerika
  • kamp eczanesi
  • kamp ekipman
  • kamp matı
  • kamp mutfağı
  • kanada
  • karadağ
  • karadeniz
  • karavan
  • karavan kampı
  • karesi ekspresi
  • karester yaylası
  • kars
  • kars kalesi
  • kart
  • kasım
  • kastamonu
  • kayak
  • kayak merkezleri
  • kayseri
  • kıbrıs
  • kış
  • kızılcahamam
  • kira
  • kocaeli
  • konaklama
  • kosova
  • kredi kartı
  • kutlama
  • küba
  • kültür
  • kütahya
  • macera
  • makedonya
  • malatya
  • maliyet
  • manzara
  • marmara
  • mil
  • miras
  • moldova
  • osmaniye
  • otel
  • outdoor
  • oyun
  • öğrenci
  • pamukkale
  • para
  • pasaport
  • rehber
  • rize
  • rota
  • rüzgar
  • sabahlamak
  • seyahat
  • sırbistan
  • sırt çantası
  • singapur
  • şile
  • tarih
  • tatil
  • tax free
  • tcdd
  • telefon
  • temizlik
  • tırmanma
  • travel
  • tren
  • türk lirası
  • türkiye
  • ucuz
  • uçak
  • ukrayna
  • uluslararası
  • uygulama
  • uyku tulumu
  • uyumak
  • uzungöl
  • ülke
  • üniversite
  • vanlife
  • vatandaşlık
  • verçenik yaylası
  • vergi
  • vietnam
  • visa
  • vize
  • vizesiz ülkeler
  • wordpress
  • work
  • work and travel
  • world
  • yapıt
  • yaz
  • yedigöller
  • yemek
  • yeşil pasaport
  • yeşillik
  • yurtdışı

Advertisement

Main Ad

Trend Tags

  • abd
  • adana
  • afrika
  • afyon
  • ağva kilimli koyu
  • airport
  • almanya
  • amerika
  • andorra
  • anı harabeleri
  • ankara
  • antalya
  • apostil
  • app
  • araç
  • arkadaş
  • asya
  • Atatürk
  • avrupa
  • avusturya
  • ayder yaylası
  • balıkesir
  • balkanlar
  • bandırma
  • banka
  • bebek
  • belarus
  • bisiklet
  • bisikletli kamp
  • blog
  • blogger
  • bolu
  • bosna hersek
  • bursa
  • card
  • couchsurfing
  • çadır
  • çadır kurulumu
  • çalışmak
  • çıldır gölü
  • çin
  • çin seddi
  • çipli pasaport
  • denizli
  • doğa
  • doğu ekspresi
  • dolar
  • dost
  • dünya
  • e-pasaport
  • elazığ
  • en iyi bölgeler
  • erciyes ekspresi
  • erzurum
  • eskişehir
  • etik
  • euro
  • evcil
  • everest
  • festival
  • fırat ekspresi
  • fotoğrafçılık
  • galata kulesi
  • gecelemek
  • gezi
  • glamping
  • gümüşhane
  • güney kurtalan ekspresi
  • gürcistan
  • güvenilir
  • güvenlik
  • harcama
  • hava durumu
  • havaalanı
  • havalimanı
  • hayvan
  • hindistan
  • hostel
  • ısparta
  • iç anadolu
  • ingiltere
  • interrail
  • isic card
  • istanbul
  • iş
  • izmir
  • jet lag
  • kahvaltı
  • kamp
  • kamp alanı
  • kamp amerika
  • kamp eczanesi
  • kamp ekipman
  • kamp matı
  • kamp mutfağı
  • kanada
  • karadağ
  • karadeniz
  • karavan
  • karavan kampı
  • karesi ekspresi
  • karester yaylası
  • kars
  • kars kalesi
  • kart
  • kasım
  • kastamonu
  • kayak
  • kayak merkezleri
  • kayseri
  • kıbrıs
  • kış
  • kızılcahamam
  • kira
  • kocaeli
  • konaklama
  • kosova
  • kredi kartı
  • kutlama
  • küba
  • kültür
  • kütahya
  • macera
  • makedonya
  • malatya
  • maliyet
  • manzara
  • marmara
  • mil
  • miras
  • moldova
  • osmaniye
  • otel
  • outdoor
  • oyun
  • öğrenci
  • pamukkale
  • para
  • pasaport
  • rehber
  • rize
  • rota
  • rüzgar
  • sabahlamak
  • seyahat
  • sırbistan
  • sırt çantası
  • singapur
  • şile
  • tarih
  • tatil
  • tax free
  • tcdd
  • telefon
  • temizlik
  • tırmanma
  • travel
  • tren
  • türk lirası
  • türkiye
  • ucuz
  • uçak
  • ukrayna
  • uluslararası
  • uygulama
  • uyku tulumu
  • uyumak
  • uzungöl
  • ülke
  • üniversite
  • vanlife
  • vatandaşlık
  • verçenik yaylası
  • vergi
  • vietnam
  • visa
  • vize
  • vizesiz ülkeler
  • wordpress
  • work
  • work and travel
  • world
  • yapıt
  • yaz
  • yedigöller
  • yemek
  • yeşil pasaport
  • yeşillik
  • yurtdışı

Pages

  • EV
  • EV
  • EV

Most Trending

  • "Babam Beni Şah Damarımdan Öptü" - Ozan Önen
       İnsan, babası hayattayken, sanki tüm babalar hayattaymış gibi bir yanılgıya; babası öldüğündeyse sanki sadece kendi babası ölmüş gibi bir...
  • "Kadın Yok Savaşın Yüzünde" - Svetlana Aleksiyeviç
     İnsan savaştan büyük...     Büyük olduğu sahneler akılda kalan. Savaşta insanı yönlendiren bir şey var ki tarihten bile güçlü. Daha derinde...
  • Tolstoy - Polikuşka
     Tam da o sırada Yegor Mihayloviç konağın kapısında gözüktü. Şapkalar art arda başlardan alındı, kâhya yaklaştıkça ortasından, önünden dazla...
  • Rebecca Solnit - Karanlıktaki Umut
      Neden-sonuç ilişkisi tarihin ileri doğru hareket ettiğini varsayar ama tarih bir orduya benzemez. Tarih, yanlamasına seğirten bir yengeç, ...
  • "İpekli Mendil" - Sait Faik Abasıyanık
    Vakit geçiyor. Gün akşama, akşam geceye dönüyor ve bütün bunlara kuşlar şahit, gök şahit, insan şahit. Yaşlanıyoruz. Sait Faik nasıl anlatıy...
  • ŞİMŞİRLİK KAMP ALANI VE ALABALIK TESİSLERİ
    Ulaşım Düzce merkezine, İstanbul yada Ankara'dan otoban yoluyla ulaşmak mümkün. İstanbul - Düzce otoban çıkışı 210 km. Merkeze ulaştığın...
  • UKRAYNA'YA GİTMEK
    ARABA İLE GİTMEK… Mail kutuma yoğun bir şekilde gelen bir diğer soru, Ukrayna’ya araba ile gitmek. Her ne kadar Ukrayna’ya araba ile yolculu...
  • "Pan" - Knut Hamsun
     Üçüncü Demir Gece; olanca gerginlik içinde bir gece. Hiç değilse biraz don olsaydı! Don yerine gündüzün güneşinden kalma bir sıcaklık; ılık...
  • "Şizodüş" - Merve Sevde Selvi
    Akşam oluyor. Şehrin üstüne karanlık inerken daralan göğsümü, dünyanın muhtelif yerlerindeki gün doğumlarını düşünerek geniş tutuyorum. Masa...
  • KAMP MATI NEDİR VE NASIL SEÇİLİR?
    Özellikle uzun süre yürüyerek seyahat ederken yaptığım doğa kampları sırasında karşılaştığım en keyif bozucu durum kamp çadırını kuracak uyg...

Featured Posts

About Me


I could look back at my life and get a good story out of it. It's a picture of somebody trying to figure things out. Great things in business are never done by one person. They’re done by a team of people.

Popular Posts

  • DARIDERE KAMP ALANI
  • Marcel Proust - Lemoine Vakası
  • "Babam Beni Şah Damarımdan Öptü" - Ozan Önen

Advertisement

Designed By OddThemes | Distributed By Blogger Templates